KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "ULAŞ'IN KALBİ"

6.5K 642 129
                                    


Bölüm şarkısı;

Ikimono Gakari - Sakura


Hayatınızda hiç yaşamayacağınızı düşündüğünüz olaylar vardır. Benim için o olaylardan birisi de nezarethane ile ilgiliydi, asla bir gün oraya düşeceğimi düşünmemiştim. Hayat denen şey, bu kadar sürprizlerle doluydu işte. Kendimi bir anda polis karakolunda, hemen ardından da nezarethanede bulmuştum. Geceyi demir parmaklıkların ardında, karakolda geçirmek zorunda kalmıştım çünkü anladığım kadarıyla sabah savcılığa sevk edilecektim. Anneme haber verdiklerini bilsem bile nasıl bir tepki verdiğinden emin değildim. Lale Hanım'ın da şuan annemin yanında olduğunu biliyordum, Ulaş haber vermiş olmalıydı. Lakin ne olursa olsun, buraya düştüğüm için pişman değildim çünkü pişman olursam, Karıncayiyen'i dövdüğüme pişman olduğum anlamına gelirdi bu. Halbuki benim sabaha kadar düşündüğüm tek şey Karıncayiyen'di. Aklımdaki düşüncelerin hepsi tek düzendi, hepsi aynı türdü. Keşke onu daha çok dövseydim, keşke ona daha çok zarar verseydim. Madem eninde sonunda beni şikayet edecekti, o zaman yaptıklarının bedelini keşke ona daha ağır bir şekilde ödetseydim.

Bir sopa ile vurabilirdim ona mesela. Sırtını parçalayabilirdim, kolunu ezebilirdim. Ya da bir taş bulup kafasına atabilirdim. Başını yarabilirdim, hayati zararlar verebilirdim. Hepsi ona zehirli olan bir tavuğu yedirmekten daha çok zarar verirdi ona. Çünkü o bunları hak ediyordu. Keşke, keşke ona daha çok zarar verseydim.

Keşke onu öldürseydim.

Bu fikir zihnimde peyda olunca doğrusunu söylemek gerekirse korktum. Bu Karıncayiyen olsa bile, birini öldürme düşüncesini nasıl oluşturduğumu anlayamadım. Babamdan, büyükannemden sonra birinin nefesini çalmayı düşündüğüm hatta bunu düşlediğim için kendimden utandım. Bu korkunun ve utancın Karıncayiyen ile alakası yoktu. Benim kendi değerlerime, benim kendi kişisel ahlakıma ters bir şey düşünmemle alakalıydı. Ulaş'a her zaman söylediğim gibi öfkemin gözümü karartmasına izin veremezdim, bunu yapmamalıydım. Bu kadar duygusuz ve kalpsiz birisi değildim. Kendime dair olan utancım, babamın ve büyükannemin bu düşüncelerimi duysa benden utanacaklarını fark etmemle daha da arttı. Hayvanları, bitkileri, yaşadığı dünyayı çok seven ve o dünyayı sevmeyi kızına da her zaman öğretmeye çalışan bir adamın kızı, katil olmamalıydı.

Bunu fark etmemle kendime gelmek için yanaklarımı tokatlamam ve yaptığım hatayı fark etmek için kendi kendimi azarlamam gerekti. Tavuğu alıp polise gitmeliydim, hayvan cinayetlerini cinayetten saymasalar bile şikayetçi olmalıydım. Kanıtlarım olmasa bile uğraşmalıydım. ŞAG'ı hayvanları koruma derneklerine şikayet etmeliydim, evlerini taşlatmalıydım, insanları onlara karşı kışkırtmalıydım. Tüm bunları yapabilecekken öfkeme yenik düşmüş ve şimdide haksız olan taraf olmuştum.

Sabah olduğunda ve savcılığa götürüldüğümde aslında beklediğim pek bir şey yoktu. Kendime duyduğum utançtan dolayı pek fazla konuşmuyordum. Bana sorulan sorulara cevap vermek dışında bir şey yapmamıştım. En sonunda hakkımda verilen karar HAGB olduğunda, annemler derin bir nefes almıştı. Anladığım kadarıyla bu karar salınmamı sağlıyordu. Ayrıca bilmem kaç yıl içinde bir daha böyle bir suç işlemezsem bu olay sicilimden siliniyordu. Henüz reşit olmadığım için bir şekilde bu işten sıyrılmayı başarmıştım. Karıncayiyen'e saldırma sebebimi de anlatmıştım, kanıtım olmadığı için belli bir suçlama yapamayacağımı bilsem bile üstelik. Bunların hepsinin bir etkisi olduğunu düşünüyordum.

BULUTLAR DA AĞLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin