Bölüm şarkısı;
Ali Project - Yuki No Hitohira [Hakkenden Touhou Hakken İbun Şarkısı]
Ulaş uzun süre konuşmadı, ta ki benim hıçkırıklarım durana dek. Sessizce, duygularını belli etmeyerek karşımda oturdu. Ben ağlamayı kesip burnumu çekmeye başladığımda ise konuşmaya başladı ve asla susmadı. Önce bana Caelo'dan ve onun komik anılarını anlattı, o sırada ben büyükannemin mektubunu sımsıkı tutmuş bir şekilde burnumu çekiyordum. Sanki ortama sıcak neşeli bir hava hakimmiş gibi sürekli konuşuyordu, cevap vermeme ya da onu onaylamama ihtiyacı yoktu. Aslında buna müteşekkirdim. Bir süre sonra ayağa kalkıp beni de kaldırdığında mektubu saklamak için annemin yolladığı kitabın kapağını ayarladım ve büyükannemin bana kalan son hatırasını onun satırları arasına gizledim. Ulaş yavaşça omuzlarımdan tuttu ve beni mutfağa yönlendirdi. Caelo'dan bahsetmeyi kesince anlamadığım ya da algılayamadığım şeylerden bahsetmeye başladı. Küçük bir çocukmuşum gibi beni sandalyeye oturttu ve yemekleri ısıtıp tabakları önüme koyarken konuşmaya devam etti. Pek fazla tepki vermiyordum ama yine de onu dinliyordum, ya da dinlediğimi sanıyordum. Çünkü beynimin içerisinde, arka planda dönen bir çok düşünce mevcuttu. Büyükannemi, mektubunu, babamı, dedemi, bir çok şeyi düşünüyordum. Bize hastalığının iyileşemeyecek kadar ilerlediğini söylememişti. Bize bir neden sunmamıştı. Sadece tedavi olmayacağını söylemiş, ardından bu konuyu annemle bile tartışmaya kalkışmamıştı. Tedavi olmayı reddederken bile aslında bize düşünüyordu. Babam için gittiğimiz tüm o hastanelere, doktorlara yeniden gidecektik. Bunu çok iyi biliyordu, bu yüzden bizi o dönemden korumak istemişti.
Neden sadece konuşmaya çalışmamıştı? Anlatsaydı, eminim ki anlardık. Aileler birbirlerini anlamak için yok muydular? Bizim aramızda bile sırlar olursa nasıl birbirimize güvenebilirdik?
Gitmenden, uzaklaşmandan korkuyorum.
Nasıl gidebilirdim? Seni, annemi bırakıp nasıl gidebilirdim büyükanne? Dahası, nereye giderdim? Kendimi insanlara kabul ettirmeyi istemiyordum, dahası nasıl kabul ettireceğimi bilmiyordum. Hal böyleyken beni gözlerimdeki can yakan lavlara kadar kabul etmiş insanları nasıl terk ederdim? Ona böyle mi hissettirmiştim acaba? Farkında olmadan, onu terk edeceğimi mi düşündürtmüştüm. Ne demiş olabilirdim? Ne yapmış olabilirdim?
Neden onları bırakıp gideceğimden korkuyor olabilirdi? Neden?
"Aa, de." Ulaş'ın sesini duyduğumda gözlerimi dalgınlıkla bakındığım duvardan çektim. Önümdeki kaşığı yemeğe daldırmış olduğunu ve ağzımın tam önünde havada salladığını fark ettim.
Ağlamaktan çatlamış sesimle, "Bana yemek mi yedireceksin?" diye sorduğumda kafasını salladı.
Çok ciddi bir ifade ile "Çıkışların ve inişlerin eski düzlemine ulaşana kadar senin kolun ve ayağın olacağım." diyerek kaşığı dudaklarıma değdirdi. Ben ağzımı açınca kaşıktaki yemeği dilimin üzerine boşalttı ve diğer elindeki peçeteyle dudaklarımı sildi. Bebekmişim gibi elleriyle besledi beni. Normalde bu tavrına çıkışırdım ama garip bir şekilde bana acıdığı için böyle yaptığını düşünmüyordum. Sanki içimde onu anlayan bir yan vardı ve o, Ulaş'ın benimle ilgilenmesine izin vermemi söylüyordu.
Ya da sadece yorgundum.
Vücudum yarın sabaha kadar uyumasa dinç kalabilirdi ama kendimi hasta gibi hissediyordum, üstelik beynimde hiç susmayan sesler vardı. Büyükannemin yazdığı her şey tek tek aklıma geliyordu. Her bir cümlesini kafamda yeniden çeviriyordum ve buna engel olamıyordum. Ulaş bana yemek yedirip ağzımı da temizledikten sonra çay koydu ve beni salona geri götürdü. Lale Hanım'ın dizüstü bilgisayarını getirip oturduğumuz üçlü koltukta üzerimize bir pike attığında ne yapmak istediğini anladım. Önce beni iyice pikeye sardı, sonra ise çay getirip kupayı elime verdi. Saçma salak, komik bir Jim Carrey filmi seçti ve bu Aman Tanrım oldu. Ama maalesef film bir ses unsuru olmaktan öteye gidemedi. Çünkü benim filmle hiç ilgilenmeyip sürekli daldığımı fark edince yeniden konuşmaya başladı. Sessiz ve durgun olmama rağmen hiç usanmadan konuşmaya devam etti. Tüm gece, sabah dörde kadar aklına gelen her şeyi anlattı. Akya'nın kızlarla imtihanını, eski okul anılarını, kızlarla ilgili ne düşündüğünü, Lale'nin üniversitesi hatıralarını hatta anne ile babasını bile anlattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULUTLAR DA AĞLAR
Teen FictionNamverân Somer adının kısaltılmasından nefret eden, insanlarla kolay kolay anlaşamayan ve de kişisel alanının işgal edilmesinden hoşlanmayan bir genç kızdır. İstemediği hiçbir şeyi yapmayan bu kızın hayattaki tek zayıf noktası, kanser hastası olan b...