Hayatta inandığım ve sevdiğim birkaç şey vardı: büyükannem, annem, babam, antropoloji, kitaplar, sessizlik, özel alan, seviyeli ilişkiler... Şuan içinde bulunduğum hiçbir şey inandığım ve sevdiğim bu şeyleri barındırmıyordu maalesef. Ortamda ki sessizliğin beni sevindirmesi gerekiyordu ama şuan o bile sinirimi bozuyordu. Gözlüklü kız ya da benzediği şekilde devekuşu hemen yanıma oturmuş, ellerini dizlerinin üzerine koymuş bir şekilde kitabına bakıyordu. Sözde coğrafya sunumu için konuşacaktık ama o kadar utangaçtı ki, doğru düzgün bir şey söylemiyordu.
"Hey," dedim yeniden, dikkatini çekmek için kalemimle kitabına vurdum. "beni dinlemen ve fikirlerini söylemen gerekiyor. Nasıl konuşulacağını hatırlıyorsun değil mi?"
İrkilip bana baktı, utangaç bu bakış kaşlarımı kaldırdığım anda daha da arttı ve aceleyle kafasını salladı. "Evet..."
"Pekala, bu üçü arasından hangisini seçmek istersin? Söyle de en azından konumuza karar verelim, daha üzerine yapmamız gereken bir araştırma ve girişmemiz gereken materyal arayışı var. Ben biyoçeşitliliği seçmeyi istiyorum aslında."
"Aslında...şey..." diye mırıldanıp yavaş ve çekingen bir şekilde gözlüğünü ittirdiğinde konuların yazılı olduğu kağıdı önüne ittirdim.
"Biyoçeşitlilik bizim için daha iyi olur, büyük ihtimal diğer herkes aynı konuları seçip duracak, bu iki seçeneği çoktan eleyebiliriz." Kalemi alıp ona bir şey söyleme fırsatı vermeden diğer iki konunun üzerini çizdim. "Girebileceğimiz çok daha fazla alan var. Bunu seçelim derim ben."
Gözlerine baktığımda bir şey söylemeye çalıştığının ama araya giremediğini hissediyordum, bu işin o kadar kontrolümde olmasını istiyordum ki bunu görmezden geldim. "Şey..."
"İstemezsen söyle tabii." Omuzlarımı silktiğimde kafasını iki yana salladı.
"O-olur...Bunu seçelim."
Devekuşunun kabul etmesiyle gülümsedim ve biyoçeşitliliği yuvarlak içerisinde aldım. Büyükannem olsa beni ayıplardı ama yapabileceğim bir şey yoktu. Madem Sıla Hoca beni bu gözlüklü kızla çalışmaya mecbur bırakmıştı, ben yine de işleri bildiğim gibi yapacaktım.
"Tamam o halde, anlaştık." Kitaplarımı toparlayıp çantama koymaya başladım. Okul biteli yaklaşık on beş dakika olmuştu, beş dakika boyunca konuşmasını beklediğime inanamıyordum. "Bu hafta sonu araştırmayı yapıp pazartesi günü birleştirip gözden geçiririz. Konuya göre başlıkları ayırır, kendi içinde sıralarız. Bunu yaptıktan sonra bile yeniden bir araştırma yapmamız gerekiyor. Ayrıca bize fotoğraflar, videolar gerekiyor." Çantamın ağzını kapattığımda kafasını sallayıp ördüğü uzun siyah saçlarını yüzüne doğru çekti.
"Ben...ben...hallederim! Merak etme!"
"Tamam." Çantamı sırtlayıp sıradan çıktım.
Önce biraz geveledi, ardından da ben sınıftan çıkmak üzereyken "İyi...iyi hafta sonları Namverân!" diye bağırdığında elimi kaldırıp ona el salladım.
Sonunda işkencemin bittiğini düşünürken, Makber'i elinde bir şeyle bana doğru koşarken gördüm. Koridorun başındaydı, kafasında yine pandalı hırkasının başlığı vardı. Bukleleri havaya savrulup duruyordu, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"Nam!" diye bağırdı boştaki elini sallayarak. Ben ise anında arkamı dönüp kaçmaya başladım. Resmen koşmak ile yürümek arasında ilerliyordum ki yeniden bağırdı. "Hey! Nereye gidiyorsun? Beni bekle! Nam! Nam! Nam!"
"Bana 'Nam' deme!" diye geri bağırdım, bir yandan merdivenleri iniyordum. "Peşimi bırak, sana yardım etmeyeceğim!"
Merdivenlerden inip çıkışa doğru gidiyordum ki Makber kendini bir anda önüme doğru attı. Nefes nefeseydi, yüzü kızarmıştı ve çilleri şimdi daha çok belli oluyordu. "Hiçbir...yere...gidemezsin..." Soluklandı. "Allah'ım... Bu kadar hareketten nefret eden bir insan için acayip hızlısın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULUTLAR DA AĞLAR
Teen FictionNamverân Somer adının kısaltılmasından nefret eden, insanlarla kolay kolay anlaşamayan ve de kişisel alanının işgal edilmesinden hoşlanmayan bir genç kızdır. İstemediği hiçbir şeyi yapmayan bu kızın hayattaki tek zayıf noktası, kanser hastası olan b...