İyi geceler millet :) Umarım güzel bir hafta geçirmişsinizdir. Şahsen epey dolu ve yorucu bir haftayı geride bıraktım. Bu öğlene kadar tek bir sözcük bile karalayamamışken, Salı günü için bölüm sözü verdiğim için bugünümü yazmaya ayırdım. Kah başından kalktım, saatlerce uğramadım; kah oturup yine saatlerce yazdım. Ama sonunda bölümü bitirmeyi başardım.
Bölümü Sinan ve Burcu'ya adadım. Ben yazarken türlü duygular yaşadım. Umarım benim yaşadığım duygular size de yansır. İçime sinerek yazdığım bir bölüm oldu. Bunu diliyorum ki sizler de anlarsınız ^-^ Daha fazla uzatmayayım da, sizleri bölümle baş başa bırakayım. Keyifli okumalar dilerim :)
Karanlık geceye sığınmış, arabada oturarak karşısındaki apartmanı seyrediyordu genç adam. İçten bir güdüyle buralara kadar sürüklenmişti ancak şimdi ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Çıkıp çalsaydı genç kadının kapısını ne derdi ki?
Derin derin soluklanıp, direksiyonun üzerindeki kollarının üzerine bıraktı başını Sinan. Sonra başını yana eğip apartmana bakmaya devam etti. Burcu'nun dairesinin bulunduğu kata öyle bir odaklanmıştı ki camının tıklatıldığını görmedi bile. Sesin ani yankısıyla kendisine geldi ve oturduğu koltukta dikleşip penceresini araladı.
"Hayırdır hemşerim?" diye sordu karşısındaki orta yaşın epey üzerinde gösteren bir adam. Sinan adamın burada olmasından rahatsızlık duyduğunu anlayarak olabildiğince saygıyla cevap vermeye çalıştı.
"İyi akşamlar amcacığım. Bir sorun mu vardı acaba?"
Adam kendisine amca denilmesinden hoşlanmamış gibi kaşlarını çattı. Ellerini ceplerine sokup olabildiğince dikeldi ve başını yana eğdi. Daha da aksileşen sesiyle yanıtladı.
"Onu sen bana diyeceksin. Kaç saattir burada oturup, bizim apartmana bakıyorsun. Hırlı mısın hırsız mısın bilemedim. Seni daha önce bu civarda hiç görmemiştim. Kimsin, necisin de hele."
Sinan ayaküstü uydurabileceği en mantıklı yalanı bulmaya çalıştı. Adamın şüphelerini daha fazla çekmeyecek kadar bir süre düşündükten sonra derin bir nefes verdi. Yüzünü asıp dertli dertli iç çekti.
"Sorma be amcam ya," diyerek yalandan serzenişine başladı. "Kız arkadaşımla kavga ettik. Ne yapsam fayda etmedi. Kadınları bilmez misin, bir inat ettiler mi o inadı kırabilene aşk olsun. Ben diyorum isteyeyim seni annenden babandan, kıyalım nikahı bir an önce. Böyle kaçak kaçak görüşmez yakışmaz bize. Erkek adam dediğin basar nikahı, saklamaz sevdiğini dünya alemden. Ama gel gör ki benim sevgilim istemiyormuş henüz evlenmeyi. Önünde uzun yıllar varmış. O daha hayatını yaşayacakmış, kariyer yapacakmış falan. Ben onu evliliğe ikna etmeye çalışınca kovdu beni evden. Ben de burada böylece kalakaldım. Ne buradan ayrılabiliyorum ne içeri girebiliyorum. Olur da halime acırsa belki beni çağırır diye öylece bekliyorum."
Adam Sinan'a tam olarak inanmadıysa da duruşundaki katılığı bozdu. Tek kaşını kaldırıp anlayışlı bir ifadeyle "Hadi ya," dedi. "Kız arkadaşının adı ne? Belki tanırım kendisini, bir faydam dokunur."
Sinan hemen "Sağ ol be amcam," diye atıldı. "Fakat hiç gerek yok. İşin içine başkalarını karıştırırsam daha da sinirlenir şimdi. Beni baskı altına mı almaya çalışıyorsun sen, falan der. Ah, o ne inattır, o! Ama ne yaparsın, gönül bu. Kime konacağını sen seçemiyorsun."
Adam son şüphe kırıntılarından da kurtulmuş gibi başını sallayıp, tek eliyle çenesini sıvazladı.
"Bilmez miyim," dedi dertli dertli. "Bir tane de benim başımda var. 42 sene oldu, kadının çenesi hala ilk günkü gibi. Sevmesen bir gününe katlanamazsın. Sevdin mi ise 100 sene geçse doyamazsın. Sen de seviyorsun, belli. Hanımın dırdırından sıkılıp çöp dökme bahanesiyle aşağıya indiğimden beri seni gözlüyorum. Dertli dertli karşıya bakıp duruyorsun. Demek evlenme teklifini geri çevirdi, ha? Sevdiğin seninle evlenmek istemediği halde burada bekliyorsan, onu çok seviyorsundur. Bunun başka bir açıklaması olamaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİTEM
RomanceBir kadın, Hayatı zor yoldan tecrübe eden, zor bir karar vermeye itilen, dimdik ayakta kalan... Bir adam, Sevmeyi bilmeyen, henüz yeterince büyümeyen... Bir yabancı, Kadının her anında yardımcı... Ve bir çocuk, Geleceği masumiyetle yıkanmış, geçmişi...