VII.

170 13 14
                                    


     Sınıf zaten öyle miydi bilmiyorum ama ben içeri girdiğimde derin bir sessizlik vardı. Öğrencilerle kısa süreli bir göz temasının ardından sıkıla sıkıla öğretmen masasına doğru ilerledim. Henüz silinmiş olacak ki karatahtadan yayılan beyaz tebeşir tozları, öğretmen masasına kadar olan alanda hatta kısmen ön sıralarda küçük de olsa bir sis tabakası oluşturmuş ve bu yüzden ilk bakışta öğretmenin yüzünü net olarak seçemedim. İyice yaklaşınca gördüm ki ellili yaşlarda, boyu bir parça kısa ancak karizmatik bir öğretmen vardı karşımda. Galiba ona bu karizmayı katan yüzüyle son derece uyumlu bıyıklarıydı biraz da. Üstelik oldukça güler yüzlüydü. Beni o kadar sıcak karşıladı ki tedirginliğimden neredeyse eser kalmadı. Handan Hoca'nın yazdığı pusulayı uzattıktan sonra ellerimi önümde kavuşturup beklemeye başladım. Pusulayı okuyan hoca gülümseyerek:

"Hoş geldin kızım. Ben Edebiyat hocan Ahmet Karabağ." Dedi. Ben de

"Hoş bulduk öğretmenim, benim adım da Rüveyda." Diyerek karşılık verdim. Niye bilmiyorum ama sınıfta gülüşmeler başladı. Oysa o ana kadar sinek uçsa vızıltısı duyulacak kadar sus pustu herkes. Niye güldüklerini anlamasam da gülerek karşılık verdim ve bu boşluktan yararlanıp mevcudu biraz fazla olan sınıfımı incelemeye koyuldum. Kızlarla erkekler aynı sırayı paylaşmıyor, sayıları daha az olan kızlar ön taraflarda, erkeklerse arka sıralarda oturuyorlardı ve erkeklerden bir kısmı sanki okul çağından çıkmış gibi oldukça büyük gösteriyordu. Kızların lacivert renklere sahip ve baştan dizlere kadar hatta dizlerini de aşan lacivert ile gri arası bir üniformaları vardı. Ancak birçoğu üniformayı anlamsız kılabilmek adına farklı renklerde kazaklar giymiş ve şayet amaçladıkları şey bu ise başarmışlardı da. Kısa, nizami ve briyantinli saçlarıyla dikkat çeken erkekler ise takım elbiseli ve kravatlıydılar fakat bir mecburiyet yoktu ki her biri farklı renkte giyinmişlerdi. Üniforma her ne kadar düzen ve tertip adına okulların birçoğunda uygulanıyor idiyse de insanları tek tipleştirdiğini düşündüğüm için ben tek bir üniformanın dayatılmasını sevmiyordum ve belki de bu yüzden yeni sınıfım, daha o dakikadan itibaren sevimli gözükmüştü gözüme. Gülüşmeler nihayetlenince tekrar Hocaya döndüm. Hoca içten bir gülümsemeyle hatta kahkaha ile karışık:

"Sınıfı mazur gör Rüveyda. Bu keratalar muhtemelen en son ilkokulda 'Öğretmenim' diyorlardı." Diye bir açıklamada bulundu. Artık sınıfın niye güldüğünü biliyordum. Ahmet Hoca'dan çok sınıfa bakarak

"Gülmekte haklısınız. Ben de sizler gibi 'Hocam' diye hitap ederim ama sevdiğim hocalarıma hep 'Öğretmenim' derim." Dedim. Sınıftakiler bu kez söz birliği etmişçesine hep bir ağızdan 'Oooooo!' diye bağırmaya, garip garip sesler çıkarmaya başladılar. Bazıları da ıslıklarla bu uğultuya dâhil olunca Ahmet Hoca ayağa kalkıp iki elini öne doğru uzattı ve sınıfı susturmaya çalıştı. Ancak pek başarılı olduğu söylenemezdi. Bir miktar bekledikten sonra bana döndü ve sesini yükselterek:

"İyi de daha yeni tanıştık kızım." Dedi. Ben de sınıfın duyabileceği bir tonda

"Yeni tanıştık fakat sanki uzun süredir tanışıyormuşuz gibi karşıladınız beni. Size karşı içimde hemencecik bir sevgi oluştu ve bu yüzden 'Öğretmenim' sözcüğünü bilinçli olarak kullandım." Diye cevap verdim. Umarım sınıf bu kez de 'Yağcılarda inecek var!' diye tutturmazdı. Neyse ki bu sefer gülüşmeler olmadı ve uzun süredir devam eden uğultu, bir elektrik akımı gibi aniden kesiliverdi. Ahmet Hoca elini omzuma koyarak:

"Anlaşılan seninle iyi anlaşacağız kızım. Hadi boş bir yer varsa geçip otur." Diyerek sınıfa baktı. Neredeyse bütün kızlar yanlarına oturmam için beni davet ediyorlardı. Hem de birçoğu üç kişi oturduğu halde. Önüne hem ot hem de saman konan eşeğin kararsız haline benzer bir ruh haliyle ne yapacağımı bilmez bir halde tahtada öylece beklerken neyseki esmer, kıvırcık saçlı ve güler yüzlü bir kız gelip beni sırasına götürdü ve böylece oturacak bir yer bulmuş oldum.

Bir taraftan sınıfı gözlemleyip yeni arkadaşlarımı tanımaya çalışıyor diğer taraftan da Ahmet Hoca'yı takip ediyordum. Hoca cümlenin öğelerini anlatıyordu ama sanki ilkokul dörtlere ders anlatıyormuş gibi tahtaya çok basit cümleler yazıyordu. Buna rağmen sorduğu sorulara sınıfın çoğunluğundan cevaplar alamamasını bir hayli garipsemiştim. Ya yeni sınıfım derslere çok ilgisizdi ya da bu basit konulardan dahi bihaberlerdi. Ben soruların hepsini biliyordum ama daha ilk günden 'İnek' damgası yememek için susmayı tercih ettim.

*** 

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin