60.

59 4 18
                                    



BEŞİNCİ BÖLÜM

(ALTI YIL SONRA)

Rüveyda

Koru Mahallesi(Sarıyer)/14 Nisan 1999 Çarşamba

Nisan yağmuru bir süredir baktığım penceremde, usulca kavis çizip balkona doğru inerken gözyaşlarım da ona eşlik etmek istercesine aktıkça akıyordu. Tam altı yıl olmuştu. Onsuz geçen ve neredeyse dakikalarına kadar saydığım koca altı yıl. Yine böyle bahar yağmurlarının yağdığı bir mevsimde gitmişti. Ve şimdi yoktu hem de hiçbir yerde. Hastanelere gitmiş, hapishanelere sormuş hatta Selim yazan mezarlara bakmıştım ama yoktu, yoktu... Yakın zamanda irtibat kurabildiğim Zehra'dan Esra'nın üniversite eğitimi için Amerika'ya gittiğini ve oraya yerleştiğini öğrenmiştim. Okulun son günleri yüzük takıp sözlendiklerine göre, muhtemelen Selim de onunla gitmişti.

İstanbul Üniversitesi'nde Edebiyat Öğretmenliğini bitirip aynı yıl Sarıyer'de göreve başlamıştım. Peşime takılıp İstanbul'a gelen ve buraya yerleşen Kurtuluş, üniversite yıllarım boyunca bir kez olsun peşimden ayrılmamıştı. Kaçsam da konuşmasam da hatta hakaretlerin en ağırını etsem de nafile. Aslında her hareketinden rahatsız olsam da bana Selim'i ve onunla yaşadığım günlerimi hatırlattığı için nadiren de olsa sempati duyduğum da oluyordu. Öğretmenliğe başladığım ilk günlerde Kurtuluş artık evimize gelecek kadar pervasızlaşmıştı. Babam bu durumdan rahatsız oluyor, annem ise babamın aksine hem Kurtuluş'u beğeniyor hem de onunla evlenirsem Selim'i unutacağımı ve böylece mutlu olacağımı düşünüyordu. Bu yüzden neredeyse her Allah'ın günü telkinlerde bulunuyor ve beni etkilemeye çalışıyordu. Yine de kararım kesindi; Selim'den başka hiç kimseyi sevmeyecek, hiç kimseye gönül vermeyecektim. Bu kararımı anneme söylediğim gibi Kurtuluş'a da söyledim. Selim'i sevdiğimi duyunca vazgeçer diye düşünüyordum ama vazgeçmek şöyle dursun daha da yapışmaya başladı. Tabi babamın ısrarla karar vermemi istemesi ve yine annemin sonu gelmez telkinleri beni ister istemez bir karar vermeye zorluyordu.

Evet, Selim bir başkasının sevgilisiydi ve belki de onunla evlenmişti. Ya da yıllar önce söylediği gibi bir köşede yitip gitmişti. Bu durumda ya hayatım boyunca yalnız kalmayı seçecektim ya da kerhen bile olsa bir kişiye evet diyecektim. Benim için hayatımın belki de en zor kararıydı ve içimde sevgi adına tek bir kırıntı dahi olmadan Kurtuluş'a evet dedim. 'Evet' dedikten hemen sonra çok pişman olmuştum ama her şey o kadar hızlı gelişmiş ve ben daha neler olduğunu anlamadan -biraz da annemin ayarlamalarıyla- önce nişan ve hemen ardından düğünümüz olmuştu. Evlenmiştik evlenmesine ama ben hiç iyi değildim. Verdiğim karardan dolayı kendimi bir türlü affedemiyordum. Tamam, Selim yoktu ama yine de kalbimin tek sahibi o iken bir başkasına evet diyerek sevdama ihanet etmiş gibi hissediyordum kendimi. Aslında gibisi de fazlaydı. Basbayağı ihanetti benimkisi ve bedelini çok ağır ödeyeceğimi daha o günler sezmiştim.

O bana vurgun, o yıllarca peşimden koşan ve yine bir başkasını sevdiğimi bildiği halde ısrarla benimle evlenmek isteyen Kurtuluş ise birkaç ay içinde değişmiş ve bambaşka bir adam olmuştu. Eve geç geliyor, sorduğumda bağırıp çağırıyor ve sonrasında yanlış bir eve gelmiş gibi kapıyı çarpıp gidiyordu. Bir çocuğumuz olmuştu ve Kurtuluş istemese de adını Selim koymuştum. Halim Selim olan Allah'ım benden bir Selim almış, bir Selim vermişti. O günler Kurtuluş'un kazancı iyi olduğundan istifa edip evde oturmamı istemişti. Biraz da bebeğimi düşünerek kabul etmiştim. Artık koca evde bütün bir günümü Selimle geçiriyor, onunla avunuyor, kanayan yüreğime onu basıyordum. Ama böyle bir evlilik nereye kadar yürüyebilirdi? Kurtuluş doğru düzgün eve gelmiyor, sabahlara kadar kumar oynuyor, su gibi içki içiyordu. Eve geldiğinde sarhoşluğu geçinceye kadar uyuyor, kendine geldiğinde de soluğu yine dışarıda alıyordu. Onu vazgeçirmek için harcadığım çabanın, yediğim dayak dışında hiçbir neticesi olmuyordu.

Her şeye rağmen aile mahremiyetimize önem veriyor ve bu yaptıklarını anne-babam dâhil hiç kimse ile paylaşmıyordum. Ancak öyle günler yaşamaya başlamıştım ki belki yine anlatmıyordum ama patlayan dudağımı ya da moraran gözümü saklayabilmem imkânsız hale gelmişti. Bu halim artık mutat hale gelince babam nasihat etmek üzere evimize kadar geldi. Kurtuluş, mahcup olmak şöyle dursun babama bile türlü saygısızlıklar ederek çıkıp gitti. Adeta küplere binen ve beni götürmek isteyen babama, ne olursa olsun yuvamı terk etmeyeceğimi söyleyince, mecburen onlar yanıma geldiler ve bir süredir birlikte kalıyoruz. Bana her fırsatta Kurtuluş'u öven annem, şimdi ise ha bire boşanmam için ısrar edip duruyor. Doğru benimkine bir evlilik denemez ama ya çocuğum? Ne olursa olsun Kurtuluş onun babasıydı ve çocuğumu babasından ayırmaya hakkım olmadığını biliyordum. Her anne gibi gerekirse kan kusacak ama çocuğumu babasız büyütmeyecektim.

Yağan yağmura karışan sessiz konuşmalarım, kapının hızlı bir şekilde açılmasıyla bir anda akamete uğradı. Hemen kalkıp kapıya yöneldim. İlginç bir şekilde bugün eve erken gelmişti ve ne hikmetse bana karşı daha kibardı. Sergilediği tavırlardan bir gariplik olduğunu anlamam zor olmamıştı elbette. Bir astım hastası gibi derin derin nefes alırken bazı adamlardan kaçtığını ve başının büyük bir belada olduğunu söylüyordu. O kadar korkmuştu ki konuşurken kekeliyor, tremor hastalığına tutulmuşçasına her iki eli de titriyordu. Güya kendince bir kurtuluş yolu da bulmuştu; bir süre eve gelmeyecek ve adamların öfkesinin geçmesini bekleyecekti. İyi de biz ne olacaktık? Onu bulamayan belalıları eve gelmeyecek miydi? Başının neden belada olduğunu sorduğumda lütfedip bir açıklama yaptı ve kumar oynayıp evimiz dâhil tüm varlığını kaybettiğini hatta bu da yetmezmiş gibi bir de yüklüce borçlandığını söyledi. Eğer bu borç ödenmezse öldürüleceğini de ilave etti. Ne diyeceğimi bilemez bir halde salonun ortasında kalakaldım. O ise hemen odasına yönelip valizini aldı ve ardına dahi bakmadan çıkıp gitti.....

***

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin