XXXV.

61 7 24
                                    



İki katlı olan feribotun üst katına çıktık ve yan yana oturduk. Bir aralık gözlerime bakıp yarım kalan cümlemi hatırlatınca kaldığım yerden devam ettim:

"Ben birini sevebilir miyim daha doğrusu buna hakkım var mı diye çok düşünüyorum." Niçin der gibi başını salladı.

"Öyle bir hayatım var ki; şimdi bile ne gündüzüm belli ne de gecem. Hele lise bitince daha da derbeder olacak gibiyim. Öyle bir hayat ki her an bir kavgada ölebilir, izbe bir köşede yitip gidebilirim. Bu yüzden çoğu kez kendi kendime diyorum ki 'Ne kimseyi sev Selim, ne de kimseyi peşinden sürükle.' Belki de bu temennim, kabul olmuş bir duaya dönüştü. Ve şimdi öyle birine sevdalıyım ki; ne peşinden koşabiliyorum ne de kendimle sürükleyebiliyorum. Tek yapabildiğim susmak. Susup hiç konuşmayınca da herkes beni taş kalpli ve de duygusuz bir adam sanıyor. Aslında duygusuz değilim; sadece taş bastım yüreğime..." Daha bir iki şey söyledim ama Rüveyda hep dinleyici konumunda olunca sıkıldığını düşünerek susmayı tercih ettim.

Yarım saat sonra feribottan inip yeniden arabaya bindik. Bu kez teybin düğmesine bir saat öncesine oranla daha keyifli olan Rüveyda dokundu. Kaset döndükçe ben de şarkıya eşlik etmeye başladım. Galiba sesimi beğenmemişti ve ha bire gülüyordu. Hele nakarat bölümlerinde ben sesimi yükselttikçe kahkahalara boğuluyordu ama ona aldırmadan devam ediyordum:

'Hangimiz düşmedik kara sevdaya

Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi

Hangimiz bir kuytu köşe başında

Bir vefasız için yol gözlemedik

**

Herkesten bir anı saklar bu yollar

Herkesin acısı sevgisi kadar

Güzelmiş çirkinmiş ne fark eder

Deli gibi sevmek ruhumuzda var...'

Şarkı bitince sesi kısarak performansımı sordum. Eliyle saçlarını arkaya doğru tarayıp birkaç saniye düşünür gibi yaptı ve sonra bir öğretmen ciddiyetiyle konuştu:

"Ömrümde hiç dinlemediğim hatta dinlemekten hiç haz almadığım bu sanatçıyı ve bu müzik tarzını şu birkaç saat içerisinde sevmeye başladığımı söylesem, bana inanır mısın Selim? Her duyduğumda burun kıvırdığım ve adeta kulaklarımı tıkadığım bu müziğin, şimdi ruhuma hitap edeceğini rüyamda görsem inanmazdım. Hele sözlerine ne demeli! Ne kadar anlamlılar öyle. Daha önce neden hiç fark etmemişim? Belki de daha önce hiç âşık olmadığımdandır. Şimdi ise sanki bütün sözler bana yazılmış, bütün besteler benim için bestelenmiş izlenimine kapılıyor, her çalan şarkıyı ayrı bir keyifle dinliyorum. Sana gelince Kabadayı, bence şarkı söylemek istediğinde önce etrafına bak. Etrafta kimsenin olmadığından emin olduktan sonra söyleyebilirsin."

"O kadar kötü mü gerçekten?"

"Şaka şaka! Tam tersine çok beğendim. Hatta Müslüm Gürses'ten bile daha iyi söylüyorsun."

"Estağfurullah, Müslüm Baba'dan daha iyi söylemek ne haddimize Rüveyda! Hem bu söylediklerini sakın Müslüm Baba duymasın."

"Ne o! Müslüm Gürses ile arkadaş mısın yoksa?"

"Ben kim baba ile arkadaş olmak kim! Ancak bir iki konserine gitmek nasip olmuştu."

"Bir şey sorabilir miyim Kabadayı?"

"Bana Selim dersen sorabilirsin?"

"Tamam Selim ama lütfen yanlış anlama."

"Tamam, sor."

"Ben güzel miyim?"

"Durup dururken bu soru da nereden çıktı."

"Ne bileyim, sordum işte."

"Güzelsin bence ama güzellik pek iyi bir şey değil Rüveyda."

"Neden Selim?"

"Güzel olursun bir sürü rahatsız edenin olur. Erkeklerde de aynı durum söz konusu. Hatta yakışıklılığıyla ünlü Yusuf Peygamber, evli Züleyha'nın teklifi ile zor durumda kalmış ancak ona meyletmektense hapiste yatmayı tercih etmiş. Bir yerde okumuştum; Karga ve papağan yaratılış itibariyle çok çirkinmişler. Güzel olmak için papağan dua etmiş fakat karga halinden şikâyetçi olmamış. Papağanın duası kabul olmuş ama şimdi görüyoruz ki papağan kafeslerde hapis hayatı yaşarken karga özgürce uçuyor."

"Keşke ben de çirkin olsaydım." Güldüm.

"Zaten öylesin. Az önce şaka yaptım ben. Güzellik nere sen nere?"

"Gerçekten çirkin miyim?"

"Çirkinsin tabi. Mesela saç dediğin siyah olur, seninkiler ne öyle renksiz renksiz. Hele gözlerin; Mavi göz mü olurmuş? Güneş vurunca gözükmüyorlar bile. Oysa göz dediğin şöyle zeytin gibi simsiyah olur ve metrelerce uzaktan bile bakılsa hemencecik fark edilir. Boyunu ise hiç söylemiyorum. İnsan utanır biraz ya! Ülkemizde erkeklerin boy ortalaması 1.70 ya var ya da yok. Kız, her zaman erkekten şöyle bir on santim kısa olacak. Ayıp ayıp!.." Tüm dişleri gözükecek şekilde güldü.

"İltifatların için çok teşekkürler Kabadayı ama sen çok yakışıklısın."

"Yalvarırım sen de şaka yaptığını söyle."

"Maalesef Kabadayı. Bu bizim kaderimiz. Bundan sonra ben kargalar gibi özgür özgür her yere uçarken sen ise papağanlar gibi tutsak olacaksın hep." Bu çirkinlik ve güzellik mevzuuna öyle sarmıştık ki evlerine gelinceye kadar hep bu minvalde konuşup durduk. Onu bıraktığımda niye el sallamadığımı sordu ve bunun sebebini çok merak ettiğini söyledi. Böyle bir alışkanlığımın olmadığını söylesem de inanmadı. Ben yine el sallamadım ama o, bol bol el sallayarak içeri girdi. Arabayla dönerken nedense Rüveyda'nın bir cümlesine takılmıştı aklım. '...sen ise papağanlar gibi tutsak olacaksın hep.' Doğru tutsaktım. Yusuf gibi amansız sevdamın tutsağıydım ben. Hem öyle bir sevda ki tutulduğum kadar özgür, bırakıldığım kadar tutsaktım. Tek farkla ki hapisteki Yusuf'un neden tutsak olduğunu bilenler, benim niçin tutsak olduğumu hiçbir zaman bilmeyeceklerdi..

***

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin