LI.

48 6 1
                                    


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Selim

Yıldız Sarayı(Beşiktaş)/1908

O yıl Van en uzun kışını yaşadı. Servet Hoca'nın olmadığı oldukça uzun bir kış. Kışa denk gelen o uzun gecelerin neredeyse hepsini kitap okuyarak geçirdim. Hatta bu süreçte tarih hocamızla sık sık bir araya gelip uzun uzun Abdülhamit üzerine de konuştuk. Gerçi Servet Hoca olmadığı için bir hakemden mahrumduk ancak yine de bazı konularda orta yolu bulduk diyebilirim. Anlaştığımız hususları kısaca izah etmem gerekirse; bir kere tarihi şahsiyetlerin ele alınış biçimlerinin sorunlu olduğu kanısına vardık. Bu bağlamda tarihi şahsiyetlerin ya göklere çıkarılarak ya da yerden yere vurularak hikâye edilmesinin tarih ilmine ters olacağını her ikimiz de teslim etmiş olduk. Tarih dersinin, yeni düşmanlar üretmek, insanları kutuplaştırmak için değil tam tersine toplumları birleştirmek ve geleceklerine yön vermelerine yardımcı olmak için var olduğunda hemfikir olduk. Ayrıca kaynaklara dayanmanın gerekliliği ve bu noktada Başbakanlık Osmanlı Arşivinin muhakkak referans alınması gerektiği fikrinde birleştik.

Abdülhamid'e gelince, onun çok zor bir dönemde tahta çıktığını ve bu zorluklar içerisinde devleti idare ettiğini ifade ettik. Ayrıca her taraftan çatırdamakta olan devleti, savaştan ziyade siyasetle ayakta tutup bu süreçte okullaşmaya önem verdiğini ve yeni Türkiye'yi kuran kadroların bu okullarda yetiştiği gerçeğinin altını çizdik. Bununla birlikte meclisin uzun süre tatil edilmesinin, zaman zaman basına uygulanan sansürün ve yine Bâb-ı Âli'nin etkisizleştirilmesinin demokratikleşme çalışmalarını sekteye uğrattığı düşüncesinde hemfikir olduk. Yine de Abdülhamid konusunda kafam çok karışıktı ve bu yüzden sıklıkla dükkâna gidiyor ve ha bire tarih kitapları okuyordum. Ayrıca kafaya koymuştum; İlk fırsatta Osmanlıca öğrenecek ve Osmanlı Arşivi'ne de girecektim.

Rüveyda ise işi bıraktığından dükkâna daha seyrek geliyor ve beni gördüğünde de alabildiğine soğuk birkaç kelamın dışında, neredeyse tek kelime etmeden çekip gidiyordu. Bana niçin böyle mesafeli olduğunu bilmiyordum ve sorduğumda da bir cevap alamıyordum. Hal böyle olunca ben de üstelemiyor hatta onu gördüğümde yolumu değiştiriyordum. Bu arada mayıs ayına erişmiştik ve böylece Van'ın en güzel günleri başlamıştı. Sokaklar ayran aşı ve tandıra sürülmüş taze balıklarla mis gibi kokarken caddeler üç tekerlekli arabalarıyla uşkun satan seyyar satıcılarla adeta panayıra dönmüştü. Ha! Bu arada Haluk Babayı merak ediyorsanız hemen söyleyeyim: O da havalar ısındı ısınalı artık dükkânda oturmuyor; taburesini kapı önüne koyup caddeden geçenlerle sohbet ediyor ve gününü bu şekilde tamamlıyor.

Bugün dükkâna gittiğimde Haluk Babayı yine dışarıda hava alırken buldum. Hemen tabureleri dışarı çıkardım ve bir miktar oturup birlikte çay içtik. O arada caddeden geçmekte olan İkram Kali de muhabbetimize dâhil olunca iki akranı baş başa bırakıp içeri girdim. Ben içerideyken Rüveyda da geldi ve gayet resmi bir şekilde selam verdi.

"Aleykümselâm Rüveyda. Hoş geldin."

"Hoş bulduk."

"Nasılsın?"

"Eh işte! Neyse ben gideyim artık."

"Daha yeni geldin."

"Aslında eve gidiyordum. Haluk Baba geçenlerde 'Kelepir' adında bir dükkân açmayı düşündüğünü söylemişti. Dışarıda görünce onu sordum kendisine."

"Bakıyorum da Baba bana söylemediklerini sana söylüyor artık."

"Evet Selim. Ne o, kıskandın mı yoksa?" Güldüm.

"Müsaitsen biraz oturalım Rüveyda?"

"Ders çalışmam lazım. Belki başka zaman."

"Tamam, kolay gelsin. Allah'a emanet ol."

"Sen de." Rüveyda gidince benim için bir anahtar hükmündeolan gizemli kitabımı elime aldım ve henüz sandalyeme oturmuştum ki çabucak haldeğiştirdim. Belki de ilk kez bu kadar kolay olmuştu.

***

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin