Rüveyda
İki Nisan Caddesi(Van)/23 Kasım 1992 Pazartesi
Dükkândan çıkıp eve gelinceye kadar ağladım. Tamam, beni sevmiyordu ama hiç mi değerim yoktu? Yalancıktan bile olsa gönlümü alamaz mıydı? Gördüğüm en sert, en ruhsuz hatta en duygusuz adamdı ama ne yapayım ki seviyordum onu. İçeri girdiğimde anneme hiçbir izahat yapmadan odama gittim ve yine ağladım. Hem de saatlerce. Kalktığımda gözlerim kan çanağına dönmüştü adeta. Babama bir açıklama yapamayacağımdan akşam yemeğine çağrılmama rağmen salona gitmedim. Şükür ki annemin hasta olduğuma dair söylediklerine inanmıştı da o geceyi atlatmıştım. Daha doğrusu atlattığımı sanıyordum. Bir süre geçmişti ki kapı zilimiz ötmeye başladı. Acaba apartmandan birileri tanışmaya mı gelmişti? Muhtemelen böyle bir şeydi. Ne de olsa buranın yeni sakinleriydik ve eğer düşündüğüm gibiyse hemen battaniyemi başıma çekip uyuyor gibi yapmalıydım. Bir taraftan lambamı kapatırken diğer taraftan odama kadar gelen seslere kulak kabarttım. Neredeyse çığlık atacaktım. Hayır! Hayır! Duyduklarım gerçek olamazdı. Olsa olsa gün boyu ağlayan ben, artık halüsinasyon aşamasındaydım. Ama varsın halüsinasyon olsun. Değil miydi ki gelen oydu. Vallahi de oydu! Billahi de oydu! Şişen gözlerime, dağınık saçlarıma hatta pejmürde kıyafetlerime aldırış etmeksizin hızlıca odamdan çıkıp kapıya yöneldim. Basbayağı kapıdaki Selim'di ve kendini tanıtıyordu. Beni görünce
"Efendim müsaadeniz olursa kızınızla ayaküstü bir iki dakika görüşmek istiyorum." diyerek izin istedi. Eliyle bir miktar başını kaşıyan babam, benimle kısa bir göz temasının ardından yeniden Selim'e döndü ve içeri girmesini istedi. Selim, şaşkın bakışlarım arasında içeri girerken bense gördüklerime bir türlü inanamıyordum. Her Allah'ın günü başrolde Selim, yardımcı oyuncu da ben olmak üzere kurduğum hayallerin artık çehre değiştirip gerçekçi hal aldıklarını ancak yine de gördüklerimin imkânı yok gerçek olmadıkları kanaatini taşıyordum.
Babam yer göstermesine rağmen oturmadı ve babamın oturmasını bekledi. Sonra o da oturdu. Ben ise hala ayaktaydım ve ne yapacağımı şaşırmış bir halde ona bakıyordum. Babam ve annemle bir süre sohbet eden Selim, bir aralık ayağa kalktı ve çıkardığı ceketini bana uzattı. Ceketi almıştım ama şok geçiren bir hasta gibi hareketsiz ve boş gözlerle ona bakıyordum. Neyse ki annemin ikazıyla kendime geldim ve önce portmantoya gidip ceketi astım ve hemen ardından odama geçerek üstümü başımı düzelttim. Her ne kadar üstümü başımı düzeltsem de gözlerime bir çare bulamıyordum. Makyaj da çare olmuyordu gün boyu ağlamaktan neredeyse moraran gözlerime. Keşke evin içinde de güneş gözlüğü takılıyor olsaydı. O dakikada beni kurtaracak tek şey, siyah camlı bir gözlük olabilirdi ancak bunu da yapamazdım. Birkaç kez aynaya bakıp hazır olduğuma kanaat getirdikten sonra kalp atışlarıma denk adımlarla yeniden salona döndüm. Selim gayet saygılı bir biçimde oturuyor ve benim olduğum tarafa hiç bakmıyordu. Daha çok babamın sorduğu soruları kısa ve net bir şekilde yanıtlıyordu.
"Demek aynı okuldasınız?"
"Evet, efendim."
"Anladım. İyi ama yarın okulda görüşebilirdiniz. Sizi bu akşam buraya kadar getiren sebep nedir delikanlı?"
"Aslında doğrusunu söylemek gerekirse bugün kitap dükkânımızda biraz tartıştık. Ve sonra Rüveyda kalkıp gidince ben de kendisini merak ettim."
"Demek merak ettiniz." Diyen babam gülümseyerek anneme baktı. Selim yine gayet ciddiydi. Gerçi o hep öyleydi. Ama bu akşam daha bir başkaydı. Sırtını koltuğa yaslamadan ve iki elini önünde birleştirmiş olduğu halde pür dikkat babama bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)
FantasyTaş kalpliler değil yüreğine taş basanlar kazanacaktı... (Az Yayınları farkıyla DR ve tüm seçkin kitapçılarda)