ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Selim
Akdamar Adası(Gevaş)/11 Kasım 1992 Çarşamba
Haluk Babaya tam üç gündür uğramamıştım. Bu süre zarfında Bekir'i bulmaya öyle kilitlenmiştim ki değil Haluk Baba'yı kendimi dahi unutmuştum. Aslında hiç unutamadığım biri vardı. Ne yaparsam yapayım aklımın hep bir köşesinde, kalbimin ise her zerresinde olan birini hiç ama hiç unutmamıştım. Galiba ona olan aşkım lades gibi bir şey. Ne zaman pes etmeye kalksam hep aklıma geliyor. İyi ki bu aralar Bekir ile uğraşıyordum. Bu sayede oyalanıyor, ruhumu sıktıkça sıkan hasretinden birazcık olsun uzaklaşmış oluyordum. Gerçi Bekir'e de bir türlü ulaşamıyorduk. Muhtemelen pansiyonda ya da okulda bir muhbiri vardı ve bu sayede atacağımız adımları önceden haber alıyordu. Geçenlerde arkadaşların yaptığı baskının başarısız olma sebebi de büyük ihtimalle bu köstebek yüzündendi.
Cumhuriyet Caddesi'ni arşınlarken ruhum adeta öfkeli bir deniz, bedenimse içinde sağa sola savrulan ve yolculuğu tamamlayıp tamamlayamayacağı şüpheli köhne bir tekne gibiydi ve ben tüm bu olumsuz ahval içerisinde kendimi güvenli bir liman gibi gördüğüm dükkânımıza atmak istiyordum. Yolumun üzerindeki birkaç esnafın hal hatırını sorduktan sonra nihayet dükkâna vardım. Rüveyda geçen yaptığı gibi hala tezgâhların temizliği ile meşguldü. Yanına gittim ancak hiç oralı olmadı. Beni ne zaman görse gülümseyen kızın suratından düşen değil bin, binlerce parçaydı.
"Merhaba Rüveyda?"
"Merhaba Kabadayı."
"Ben kabadayı falan değilim ve bu kelimeyi de katiyyen sevmem!"
"Ne yani kabadayı değil misin?"
"Benim adım Selim. Eğer birkaç gün içinde ismimi unuttuysan hatırlatmış olayım."
"Gerek yok."
"Çayın var mı Rüveyda?"
"..." Cevap vermeyince ısrar etmeyip dışarı çıktım. Dükkândan uzaklaşmak istemediğimden yan taraftaki parka geçip oturdum. Ne zaman buraya takılsam hep çay içtiğimden garsonlar artık sormadan getiriyorlardı. Yine öyle oldu ve oturmamla içine bir dilim limon katılmış açık çayımın gelmesi bir oldu. Büyükçe kırılmış kıtlama şekerleri, ufalamaya çalışıyordum ki Rüveyda çıkageldi. Aslında karşıma dikildi desem daha doğru olur. Kalkıp elimle sandalyesini düzelttim ama oturmak istemedi ve sımsıcak bir yaz gününde ve hiç beklenmedik bir anda nasıl yağarsa yağmur, öyle yağmaya hatta gürlemeye başladı.
"Senin okuduğun lisede okuduğumu biliyordun! En azından bunu söyleyebilirdin!"
"Sormadın ki Rüveyda. Sen bana bir şey sordun da ben söylemedim mi? Ayrıca okulunda okuduğumu saklamadım. Sadece söylemeye gerek görmedim. Zaten okulla pek alakam yok. Bunu sen de görüyorsun"
"Sormama ger.." lafını tamamlayamadan hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. İyi de niye ağlıyordu? Ne olduğunu anlamam için dikkatle baktığım gözleri, gözyaşlarından oluşan bir perdenin ardına saklandıklarından tahmin yürütemiyordum ve konuşmadığı için de susup beklemekten başka bir çarem de gözükmüyordu. Bu arada herkes bize bakıyordu. Daha önce birçok insanla uluorta tartışmış hatta kavga etmiştim ama ilk kez bir kızla tartışıyordum ve bu durumdan çok rahatsız olmuştum.
"Dükkâna gidelim Rüveyda, orada konuşuruz."
"Dükkâna gitmek istemiyorum!"
"Tamam o zaman nereye istersen oraya..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)
Viễn tưởngTaş kalpliler değil yüreğine taş basanlar kazanacaktı... (Az Yayınları farkıyla DR ve tüm seçkin kitapçılarda)