LVI.

45 7 14
                                    


Rüveyda

Van Kalesi/16 Mayıs 1993 Pazar

Ondan uzaklaşmak belki iyi gelir diye dükkâna pek gitmiyorum. Okulda gördüğümde de yolumu değiştiriyorum. Ne mi değişti? Aşkımın daha da alevlenmesi dışında hiç! Belki ilk zamanlar ki kadar ağlamadığımı söyleyebilirim, hepsi bu. Bu sevdayı kaderim kabul edip onunla yaşamayı öğrendim belki de. Bir şey daha öğrendim aslında. Bazı yazılar kalemle yazılmıyormuş ve böyle oldukları için de ne yaparsa yapsın silemiyor insan. Gerçi bütün bu silme çabaların, bir zaman sonra yoruyor ve insanı güçsüz de bırakıyor. Yine de pes etmiyorsun. Çünkü anlıyorsun ki sınırlı olan gücündür; aşkın değil. Fakat bu sefer de şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Sınırsız aşkın sınırlı bir bedende olduğundan çoğu kez bedenin isyan bayrakları açıyor ve canını yaktıkça yakmaya başlıyor. Şükür ki ben böyle anlar için de bir çare buldum. İyice daraldığım zamanlarda 'Ben zaten özlemek için sevmiştim.' Diyorum ve her şeye rağmen gülümsemeye çalışıyorum. Ne yapayım elimden başka da bir şey gelmiyor.

Bu sabah, idare tarafından hazırlanan otobüslere binerek kaleye geldik. Geniş katılımlı bir piknikti. Neredeyse bütün bir lise Van Kalesi'nin göle bakan yeşil alanında toplanmıştık. Önce kahvaltı edildi ardından müdürümüz Orhan Kınalı ve öğretmenlerimizin rehberliğinde kaleye çıkıldı. Kale yaklaşık 80 metre yüksekliğe sahip olduğu için iyice yorulduk ve artık dermanımız kalmadığından bulduğumuz ilk düzlükte oturduk. Okulumuzun tarih hocalarından Mahmut Çıplak Hoca kalenin tarihi üzerine genel bilgiler verirken ben de etrafı seyre koyuldum. Kaleye göz gezdirirken fark ettim ki genişliği de bir hayli fazlaydı. Bunu Abdullah Tokyay hocamıza sorduğum zaman kalenin uzunluğunun 1800 genişliğinin ise 120 metre olduğunu söyledi. Ayrıca tek parça taş üzerine yapılan kalenin M.Ö. Urartular tarafından yapıldığını fakat günümüze ulaşan surlarının ortaçağda yapılmış olabileceğini belirtti. Coğrafya öğretmenimiz Kazım Keleş de eski Van'ın kale ile göl arasında olduğunu ancak I. Dünya Savaşı sırasında tahrip olduğundan yeni şehrin kale dışına inşa edildiğini söyledi. Aşağıya baktığımda gördüm ki yıkık dökük de olsa bazı evler ve camiler olduğu gibi duruyordu.

Ayrıca oturduğumuz yerde birinci şerefeden yukarısı yıkılmış bir minare vardı. O kadar sevimliydi ki bir anda yorgunluğumu unutup tepesine çıktım ve muhteşem manzarayı seyre koyuldum. Bütün bir göl hatta bütün bir şehir rahatlıkla gözüküyordu. Handan Hocam tehlikeli olduğunu söyleyip inmemi istemese her halde saatlerce orada oturabilirdim. İndiğimde, güzel yüzünü daha da güzelleştiren tatlı gülümsemesiyle saçlarımı okşayan Handan Hocam, bakan birinde yeniden bakma hissi uyandıran parlak renkli gözleriyle bir süre beni süzdükten sonra başımı sinesine götürerek güçlü bir şekilde bastırdı. Okulda her öğretmenle aram iyiydi ama Handan Hoca ile çok farklı bir bağımız vardı. Ne zaman beni görse mutlaka hal hatırımı sorar ve sonra sımsıkı bir şekilde sinesine bastırırdı. Beni azat edince göz göze geldik ve gülümseyerek birbirimize baktık. Bu kez ben, o güne kadar hiç yapmadığım ve muhtemelen onun da hiç beklemediği bir şeyi yapıp ellerini tuttum ve uzun uzun öptükten sonra yüzümde dolaştırmaya başladım. Bir süre sonra yavaşça ellerini bırakırken hem şaşkın hem de duygulanmış gibiydi. Hiçbir şey söylemeden ayrılıp yeniden kalabalığa karışırken biliyordum ki okul bitince onu çok özleyecektim.

Güneşin tam tepemizde olduğu ve çehremizi iyice kavurmaya başladığı bir zaman diliminde, aşağı inmeye başladık. Aşağı inerken müdürümüz Orhan Hoca'nın daha doğrusu öğrencilerin tabiriyle Orhan Baba'nın iyice ıslattığı mendilinin dört bir tarafını düğüm yapıp şapka gibi başına takması ve böylece güneşe karşı bir tedbir alması bir hayli komik görünmüştü gözüme. Bir de o an fark ettim ki her ne kadar adından dolayı öğrenciler 'Orhan Baba' deseler de aslında Orhan Hoca, bir başka baba olan ve Selim'in de çok sevdiği Müslüm Babaya bir hayli benziyordu. Aşağı indiğimizde yorgun düşen öğrenciler, kendilerini çimlere bırakırken görevli öğrenciler de ızgaraları yakmak için çalı çırpı toplamaya başladılar.

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin