Rüveyda
Van Atatürk Lisesi/27 Kasım 1992 Cuma
Bugün Selim yoktu ama tüm okul onun hakkında konuşuyordu. Söylentilere göre, Selim gurubunun başkanlığını bırakmıştı. Kimse inanmak istemiyordu ama yakın arkadaşlarının suskunluğu söylentilerin gerçek olduğunu gösterir gibiydi. İyi de ne olmuş olabilirdi? Yoksa dünkü kavgada ona bir şey mi olmuştu? Teneffüs olur olmaz Selim'in yakın arkadaşı Fehmi Koltaş'ı buldum. Başı bir hayli kalabalıktı. Herkes bir şeyler soruyor, Selimle ilgili bilgiler almaya çalışıyordu. Bir el işareti yapınca kalabalığı yararak yanıma geldi. Selim'i sorduğumda konuşmak istemedi ancak ben ısrar edince kalabalıktan uzaklaşıp tenha bir masaya oturduk.
"İnan bir şey yok. Hem dün kavga falan da olmadı."
"Tamam, o zaman ne olduğunu söyle?"
"Peki Rüveyda ama söylediklerimi şimdilik kimseyle paylaşma."
"Tamam, paylaşmam."
"Şimdi bizim gurubun olmazsa olmaz kuralları var. Mesela konuşulup bir karar alındıktan sonra o karara uymayan guruptan atılır. Dün de Beşyol'da buluşacağımıza dair bir karar almıştık. Bu karara Selim uymayıp buluşmaya gelmediği için arkadaşları topladı ve kendisine cezanın tatbik edilmesini istedi. Tabi hiçbirimiz buna yanaşmadık. Hatta 'Kurallar sizin için geçerli olamaz.' gibi laflar da ettik. Onu ikna için böyle söylemiştik ama bu laflarımıza çok kızdı ve kendi cezasını kendisi kesti. Velhasıl her şey bundan ibaret."
"Hani kendi cezasını kendisinin kestiğini söyledin ya! Merak ediyorum; bunu yaparken bir şey dedi mi?"
"Dediğim gibi, kurallarımızı hatırlattı, yanlış yaptığını söyledi. Bunun gibi şeyler işte."
"Tamam ama tam olarak ne söyledi?"
"Kelimesi kelimesine aklımda değil ki Rüveyda. Hem neden bu kadar sorguluyorsun?"
"Bu benim için çok önemli. Yalvarırım bana tam olarak ne dediğini söyle!"
"Yaklaşık olarak şöyle söyledi. 'Kıymetli arkadaşlar; Haluk Baba benim babam yerinedir. Biliyorum ki siz de onu babanız gibi seversiniz. Elbette ona yapılan saldırı karşılıksız kalmamalıydı. Yine orada çalışan ve okulumuzun öğrencisi olan Rüveyda da küfürlere maruz kalmıştı. Tabi bunun da hesabı sorulmalıydı. Ama ben, karar almamıza rağmen gelmedim ve sizi yalnız bıraktım. Şu ana kadar her dediğimi emir telakki eden kardeşlerim; Biz hiçbir zaman zorbalığın, keyfiliğin tarafı olmadık. Nerede bir ezilen varsa safımızı hep mazlumdan yana belirledik. Bunu yaparken bir milim dahi olsun işe duygularımızı katmadık. Hiç kimseyi kayırmadığımız gibi yanlış yapanın da gözünün yaşına bakmadık. Bu yüzden sadece bu okulda değil bütün bir şehirde haklı bir yerimiz oldu. Hatta bu kardeşlikle yakaladığımız atmosfer, ilimiz sınırlarını da aştı. Ama gördüğünüz gibi bu kez ben yanlış yaptım. Kurallarımız gayet açıktır ve benim cezam da itiraza mahal bırakmayacak kadar nettir. Ben bundan gayri yine sizin kardeşiniz ve bu hareketin bir neferiyim. Baş olarak değil ama nefer olarak aldığınız her kararda olmak ve haklı olduğunuz her davada size omuz vermek isterim. Hür iradenizle yeni bir lider seçinceye kadar görevimi Yahya'ya devrediyorum. Herkes hakkını helal etsin.' Bu kadar Rüveyda. Bunları söyledikten sonra itirazlarımıza aldırmadan çekip gitti."
"Yani kurala niçin uymadığını söylemedi mi?"
"Söylemedi Rüveyda. O söylemeyince biz de sormadık. Usta gidince Yahya ayağa kalktı ve 'Ne olursa olsun bu hareketin lideri yine odur. Her ne kadar ayrıldım dese de başımız gibi davranılacak, hürmette kusur edilmeyecektir.' Diyerek toplantıyı bitirdi. Yalnız arkadaşlar Usta'dan böyle bir karar beklemediklerinden adeta yıkıldılar. Şimdi de çok moralsizler. Müsaaden olursa yanlarına gideyim."
"Peki Fehmi, çok teşekkür ederim." Onun iyi olduğunu bilmek rahatlatmıştı beni ancak ne derse girecek ne de dersi dinleyecek halde değildim. Çıkıp bahçedeki banklardan birine oturdum ve belki gelir diye ha bire bahçe kapısına bakıp durdum. O gelmedi ama teneffüs olunca Zehra koşar adım yanıma geldi ve işaret parmağını bir süre havada salladıktan sonra gülerek konuştu:
"Hayırdır kız? Artık dersleri de eker oldun. Senin gibi bir öğrenciye yakışıyor mu hiç?"
"Konuşulanları duymuyor musun Zehra? Herkes Selim'den bahsediyor. Ondan bir haber almadan rahat edebilir miydim hiç. Hem dün ne oldu biliyor musun?"
"Ne oldu Rüveyda?"
"Birkaç gündür rüyamda Selim'i görüyordum. Garip ve neredeyse hep aynıydı gördüklerim. Onu görüyor, yaklaşıyor ama ne zaman elimi uzatsam uzaklaşıyordu. Hem de öyle uzaklara gidiyordu ki sanki bu evrenin dışına çıkıyordu. O her gidişinde ben öldüğünü düşünüyor ve ağlıyordum. Uyandıktan sonra bile gördüğüm rüyanın etkisinden saatlerce çıkamıyordum. Dün de kavga olacağını duyunca ona bir şey olacak diye çok korktum. Bu yüzden onunla konuştum, gitmemesi için yalvardım. Fakat beni dinlemedi. Ne yaparsam yapayım onu kararından döndüremeyeceğimi anlayınca ağlayarak eve gittim. Az önce Fehmi ile de konuştum ama tam bir cevap alamadım. İlle de kavga edeceğim diye tutturmuşken, ne diye vazgeçti? Sebebini öyle merak ediyorum ki."
"Aslında ben sebebini biliyorum."
"Biliyor musun?"
"Biliyorum ama şimdi söylersem belki canın sıkılır."
"Yalvarırım söyle! Canım hiç olmadığı kadar sıkkın zaten."
"Peki Rüveyda. Şöyle söyleyeyim o zaman. Dün Esra ile oturuyorduk. Kavga olacağını duyunca çok telaşlandı. Çünkü Selim'i iyi tanıyor ve biliyordu ki Haluk Amca'nın mekânını basmaya cüret edenlere, bu yaptıklarını çok ağır ödetecekti. Ancak bu durumda ceza alabilir, okuldan atılabilir hatta hapse düşebilirdi. Bu yüzden hemen kalktı ve Selim'le konuşmaya gitti. Akşam beni telefonla aradığında adeta havalara uçuyordu. Niçin bu kadar mutlu olduğunu sorduğumda 'İnatçı aşığımı tek bir cümlemle yola getirdim.' Dedi."
"Demek Esra vazgeçirmiş."
"Ah Rüveydacığım! Böyle adamlar bir defa sever, gönüllerini bir kez açarlar. Tamam onu çok seviyorsun ama onun tek bir aşkı var; o da Esra. Esra değil kavgadan vazgeçirmek, ölmesini istesin, tereddüt etmeden bunu yapar. Bak kızım! Çok ama çok güzelsin ve herkesin dilindesin. Sana göresi mi yok? Böyle yaparak kendini harap etme artık. Hem üniversite sınavın da yaklaştı. Artık toparla kendini. Bence Haluk Amca'nın yanından da ayrıl. Selim'i ne kadar az görürsen unutman o kadar kolaylaşır."
"Unutmak mı? Çok denedim Zehra. Onu düşünmeyeceğim diye o kadar çok söz verdim ki kendime. Ama bu sözlerimi bir kez bile tutamadım. Gece unutayım dedim, rüyalarıma girdi. Gündüz unutayım dedim; baktığım güneş, çözdüğüm soru, içtiğim su oldu. Yanındayken de özledim ayrıyken de. Onu özlemekten çoğu kere cinnet geçirecek raddelere geldim ancak o anlarda bile cennetimmiş gibi gözüktü gözüme. Fakat artık şunu çok iyi biliyorum ki Selim Esra'yı deliler gibi seviyor. Çünkü dün konuştuğum o kızgın adamı bir tek sevdiği yolundan döndürebilirdi..."
"Hadi kalkıp yüzünü yıka da derse girelim."
"Sen git Zehra!"
"Ya sen Rüveyda?"
"Bilmiyorum Zehra, hiç bilmiyorum..."
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)
FantasíaTaş kalpliler değil yüreğine taş basanlar kazanacaktı... (Az Yayınları farkıyla DR ve tüm seçkin kitapçılarda)