Kanlı topraklar... Efsun abisi öldürüldükten sonra yoluna bile sapmamıştı bu toprakların. Oysa şimdi yanından geçmekten bile tiksindiği yeri gecenin bir yarısı ağır ağır adımlıyordu. Bakımsızlıktan kurumuş, çürümüş fıstık ağaçlarının arasında bir ışık gördü. Işığa doğru hızlandırdı adımlarını. Abisini gördü önce sonra da önünde duran uzun boylu adamı. Adamın arkasından çıkararak abisine doğrulttuğu şeyin silah olduğunu anlayınca koşmaya başladı. Bağırmak istedi ama sanki boğazını görünmeyen bir el nefessiz bırakacak şekilde sıkıyordu. Son bir gayretle yetişmeye çalıştı. Gittikçe hızlanıyordu ki iki el silah sesi duydu. Ardından abisi, koca bir ağacın köklerinden ayrılması gibi düştü yere. Uzun boylu adam aralarından çıktığında abisine yetişti. Başını dizlerinin üzerine aldı. Üzerindeki kanlı gömleğe, göğsünden oluk oluk akan kana baktı. Gözlerinin önünden, ağaçların arkasından bir karaltı geçti. Ve sonra tek el silah sesi daha...
Efsun kan ter içinde uyandı. Güneş daha yeni yeni bulutların arasından görünmeye başlıyordu. Konağın çalışanları çoktan kahvaltı hazırlamaya başlamıştı. Gövdesini yokladı, uzun ve derin bir nefes aldı. İnce, pürüzsüz boynunda gezdirdi elini. Kalkmayı düşündü. Vaz geçti. Yavaşça tekrar yatağın içine süzüldü. Sırt üstü yatarken tavana bir bakış attıktan sonra sağ yanına döndüğünde yastığın altında bir yerlerde, bir sertlik eline dokundu. Yastığı kaldırdı, bir şey göremedi. Tekrar yatmaya çalıştığında bu sefer aynı sertlik kafasına dokununca yastığı eline alıp içerisini yokladı. Yastığın yüzünü bir hışımla yırttı. İçinde yünleri karıştırırken aradığı şeyi buldu. Siyah beze üçgen şekilde sarılmış bir muska yastığın yünlerinin arasına saklanmıştı.
Üzerindeki geceliği umursamadan odadan fırladı. Merdivenlerden inerken beline kadar inen kömür karası, dalgalı saçları sırtını dövüyordu.
- Ayşe! Süphan Abla! Nerde bu konağın çalışanları?
- Buyrun hanımım, diye kara kuru bir kız mutfaktan çıktı.
- Süphan Abla nerede? Gelin bakalım hepiniz karşıma!
- Mutfakta hanımım, kahvaltı için semsek yapıyordu. Çağırayım da gelsin.
- Çabuk ol!
Biraz sonra kan kırmızısı yemenisi, çiçekli entarisiyle balık etli, tonton bir kadın mutfaktan elleri hamurlu çıktı.
- Bu ne Süphan Abla? Elindeki muskayı kadının yüzüne doğru salladı.
- Bu ne hanımım, nereden çıktı?
- Valla onu ben soruyorum. Kaç kere söyledim. Benim odama senle Ayşe'den başka kimse girmeyecek diye. Kim temizledi odamı?
- Dedin, demez olur musun hanımım? Dün Ayşe'yle biz temizlemiştik ama vallahi, ekmek kuran çarpsın görmedim.
- Çarpsın valla ben de görmedim. Bu sefer atılan az önce titreye titreye mutfaktan çıkan kara kuru kız, Ayşe'ydi.
Efsun iyice çileden çıkmak üzereydi.
- Ne demek görmedim? Nasıl temizlik yapıyorsunuz siz?
- Hanımım ben bir bakayım mı ona? Neyin nesiymiş anlarım belki.
Süphan Abla konağın emektarıydı. Destan Hanım onu köyünden daha on ikisindeyken getirtmişti. Kendi elleriyle evlendirmiş, düğününü yapmış, her şeyi öğretmiş, bütün konağı da ona teslim etmişti. Kocası Kâhya Azer ile beraber her şeye yetişirlerdi. Tek eksikleri senelerdir çocukları olmamıştı. Onun için hacılara hocalara gide gele o da öğrenmişti bu büyü muska işlerini. Çocukları olmamıştı ama onlarda Efsun'u kendi çocukları yerine koymuştular. Hem zaten velinimetleri, konağın büyük hanımı Destan Hanımla Affan Beyin de gözünün nuruydu Efsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFSUN HANIM
General FictionÖfkesi de sevdası kadar büyük ve korkunç bir kadın... İsfendiyar Konak'ının en değerli hazinesi... Antep'in kızgın ovalarının, taştan evli dar sokaklarının, uçsuz bucaksız fıstık bahçelerinin güzel ama bir o kadar da gizemli, gök gözlü, katran saçlı...