FİNAL

10.8K 372 109
                                    

Efsun üç gün kaldı hastanede, uyandığında farkındaydı zaten her şeyin. Onu kaybettiğinin farkındaydı. Sonra Karaca... Onun da gittiğini biliyordu. Alışmış mıydı bu duruma, alışabilecek miydi onu bilmiyordu. Şimdi sanki hiç olmamış gibiydi. Sanki içerisinde filizlenmemişti. Onu ilk duyduğunda hissettiği o şey, yerini koca bir boşluğa bırakmıştı.
O sabah herkes oradaydı. Efsun büyük bir kalabalıkla çıktı hastaneden. Halbuki ne çok ihtiyacı vardı yalnızlığa. Ardı ardına sağlığı ile ilgili sorulan sorular, yüzüne acıyarak bakan gözler, içten içe hissettiği boşluk ve o keskin acı... Sadece unutmaya ihtiyacı vardı. Ve sessizlik... Belki de uzun bir süre öylece uyuyup kalmalıydı.
Hep beraber eve gittiler. Süphan, babası, Bedirhan... Hasan Bey gelinini evde bekliyordu. Konak kapısından girerken herkes avluda toplanmış, Efsun'u izliyorlardı. Ya da söyleyeceği bir şeyler bekliyorlardı.
Efsun kimseyle konuşmadı. Bedirhan'ın yardımıyla odasına çıktı. Daha o gelmeden her şey hazır edilmişti.
- Biraz dinlen, uyu hatta. Ben burdayım.
- Iyiyim, aşağı inebilirsin.
- Burdayım Efsun, istediğin bir şey olursa söyle.
- Sadece üzerimi değiştirip uyumak istiyorum.
- Yardım edeyim sana.
Pijamaların olduğu çekmeceden bir tane çıkarıp yatağın üstüne koydu Bedirhan. Sonra karısının giyinmesi için yardım etti. Efsun çok bitkin görünüyordu. Gözleri altında yer edinen koyu halkalar, hastaneye yatırıldığı ilk günden bu yana duruyordu. Kimseyle doğru düzgün konuşmamıştı. Ağlamıyor, bağırmıyor, isyan etmiyordu. Sadece sessiz bir teslimiyet içerisindeydi. Bedirhan onun bu halinden korkuyordu.
- Süphan Ablayı göndereyim istersen. Yanında olur.
- Istemiyorum, biraz uyuyabilsem iyi olurdu.
- Yatağı açıp, seni yatıralım o zaman.
Bedirhan, yatağın örtüsünü kaldırdı. Güzelce düzelttikten sonra Efsun'a yatmasi için yardım etti.
Efsun yatağa girince, Bedirhan da yanına ilişti. Karısının mis kokulu saçlarını okşuyordu.
- Efsun, bu sessizliğin beni korkutuyor. Bak, ben seni o halde gördüm yaa... Seni öyle kanlar içinde hastaneye yetiştirdim ya... Kaybettim sandım. Buraya kadar, bitti sandım. Ama şimdi yeniden burdasın, yanımdasın. Sana dokunabiliyorum. Kokun... Kokunu içime çekebiliyorum. Bundan başka hiçbir şeyin önemi yok. Evet, acıydı, zordu ama geçecek. Biz zamanı gelince koca bir aile olacağız.
Efsun kocasının göğsüne yaslandı, derin bir iç çekip gözlerini kapadı. Her şeyi unutmak ister gibi...
Biraz sonra kocasının göğsünde mışıl mışıl uyuyordu. Ama yüzündeki o derin acı ifadesi... Öyle bir ifade ki Bedirhan bunun hiç geçmeyeceğini düşündü bir an. Yavaşça sıyrıldı yataktan. Aşağı Efsun'u bekleyen ailesinin yanına indi.
Affan Bey damadını görür görmez atıldı.
- Bedirhan, Efsun nasıl?
Bedirhan sıkıntıyla hemen arkasındaki sedire oturdu.
- Bilmiyorum baba, ben onu hic böyle görmedim. Bu çok başka... Çok bitkin, vazgeçmiş gibi sanki... Sanki her şeyini kaybetmiş de hayatında yaşanmaya değer bir şey kalmamış gibi. Gözlerinde alev alev yanan o hırs yok. Çok suskun, sessiz. Ben onun bu haline alışkın değilim baba.
Süphan Abla kafasının içindekileri söyledi.
- Çok zor yaşadıkları oğlum. Elbet düzelecek. Zamana ihtiyacı var. Yeniden kalkacak ayağa.
Hepsi birden "inşallah" dediler.
***
Aradan günler geçti. Efsun odasından kolay kolay çıkmıyordu. Eskisi gibi çalışanlara kök söktürmüyordu. Odasında günü bitiriyor, bazen beraber yenen o yemeklere bile katılmıyordu.
Yine böyle odasında oturken haraya atların yanına gitti. Karaca olmadan burası ona boş geliyordu. Her bir atin yanına gidip tek tek sevdi. Tek tek okşadı burunlarını. Hiçbirine binmek, dört nala koşturmak istemiyordu. Atların arasında ilerlerken gördü onu. Bedirhan'ın hediyesi... Aktay...Ne de çok büyümüştü. Artık güzel, dinç bir at sayılırdı. Onunla ilgilenirken Bedirhan'ın geldiğini duymadı bile.
- Odadan çıkmışsın.
- Atlarla vakit geçirmek istedim.
- Iyi yapmışsın. Hava almak istersen çıkarabilirim seni.
- Yok, yorulmak istemiyorum. Derman'ı gördün mü?
- Uzun zamandır görmüyorum. Istersen adamlara soralım.
- Olur, gelince beni görsün.
Ne o gün, ne de diğer günler Derman gelmedi. Hiçbir ses de çıkmadı. Efsun da endişelendikçe endişelendi. Başına bir şeyler gelmiş olabileceğinden korktu. Bedirhan Derman'ı her yerde aratırken Efsun da çocukluk arkadaşının gelmesini bekledi. Ama bekleyiş nafileydi. Derman zamanından önce gelmeyecekti.
***
- Bu gece ayrı bir karanlık... Gökte hiç yıldız yok.
Bedirhan pencereden dışarıyı seyrederken Efsun saçlarını tarıyordu. Yerinden kalkıp pencerenin önüne geldi o da. Bedirhan haklıydı, kapkara bir geceydi bu. Yıldızların bile aydınlatamadığı bir gece...
- Derman'dan bir haber var mı?
- Yok, yer yarıldı içine girdi sanki. Her yeri aradık, hiçbir yerde yok.
- Bulunmak istemiyor belli ki. Zamanı geldiğini düşündüğünde çıkacaktır ortaya. Bedirhan...
- Efendim güzel gözlüm.
Efsun gökyüzüne bakmaya devam ediyordu.
- Bunca şeyden sonra hiç keşke dedin mi? Yani hiç keşke gelmeseydim, dönmeseydim dedin mi?
- Hayır. Çünkü biliyordum Efsun. Bir gün senin için döneceğimi biliyordum.
- Ben pek çok şeyi böyle hayal etmemiştim.
- Ne demek istiyorsun Efsun?
- Hiç... Uyuyalım mı artık?
- Olur... Efsun... Bebeğini kaybeden tek çift değiliz. Biliyorum, yorulduğunun öyle farkındayım ki. Ama elimden bir şey gelmiyor. Lütfen bana yardım et.
Efsun belli belirsiz kafasını salladı.
- Merak etme.
***
Ertesi sabah kalktıklarında Efsun babasının yanına, doğduğu eve gitmek istedi. Bedirhan onunla gelebileceğini soylese de istemedi.
- Tamam, işe giderken bırakayım o zaman. Akşamda dönerken alırım. Olur mu?
- Olur. Ben de biraz babamla vakit geciririm.
- Sen hazırlan o zaman, ben de onlara haber vereyim.
Efsun odasında hazırlanır hazırlanmaz aşağı indi. Kahvaltı yapmak istememişti. Son günlerde çok bir şey yemiyordu zaten. Bedirhan'la beraber girdiler Isfendiyar konağına. Efsun bu koca konağı, doğduğu büyüdüğü yeri şöyle bir süzdü. En tepede, küçücük balkonlu, avluya bakan odasını gördü. Hala boştu. Kimsenin olmamıştı o Karadağ konağına gelin olduktan sonra. Bu evden çıkışını hatırladı, üzerinde o simsiyah elbiseyle. Ne çok şey yaşanmıştı. Ne çok gün yitirmişti ömründen.
- Efsun, güzel kızım.
Süphan abla elinde tabaklarla sofraya bir şeyler taşıyordu.
- Kahvaltı yapmamışsın Bedirhan Beyim dedi. Bir güzel kahvaltı hazırladım sana. Semsek de yaptım, seversin.
- Olur, severim Süphan Abla. Babam yok mu, yukarıda iner şimdi.
- Geldim, geldim. Deli kızım gelmiş, bir yere gider miyim?
Efsun, babasına sarıldı sıkıca. O da kızını bağrına bastı.
- Nasılsın?
- Iyiyim babam. Sen de bizimle kahvaltı edersin artık.
- Edeceğim tabi, Bedirhan oğlum arayınca seni bekledik biz. Sen gelmeden oturmadık sofraya.
Artık oğlum diyordu Bedirhan'a.
- Eskisi gibi... Eskiden de ben olmadan oturmazdın.
- Öyle ya.
- Ahuzar yok mu?
- Gel otur sen. Kızlar çağırır şimdi.
- Ben çağırayım, hem ne zamandır görmedim.
- Ben de gideyim artık, dedi Bedirhan.
- Kalsaydın oğlum.
- Yok baba, gideyim. Isler bekler. Akşama alırım Efsun'u. Size emanet.
- Gözün arkada kalmasın.
Bedirhan yavaşça karısına yanaştı, saçlarını öptü.
- Görüşürüz.
Bedirhan gittikten sonra Efsun, Ahuzar'ı çağırmak için odasına gitti. Niyeti belki biraz da konuşmaktı. Kapısını birkaç kere tıklayıp yavaşça açtı kapıyı. Ahuzar telefonla konuşuyordu, kapı açılınca telaşla kapattı.
- Kusura bakma, ben duydun sandım.
- Yok, önemli değil. Konuşurken duymamışım.
- Önemli biriydi galiba.
- Kim? Ne?
- Konuştuğun kişi diyorum. Önemliydi galiba, gülüyordun.
- Hee şey, yok. Kurstan hocalar işte.
- Hala devam ediyorsun dimi?
- Biraz ara vermiştim, ondan aramışlar zaten ama şimdi devam ediyorum.
- Güzel, biraz konuşalım mı Ahuzar?
Yatağın karşısındaki sedirin üzerine yanyana oturdular. Bir süre sessizce beklediler. Aslında bekleyiş değildi bu. O kadar çok şey yaşanmıştı ki. Şimdi tek tek gözlerinin önünden geçiyordu.
- Geçmiş olsun Efsun. Sen çok güçlüsün biliyorsun değil mi? Bunu da atlatacaksın.
- Güçlü olmaktan yoruldum Ahuzar. Sana bu eve ilk geldiğinde söylediklerimi hatırlıyor musun?
- Hiç unutmadım ki. Hala aklımda, hala her kelimesini hatırlıyorum. O gün sana asıl hissettiklerimi söyleseydim belki de bambaşka olurdu.
- Keşke demenin kimseye bir faydası yok. Öyle olması gerekiyordu oldu. Her ömürün bir yazgısı var Ahuzar. Her insanın bir vadesi var. Yaşanılan her şeyin bir sebebi var. Bunca yıl geçmişle kavrulan ben bile kurtuldum ondan. Sen de kurtulacaksın. Yepyeni bir hayatın olacak. Daha önce yürümediğin yollardan geçeceksin. Yüreğin yine çarpacak. Hiçbir şeyden korkma Ahuzar. Hiçkimseden korkma. Ben hep arkanda, ardında olacağım. Başladığın her işte desteğin olacağım. Sen hep bu evin kızı olacaksın.
- Biliyorum. Bir an bile şüphe etmedim bundan.
Efsun uzanıp Ahuzar'ın elini tuttu.
- Ben bu konakta doğdum Ahuzar. Bu konakta büyüdüm. Avludaki ağaçlar benimle yaşıt, arkadaşlarım onlar. Bu konakta verdim annemi toprağa, bu konakta yıkadılar abimin cenazesini. Sonraa Peyman... Bu konaktan çıktı tabutuyla. Pencerelerinden az izlemedim gökyüzünü. Şu avlunun içinde az koşturmadım. Ama şimdi... Şimdi ben yokum. Bu konak sana emanet Ahuzar. Sen karışmalısın bu konağın harcına. Avludaki çiçekleri sen sulamalısın. Ağaçlardaki yemişleri sen toplamalısın. Sen yaşatmalısın bu konağı, yaşatmalısın ki gözüm arkada kalmasın.
- Efsun...
- Burası senin evin, yuvan... Burdakilerin kızı, kardeşi, ablasısın. Bunu kimsenin değiştirmesine izin verme. Sen sarılmalısın köklerinle bu avluya. Söz ver bana.
- Efsun ben...
- Söz ver.
- Öyle olsun Efsun Hanım. Lakin senin olduğun hiçbir yerde beni dinlemezler. Kolay mı Efsun Hanım olmak?
Gülüştüler.
- Hadi aşağı inelim, kahvaltıya bekliyorlar.
Beraber aşağı indiler. Süphan yine dokturmuştu. Efsun uzun zaman sonra bu sofrada böyle keyifle yemek yiyordu. Kahvaltıdan sonra baba kız avluda kahvelerini içtiler. Eskisi gibi... Efsun uzun uzun dertleşti babasıyla.
- Bunca yıl ne öğrendiysem senden. Halim tavrım, davranışlarım hep senden. Hatta gördüğüm bunca saygı bile...
- Orda dur bakalım Efsun Hanım. Insan kendi kendini saydırır. O iş öyle babayla, atayla olmaz. Önünde el pençe divan da dursalar arkanı döner dönmez başlarlar sövmeye. Ne atalar var yiğitleri sayılmamış. Kaç yiğit var senin adaletininin, cesaretininin, merhametininin yanından bile geçememiş.
Efsun güldü, bacaklarını şöyle bir toplayıp babasının dizine yatıverdi.
- Hayırdır Efsun Hanım?
- Çocukken dizlerine yatardım. "A benim deli kızım, delişmen kızım" diye saçlarımı okşardın.
Babası kızının katran saçlarını usul usul okşamaya başladı.
- Yine yaparım. Bilseydim çocuk kalmışsın daha önce de yapardım. Ne bileyim deli kızımın büyümediğini.
***
Akşama Bedirhan geldiğinde akşam yemeğine de kaldı. Kayınpederiyle kahvesini de içince müsade istedi. Affan Bey'de onlara erkenden izin verdi.
- Nasıl geçti günün?
- Güzeldi. Uzun zamandır böyle bir gün geçirmemiştim.
- Iyi geldi değil mi?
- Öyle. Sen neler yaptın? İş güç işte canım.
- Yarın ben de fabrikayla otele bakayım. Hatta yarın beraber okula gidelim mi?
- Olur güzel gözlüm. Sabah okula gideriz. Sonra da ben seni otele bırakırım.
Gece binbir çeşit rüya gördü Efsun. Birinde yemyeşil bir çayırda koşuyordu. Ulaşmaya çalıştığı yer, Bedirhan'dı. Ulaşamadan uyandı. Birinde Karaca'nın üzerinde dört nala genç bir kızdı. Birinde annesinin kucağında küçücük bir çocuk... Bir başkasında abisiyle koşuşturuyordu konak avlusunda. En son birinde Rumkale'deydi. Büyük bir uçurumun kenarında...
***
Sabah uyanınca aşağı indi. Bedirhan daha uyuyordu. Mutfağa girdi, kahvaltıyı avluya hazırlamalarını söyledi. Tek tek emir verdi yine. Emir vermekle yetinmedi, yardim da etti hepsine. Konağın çalışanlarıyla beraber kurdular sofrayı. Bedirhan aşağı inerken elinde tabaklar, sofraya bir şeyler taşıyan karısını gördü. Zelal Hanım, Hasan Bey herkes sofradaydı. Efsun suskun ama mutluydu. "Kendine geliyor yavaş da olsa." diye düşündü Bedirhan. Onsuz bir yaşamı hayal bile edemiyordu artık. Ödemesi gereken bir bedel olduğunu biliyordu, bunca yıl sakladığı sırrın bir bedeli olmalıydı. Ama bu bedel ailesi olmamalıydı. Hele Efsun... Allah biliyor yaa çok dua etmişti bunun için.
Kahvaltıdan sonra ilk iş arabaya atlayıp Kanlı Topraklara, okulun yapıldığı yere geldiler. Vakıf son hızla çalışıyordu. Neredeyse bitmişti. Yeni döneme öğrencileriyle başlayacaktı. Vakıf yetkilileriyle görüştüler, detayları öğrendiler.
- Neredeyse bitmiş.
- Evet, Efsun Hanım hayalin gerçek oluyor. Bu bahçede çocukların koşuşturduğunu da göreceğiz beraber.
- Öyle... Bu okul yaşamalı Bedirhan. Her zaman imkanı olmayan ama hayalleri olan çocuklara yardım etmeli.
- Merak etme, öyle olacak zaten. Sen kurdun burayı unuttun mu? Efsun Hanım'ın kurduğu okul binlerce çocuğa umut olacak.
Efsun sıcacık gülümsedi.
- Burası benimle yaşayacak, beni yaşatacak. Burda binlerce çocuğum olacak. Meryem'in adını da yaşatacak. Gittiğimiz yerlerden buraya bakıp mutlu olacağız.
***
Okuldan çıktıktan sonra Bedirhan karısını otele bıraktı. Efsun da oradan bahçelere geçti. Uzun uzun gezdi bahçeleri. Her bir ağacın yapraklarını, mahsulünü kontrol etti. Bu sene mahsul iyiydi, çoktu. Efsun Hanım'ın uyguladığı yöntemler meyvelerini veriyordu. Karadağların bakımsız fıstık ağaçları, fıstıktan başlarını eğmişlerdi. Çorak, ıssız bahçeler şenlenmiş, canlanmıştı. Can vermişti Efsun Hanım buralara. Uzun uzun seyretti uçsuz bucaksız bahçeleri.
***
Eve döndüğünde akşama yakındı. Bedirhan'ı arayıp evde olduğunu söyledi. Akşam yemeği hazırlıklarını konağın ahalisi hep beraber yaptı. Akşam iyice inip sofralar kurulmadan Hasan Bey ile avluda kahvesini içti.
- Sormaya da korkuyorum ammaa iyisin değil mi kızım?
- Iyiyim, merak etmeyin.
- Ederim. Cümle evladımdan daha hayırlı çıktın sen bana. Sen daha bu konağa gelmeden de emindim ya ben bundan, yanıltmadın beni. Her daim yüzümü ağ ettin kızım.
- Burası benim evim, sizlerde ailem. Geldiğim ilk gün dedim daha. Nasıl ki doğup büyüdüğüm evi sevip saydıysam, burayı da öyle sevip saydim. Ben üzerime düşeni elimden geldiğince yapmaya çalıştım.
- Sağ olasın kızım.
Akşama sofralar kuruldu, yemekler yendi. Eskisi gibi değilse de Karadağ konağı bir nebze şenlendi. Efsun akşam yemeğinden sonra Melik Usta'yı çağırmaları için adamlara haber verdi. Bedirhan adamlara bırakmadan kendi alıp geldi ustayı. Efsun ustasını kapıda karşıladı.
- Hoş geldin Melik Usta.
- Hoş bulduk, hayırdır Efsun Hanım? Akşam akşam ayağına gelmemizin sebebi nedir?
- Estağfurullah usta, niyetim ayağıma çağırmak değil misafir etmekti.
- İyi bakalım.
Yeniden sofra kuruldu. Çaylar, kahveler yapıldı. Baklavalarla sofralar süslendi.
- Ne gerek vardı bunca hazırlığa beyim?
- Olur mu öyle şey Melik. Sen bizim misafirinizsin, hem de pek değerlisin.
Melik Usta, Hasan Bey, Bedirhan kendilerini sohbete öyle bir kaptırmışlardı ki mutfakta işi biten Efsun yanlarına döndü.
- Eee Usta, de bakalım senin kumlar neler söylüyor?
- Amaaann ben bilmez miyim bunun huyunu? Bereket ki aldım yanıma.
Usta kumlarını serdi. Önce kumlara bir süre baktı. Sonra bir şeyler çizdi, bir şeyler mırıldandı.
- Uzaktan bir gelenin var Efsun kızım. Hayır mı şer mi bilemedim. Uzunca da bir yolun var. Pek uzun ama aydınlık... Sanki yolun sonu bir çeşit ışık huzmesi...
Bedirhan ustaya dönüp sordu.
- Yolunda tek mi Usta? Yok mu yanında yürüyeni?
- Var ya, bir de yoldaşı var.
Usta topladı kumlarını.
- E daha ne dedin ki usta? Ben bir şey anlamadım yine.
- Ne zaman anladın ki? Hep anlamadım deyip durmaz mısın?
- Ama bu sefer pek kısa olmadı mı?
- Yaşam kısa yaşam! Ömür dediğin ne ki? Bir an, bir yanılma, bir yalan. Varlık dünyası burası değil ki. Neyi sorarsın?
- Öyle de hiç mi düşünmeyelim ezeli ebedi?
- Ezel geçti, o senden önceydi. Öncesinin şimdiye var mı bir faydası? Şimdinin var mı önceyi değiştirme kudreti? Ebedse senden sonrası... Sen küçük kıyameti yaşadıktan sonra neyine gerek dünya varlıkta mıdır yoklukta mı? Ne demiş "Ayağını sıcak tut, başını serin. Gönlünü ferah tut, düşünme derin." Bu anındır önemli olan, yarının gözleri kördür kızım.
Melik Usta anlattı, onlar dinledi. Kumları yaydıktan sonra vardı bir huzursuzluğu ama kimse sormadı. Gece sona erdiğinde Bedirhan ustayı bırakmak istedi. Ama usta çocuklardan biriyle gitmeyi tercih etti.
- Ben giderim oğlum, sen karının yanında ol.
Bedirhan odasına çıktığında Efsun yatmaya hazırlanıyordu. Gül işlemeli tarağıyla uzun saçlarını taramaya koyuldu. Bedirhan tarağı aldı, karısının çiçek kokan saçlarını kendisi taramaya başladı.
- Melik Usta'nın bahsettiği misafir Derman olmasın. Yani sence bunca zamandır nerdedir Bedirhan? Neden gitti?
- Melik Usta kimden bahsetti bilmem ama sen niye bu kadar merak ediyorsun?
Efsun geriye, kocasına döndü.
- Derman benim çocukluk arkadaşım Bedirhan. En iyi adamım. Şimdi nereye, neden gittiğini bilmem gerek.
- Bilmiyorum Efsun, elimden geleni yaptım. Her yerde aradı, yok.
Bedirhan iç geçirerek oturdu yatağın üzerine.
- Rumkaleye gidelim ister misin? Sen de biraz açılırsın. Hem güzel bir tekne gezintisi yaparız.
Efsun itiraz etmedi.
- Olur, yarın mı?
- Yarın sabahtan çıkar gideriz. Kahvaltıyı bile orada yaparız.
- Nehrin kıyısında gözleme yapan yaşlı bir teyze var. Orda yapalım o zaman.
Bedirhan karısının yüzünü avucunun içine aldı.
- Öyle yapalım o zaman.
***
Sabah erken yola koyuldular. Merkezden Rumkaleye aheste aheste yol aldılar. Gittiklerinde yaşlı teyze bir gayret gözlemeler açıyordu. Efsun kadına yanaştı.
- Biz iki gözlemeyle iki de çay alabilir miyiz?
- Buyrun tabi yavrum, buyrun. Hemen getirir bizim sıpa. Nasıl olsun gözlemeleriniz?
Efsun arkasına döndü.
- Patatesli olsun.
Bedirhan da onaylar şekilde gülümseyerek başını salladı.
Birazdan 16-17 yaşlarında cılız bir oğlan gözlemlerle, çayı getirdi. Afiyetle yediler.
- Hakikaten güzelmiş gözlemeler. Ben bir tane daha yiyeceğim sen.
- Bana bu yetti.
- Yersin yersin, bana eşlik edersin hem.
Efsun güldü.
- Peki, bu sefer peynirli olsun.
- Bak bakalım buraya genç!
Az önceki çocuk koşarak geldi.
- Biz iki tane peynirli gözleme, iki de çay istiyoruz.
- Tamam abi, hemen.
Gözlemeler geldi. Efsun daha yarısını yemeden Bedirhan bitirmişti bile. Hesabı ödeyip onları bekleyen tekneye atladılar. Tekne açıldıkça açıldı. Fırat'ın yemyeşil suyu usulca akıyordu. Havada sert bir rüzgar... Efsun yanlarından geçen kayaları, uçurumları seyrediyordu. Ne güzeldi, ne yeşildi, ne huzur vericiydi burası.
Halfetiye kadar gittiler, o meşhur gül suyundan aldılar. Bir yere oturup gül şerbeti içtiler. Vakit öğleden sonraydı. Efsun nehirde gezintiden sonra vakitlice eve gitmek istedi. Mutluydu, huzurluydu ama yorulmuştu.
Tekrar yola koyuldular. Efsun'un üzerinde kırmızı bir elbise... Teknenin burnunda, Fırat'ın sonsuz yeşilliğinin içinde öyle güzel görünüyordu ki. Bedirhan tekneyi usulca bir yerde durdurup karısının yanına gitti. Ona sarıldı.
- Biraz izleyelim ister misin?
- Olur.
Vakit hayli geçip hava da soğuyunca yola çıkmaya kara verdiler. Efsun bir ara kaptan köşküne, içeri geçti. Bedirhan teknenin güvertesinde oturuyordu. Birden bir ses işitti. Arkasını döndüğünde oradaydı, karşısında... Derman dönmüştü.
***
-Derman! Sen... Sen nereden çıktın?
- Ne bir soru soracağım ne de sorularını yanıtlayacağım. Her şeyi bitirmeye geldim.
***
Efsun dışardan gelen bazı sesler duydu. Dışarı, güverteye çıktığında elindeki silahı Bedirhan' a doğrultmuş Derman'ı gördü.
- Derman!
Derman hemen yanında duran kadını, o zaman fark etti.
- Derman, sen ne yaptığını sanıyorsun? Sen nasıl, ne zaman geldin?
- Efsun geride dur, uzak dur! dedi Bedirhan. Efsun'u korumaya çalışıyordu.
Derman Efsun'a doğru döndü ama namlunun ucunda hala Bedirhan vardı.
- Çok uzun yıllar... Çok uzun zaman yanındaydım, yanıbaşındaydım Efsun. Her an gölge gibi ardındaydım. Ne istediysen yaptım. Sen beni gör diye, sen beni duy diye!
- Sakin ol Derman! Sen ne yaptığını bilmiyorsun.
- Evet, ben ne yaptığımı bilmiyorum. Çünkü dayanamıyorum artık! Katlanamıyorum çünkü! Sana verdikleri zararı kaldıramıyorum, yüklendiğin acıları kaldıramıyorum. Halbuki o gelmeden hayatımız ne kadar sakindi, sadeydi.
Bedirhan'a acımasız ve donuk gözlerle bakıyordu şimdi.
- Sen gelmeseydin her şey eskisi gibi olurdu. Hayatım boyunca gölge gibi ardında durabilirdim. Ömrüm boyunca hiçbir şey beklemeden onun için çalışabilirdim.
Efsun'a döndü.
- Senden bir gram sevgi beklemedim ben Efsun! Ama o... Gelir gelmez mahfetti her şeyi. Gelir gelmez çaldı seni! Onca yıl beni görmeyen sen, onu gördün. Bir kere bile sesimi duymayan sen, onun fısıltılarını duydun!
Bedirhan duyduklarına inanamıyordu.
- Neler söylüyorsun sen? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Seninkine yemek yediği kaba pislemek denir! Anlamıştım zaten, fark etmiştim!
- Kes sesini! Senin konuşmaya bile hakkın yok! Ona yaşattıklarını unutacağımı mı sanıyorsun. Efsun unutsa ben unutmam!

Derman titriyordu, Efsun her şeyin farkındaydı. Birazdan bu silah patlayacaktı. Derman'ın gözlerindeki nefreti görebiliyordu. Nasıl bu kadar kinlenmiş olabilirdi ki? Bedirhan'ı sevmediğini biliyordu. Kendisine olan bağlılığınında farkındaydı. Ama gözü bu kadar kararmış olamazdı. Bir şeyler yapmalıydı, onu engellemeliydi. Bedirhan'ın, sevdiği adamın, ölmesine izin veremezdi.
- Ne desen haklısın Derman. Ama ben unuttum hepsini. Geçmişi sildim, onunla yepyeni bir hayata başladım.
- O sana iyi gelmiyor! Kaybettin! Her şeyini kaybettin! Lanetli sanki... Elini değdirdiği, dokunduğu her sey mahvoluyor. Sen... Sen günden güne eriyorsun Efsun. Sürekli acı çekiyorsun. Sürekli bir şeyleri düzeltmeye çalışıyorsun.
- Ben onu seviyorum Derman! Ne olursa olsun her şeyi unutup onunla olmak istiyorum.
Derman duyduklarına inanamıyordu, şaşkındı. Silâhı daha bir sıkı kavradı. Bedirhan onun Efsun' a bir şey yapmasından korkuyodu.
- Derman... Bana bak! Eğer onun saçının teline zarar verirsen seni öldürürüm. Ne derdin varsa benimle. Benimle gör hesabını! Ona dokunamazsın, ona zarar vermezsin. Derman, Bedirhan'ı duymuyordu bile. Onun kulaklarında tek bir cümle çınlıyordu. Tek bir cümle tekrarlıyordu zihninde. "Onu seviyorum." Efsun, onu seviyordu.
- Onu seviyorsun öyle mi? Sana bu kadar acı çektiren adamı seviyorsun? Kanlın olan adamı seviyorsun.
Derman fısıldar gibi konuşuyordu. Gözleri Bedirhan'daydı. Elleri sıkı sıkı silahta... Kendinde değildi.
- Onu seviyorsun ha!?
Derman silahı ateşledi, Efsun olanca kuvvetiyle Bedirhan'ın üzerine savurdu kendini. Bedirhan karısının beline sarıldı. İkisi birden güvertenin ucundan Fırat'ın serin sularıyla buluştu. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki Derman ikisinin suyun üzerine düşüşünü algıladı sadece. Yavaşça, usulca suyun içinde kayboldular. Efsun'un kan kırmızısı elbisesi göründü bir süre suda. Sonra o da kayboldu.
Tek bir kurşun... Efsun'un göğsünden giren kurşun, Bedirhan'ın kalbine saplanmıştı. İki yürek, bir kurşunla sonsuza dek bağlanmıştı.
=SON=
FINAL ISTEMEYENLERE KÖTÜ HABER AMA MAALESEF EFSUN VE BEDIRHANIN HİKAYESİ BURAYA KADARDI. KAFAMDAKI DIGER KURGULARI SUSTURAMADIM. BITMESI GEREKIYORDU VE BENCE GITTIKCE BOLUMLERIN KALITESI DE DÜŞÜYORDU. EFSUN ÇOK ÖNDEYDİ HER ZAMAN VE DIGER KARAKTERLERIME HAKSIZLIK ETMIS GIBI OLUYORDUM.
BU HIKAYENIN BENIM ICIN ONEMINI ANLAYAMAZSINIZ GERCEKTEN. CESARET EDIP BASLADIGIM VE SIZIN BIRBIRINDEN GUZEL YORUMLARINIZLA DEVAM ETTIRMEYE GUC YETIREBILDIGIM ILK GOZ AGRIM... BUNDAN SONRA BASKA HIKAYELERLE BIR ARADA OLACAGIM SIZINLE. CUNKU SIZLER BENIM IKINCI AILEMSINIZ. INSAN BAZEN GORMEDIGI, SESINI DUYMADIGI INSANLARI DA SEVEBILIR. GEREKSIZ DE BIR HASSASIYET VAR KI UZERIMDE SORMAYIM, PEK DUYGUSALIM HIKAYEM BITTI DIYE.
BAZILARINIZ BANA KIZACAK BILIYORUM AMA ELIMDEN GELEN BUYDU. COK UZAMIS OLMASI DA BENI COK YORDU. KAFAMDAKI DIGER KURGULARI SUSTURABILSEYDIM KESKE. BU HIKAYEDEKI DIGER KARAKTERLERI BASKA HIKAYELERDE, BASKA KITAPLARDA DUSLUYORUM SIMDILIK.
HEPINIZI SEVIYORUM VE BANA VERDIGINIZ DESTEK ICIN DE MINNETTARIM.
EFSUN HANIM ICIN VEDA VAKTI...
GULE GULE EFSUN!

EFSUN HANIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin