Her yere adamlar salındı. Hasan Bey'in emriyle havaalanı, otogar, her yere adam dikildi. Oğlu ne yaptı bilmiyordu ama haline bakılırsa Efsun da gittiğine göre bu işin sonu hayra alamet değil diye düşündü. Konaktaki herkes o burnu havada, öfkeli, sağa sola emirler yağdıran hanımlarından bir haber beklediler. Bedirhan da aynı onlar gibi gözleri yoldaydı. Ondan gelecek ufacık bir habere muhtaçtı. Efsun'un odasına girdiğinde gözlerinden süzülen bir iki damla yaşa engel olamadı. Bir daha gelmeyecek olması, onsuzluk cehennem gibi geldi ona. Ne ara bu kadar müptelası olmuştu. Ne ara geceliğindeki kokuya, tarağındaki saç teline bağımlı olmuştu. Hem de hiç dokunmadan.
Efsun gün boyunca nerede olduğunu kendisi de bilemedi. Öyle bir sürdü ki Karaca'yı çok geçmeden onun bile iflahı kesildi. Gitmek, dönmek istemedi konağa. Bir yandan Bedirhan'a lanetler yağdırdı bir yandan da uzakta olmanın ateşiyle kavruldu durdu. Kendisine kızdı. O adamı sevmemesi gerektiğini en başından beri biliyordu. Kendine hakim olamamıştı. Yüreğine söz geçirememişti. Bir yandan da intikam isteği uyandı içinde. İşte şimdi şeytanın aklına uymanın vaktiydi.
Akşam olmadan gitti kanlı topraklara. Düğünden hemen sonra Hasan Bey tapuyu onun üzerine geçirmişti. Aşiretin buna asla izin vermeyeceğini bile bile satacaktı burayı. Bu lanet yeri... Her şeyin başlangıcı olan yeri elden çıkaracaktı. Madem lanetliydi burası, Efsun da o laneti kırmasını bilecekti. Dediği gibi de yaptı. Gün boyunca her yerde aranırken elden çıkardı burayı. Hem de arsa öyle güzel bir iş için kullanılacaktı ki. Efsun hem Karadağların gözü gibi baktığı kanlı toprakları satıp onlardan intikam alacak hem de yıllardır ıssızlığında boğulan toprağı şenlendirecekti. Tabi aynı zamanda aşirette kıyamet de kopacaktı. Düşünmedi bile. "Benden sonrası isterse cehennem olsun!"
Bir gün içinde halledildi işler. Efsun imzayı attı. Attığı gibi da Karaca'yla beraber çarşının yolunu tuttu. Gün geceye dönmek üzereydi. Melik Usta dükkanını topluyordu. Efsun atından inip ona doğru koştu. Sarıldı, ihtiyar da onu sıkıca sarmaladı.
- Yine ne işler aldın başına? Allah biliyor ya dünden beri bir sıkıntı var içimde.
- Kanlı toprakları sattım.
- Ne?! Karadağların haberi var mı?
- Daha yok.
- Geç, otur bakalım.
Efsun'a yer gösterdi, o da oturdu. Melik Usta'da dükkanı toparlamayı bırakıp yanına ilişti.
- Niye yaptın bunu?
- Onların, onun canını yakmak için.
- Neden? Niye be kızım?
- Beni aşağıladı Usta. Kırdı, örseledi.
Efsun Melik Usta'ya ne olduğunu anlatmadan ağladı. O da evladı gibi bildiği kızının acısına ortak olmaya çalıştı.
- Belli ki çok üzmüş seni. Sebep ne? Bir sorsaydın bari yavrum. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Eğer orayı sattığını duyarlarsa başın iyice belaya girecek. Hem sen ne zamandır sağda solda geziniyorsun? Bugün Karadağların adamlarını gördüm buralarda. Seni arıyor olmasınlar.
- O da gelmiş miydi? Gördün mü onu?
- Kim?
- O işte, Bedirhan Ağa.
- Bunca sevdaya tutulmuşken bu inat, bu kadar acı çekmek niye?
Efsun cevap vermedi. Melik Usta haklıydı. Kör kütük aşıktı o adama. Hatta dün gece o iğrençlik yaşanmasa itiraf bile edecekti. Artık geri dönmesi gerektiğini biliyordu. Adamlar ortalıkta dolandığına göre onu arıyorlardı. Ahuzar'ın hayatını tehlikeye atmak isteyeceği son şeydi. Hiç kimse için değilse bile Ahuzar için dönecekti konağa. Birden ayaklandı. Melik Usta şaşkın bakışlarla izledi onu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFSUN HANIM
General FictionÖfkesi de sevdası kadar büyük ve korkunç bir kadın... İsfendiyar Konak'ının en değerli hazinesi... Antep'in kızgın ovalarının, taştan evli dar sokaklarının, uçsuz bucaksız fıstık bahçelerinin güzel ama bir o kadar da gizemli, gök gözlü, katran saçlı...