Hasan Bey, Affan Bey'i iki ağanında sık sık gittiği, ikisinin de eski dostu olan, Mecit'in yerine çağırdı. Mecit, hem Affan Bey hem de Hasan Bey ile uzun yıllardır görüşürdü. Yeri gelir dertlerini dinler, yeri gelir öfkelerini yatıştırırdı. Bunca yıldır iki ailenin evlatları korkuyla da olsa yaşıyorsa bunda Mecit'in de payı vardı. Hasan Bey yanında Rüstem'i, Affan Bey Azer'i getirmişti. Bu iki ihtiyar, bugün el sıkışırken iki düşman ailenin lideri değil de acılı iki babaydı. Mecit, bu gece restoranını eski dostları için kapatmıştı.
- Ağalar, bir isteğiniz var mı?
- Yok Mecit, sağ olasın.
İkisi de bir adım arkalarında bekleyen adamlarını gönderdi. Yalnız konuşacaklardı.
- Lafı uzatmayacağım Affan. Senden bir oğul aldım. Ne desem, ne yapsam boş. Seni ölene kadar oğluna hasret bıraktım. Dört gün... Ben dört gündür evladımı görmüyorum Affan. Ama içim öyle yanıyor ki sense yıllarca içinde cehennemi taşımışsın.
- Biz de senden kardeşini aldık Hasan. Sana Cemşit'in ölüsünü kendi ellerimle getirdim. Ama evlat öyle mi? Evlat canın yongası Hasan, evlat insanın ciğeri... Hiçbir şey onun yerini doldurmaz, onun acısını dindirmez. Bizim kaderimiz de buymuş, bir bir evlatlarımızı toprağa koymakmış. Aşiret çoktan kararı verdi. Bundan sonra elimizden bir şey gelmez.
- Gelir Affan. Elimizden bir şey gelir. Kızımı toprağa vermektense oğlumu sana bağışlarım. Bir oğul aldım, yerine bir başkasını sana feda ederim.
- Ne diyorsun Hasan?
- Berdel diyorum, berdel yapalım. Kızımı oğluna verdim, sen de Efsun'u bana bağışla.
- Hasan, Efsun'u öldürsem Ayhan'a varmaz. Hem bilmez misin Ayhan'ın bize nasıl düşman olduğunu.
- Ayhan değil. Affan Bey, Efsun'u Bedirhan'a isterim. Başka türlü bu kan durmaz. Barış yapalım, cenaze değil düğün kuralım.
Affan Bey, cevap vermeden bir an önce düşündü. Ekber'in ölüsü geldi gözünün önüne. Kanlı gömleği... Biraz sonra Ekber'in yüzü silindi, yerine Peyman'ınki geldi. Aynı kan, aynı gömlek, iki farklı oğul... Destan yerine Anber'in kederi... Bunca acıya değer miydi?
- Kızım senindir. Buralarda onun gibisini bulamazsın Hasan. Onun kadar hırçını, öfkelisi yoktur ama kendini saydırırsan gözün arkada kalmaz. Oğullarından daha evla oğul olur sana. Kızın da bana emanettir.
- Efsun'un methini duyardım. Sözüm söz, kızın kızımdır. Ahuzar'dan ayırmam. Oğlumda bir günden bir güne ne sana ne ailene saygıda kusur etmeyecek. Ne Peyman'ın ne de Ekber'in yerini tutmaz ama sana oğul olacak.
Ağalar kalktı, el sıkıştılar. İkisinin de yüreğindeki yük kalkmıştı. Aşirete haber saldılar, aşiret büyüklerine duyurdular. Affan Bey'le Hasan Bey anlaşmıştı, berdel olacaktı. Şimdi asıl mesele Efsun ile Bedirhan'a hükmü bildirmekti.
Affan Bey, eve varır varmaz Süphan'a Efsun'u sordu.
- Süphan!
- Beyim, siz konakta değil miydiniz?
- Sana icazet mi vereceğim?
- Yok da ben...
- Efsun nerede?
- Konakta değil beyim. Siz aşiret ağaları ile görüşürken Efsun otele gitti. Bu gece orada kalacakmış.
- Nasıl gitti? Niye kimseye haber vermedi?
- Bilmem ki beyim. Zaten pek bir sinirliydi. Bir şey soramadık.
- İyi, gelince haber verin. Yanıma gelsin konuşacaklarım var. Peyman'ı şu kızla beraber bana yolla. Büyük salondayım, bana da bir kahve yap.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFSUN HANIM
General FictionÖfkesi de sevdası kadar büyük ve korkunç bir kadın... İsfendiyar Konak'ının en değerli hazinesi... Antep'in kızgın ovalarının, taştan evli dar sokaklarının, uçsuz bucaksız fıstık bahçelerinin güzel ama bir o kadar da gizemli, gök gözlü, katran saçlı...