Efsun küçük bir yara bandıyla parmağını sardı. Kocasıyla beraber kahvaltıya indi. Zelal Hanım az önce gelen sesin ne olduğunu merak ediyordu.
- Bir şey yok, ufak bir kaza oldu.
Hasan Bey, iki kadın arasındaki gerginliği dağıtmak için;
- Bugün bahçelere gidiyorsunuz değil mi? diye sordu.
- Gidiyoruz baba, kahvaltımızı yapıp çıkacağız.
Efsun kahvaltı boyunca sustu, yaralı parmağına bakıp durdu. Bedirhan da onu izledi. Dünden beri bir şey vardı ya, bir türlü çözemiyordu ne olduğunu. Bütün Antep'i titreten, sözü üzerine söz söylenmeyen, hırçın, dik başlı Efsun Hanım sessiz, ıssız çöller gibiydi. Alev alev yanan gök mavisi gözleri uzaklara takılıp kalıyordu. Kahvaltıdan sonra Hasan Bey'le beraber aşağı avluya indiler.
- Haydi bakalım, yolunuz açık olsun. Ben de ne zamandır fabrikalara uğramadım. Bir bakayım ne halde.
Hasan Bey fabrikalara gitmek için konağın kapısından çıktı, arabaya bindi. Efsun, Derman'a seslendi.
- Derman!
- Buyur hanımım.
- Bana Karaca'yı getir, Bedirhan Ağa'ya da esaslı bir küheylan. İhtiyacı olacak.
Bedirhan'ın şaşkın bakışları arasında Derman, Karaca ile kahverengi, alacalı bir küheylan getirdi.
- Atla mı gideceğiz?
- Binmeyi bilmiyorum demeyeceksin herhalde.
- O kadar da değil Efsun Hanım, biz de bu toprağın çocuğuyuz. Biz de bu ovalarda koştuk, bu ırmağın suyunu içtik. Bir ata da binemeyecek miyiz?
Sabahtan beri Efsun'un yağmurlu gökler gibi kasvetli yüzü, atları görünce birden aydınlandı. Ay parçası yüzüne güneş doğdu sanki. O gülümseyince Bedirhan'ın yüreğine, nerden geldi bilinmez, kelebekler doldu. Efsun tek hamlede attı kendini Karaca'nın üstüne.
- Madem öyle, elini çabuk tutsan iyi olur Bedirhan Ağa. Buralarda benden hızlısını bulamazsın, kaybetmeyesin sonra.
Efsun Karaca'yı son hızla koşturdu. Bedirhan'da ardından konaktan çıktı. "Bu kadının sesinin nehir şırıltısından ne farkı var ki..."
***
Ayhan akşam abisinin çalışma odasında, çekmecede sakladığı silahı aldı. Sabah da Bedirhan'la Efsun'un konaktan çıktığı havadisi kuş olup uçtu ona. Yanındaki adamlara silahı teslim edip emrini verdi. Efsun'un kanını dökecek olan Ayhan'dı. Ama abisinin gözünün içine baka baka yapmaya cesareti yoktu. Koru eliyle tutacak değildi, esaslı maşalar buldu kendine. Bahçelere giderken geçecekleri ormanda Ayhan'ın emri yerine gelecekti. "Karadağ konağının üzerindeki kara bulutlar dağılacak."
Efsun Karaca'nın üzerinde rüzgârla yarışıyordu. Bedirhan arkasından yetişmeye çalıştı.
- Anladık Efsun. Tamam, sen kazandın. Yavaşla artık!
- Hayırdır Bedirhan Ağa, yoruldun herhalde!
- Yorulmadım. Çok hızlısın, başımıza bir iş gelecek. Ormana gireceğiz şimdi.
- Bahçelere kadar durmak yok. Has küheylan binicisinden belli olur, Bedirhan Ağa!
Efsun Karaca'yı koşturdukça koşturdu. Aynı hızla da ormana girdi. Öyle hızlıydı ki Bedirhan onu çoktan gözden kaybetmişti. Biraz sonra Efsun, çalıların arasında kendine doğrultulmuş bir namlunun ucundaydı. Yıllar önce abisinin can verdiği silahla canını almaya hazırlanıyorlardı. O sırada tuhaf bir şey oldu. Karaca, çocukluğundan beri dost bildiği Efsun'a doğrultulan silahın fark etmiş gibi bir anda huysuzlandı. Öyle huysuzlandı ki şaha kalkıyor, çifte atıyor, sağa sola kendini savuruyordu. Efsun ne olduğunu anlamadan atını sakinleştirmeye çalıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFSUN HANIM
General FictionÖfkesi de sevdası kadar büyük ve korkunç bir kadın... İsfendiyar Konak'ının en değerli hazinesi... Antep'in kızgın ovalarının, taştan evli dar sokaklarının, uçsuz bucaksız fıstık bahçelerinin güzel ama bir o kadar da gizemli, gök gözlü, katran saçlı...