25. Bölüm

137 13 2
                                    

Edward kapı çalınca oturduğu yerden kalktı ve kapı deliğinden kim olduğuna bakmayı unutup kapıyı açtı. Kapıyı açmasıyla otomatik lamba da yanmış ve Sam'in yüzü parlamıştı. Sırtında çantasıyla karşısında duruyordu. Yüzündeki sıradan ifade birden kayboldu. Sam'e hızla sarılmadan önce ağlamaklı bir  halde :
"Oğlum." Diyebilmişti sadece. Bir süre öyle kaldıktan sonra oğlunu iki omzundan tuttu ve sordu.
"Neden bu kadar uzun sürdü?"
Sam'in aklına uyduracak yalan gelmiyordu. Neyseki imdadına annesi yetişti.
"Kim geldi Edward?"
"Görmek isteyeceğin biri tatlım."
Linda koşarak kapıya geldi ve tıpkı babası gibi :
"Oğlum." Diyebildi.
Sam onların bu hallerine oldukça üzülmüştü. O da özlüyordu ama anne ve babası kadar fazla değildi.
"Ben, özür dilerim. Beklediğim gibi olmadı ve..."
Edward :
"Hadi ama bırakalım bunları. Önemli olan senin gelmendi. Şükürler olsun ki geri döndün."
Sam bu ziyaretin kısa süreceğini söylemek zorundaydı. Fakat onların bu neşesini bozmak istemedi. En iyisi akşam söylemekti.

*****

     Ashley, birbirine yapışmış göz kapaklarını açmayı denedi. Biraz açmayı başarsa da bu çok uzun sürmedi ve uyuşan vücudunun verdiği yorgunlukla uykuya daldı. Tekrar uyandığında bilinci daha yerindeydi. Gözlerini açtı ve en son ne yapmakta olduğunu hatırlamaya çalıştı. Beynindeki zonklama, bileklerindeki sıkı iplerin verdiği yanma ve acı duygusunu bir miktar unutmasına sebep olmuştu. Yine de tüm vücudu bağlı olduğu soğuk sandalyenin üstünde titremekteydi. Etrafta kimse yoktu. Mezbahayı andıran bu odanın duvarlarında kan izleri vardı. Karşısındaki kapının altından gözüne çarpan ışık süzmelerini incelediğinde orada birilerinin olduğunu anlamıştı. İnsan içgüdülerinin verdiği korku ve umutsuzluk duygusu, yerini insanüstü bir içgüdüsel intikam ve öfke duygusuna bırakmıştı. Bütün gücünü toplamayı ve bu odayı darma duman etmeyi denedi. Fakat bunu bir türlü başaramadı. Enerjisini toplamaya çalıştığında göğsündeki elektrotlar enerjisini emiyor gibiydi. O bunu art arda denerken yanındaki küçük monitör oldukça tiz bir sesle ötmeye başladı. Elleri bağlı olmasa yapacağı ilk şey kulaklarını kapatmak olurdu. Bu işkence dışarıdaki birinin sesi duyması ve monitörü kapatıp koşarak gitmesine kadar sürdü. Ashley kötü bir şeyler yaşanacağını hissetmeye başladı. Nerede olduğunu ve saatin kaç olduğunu bile bilmiyordu. Biraz olsun rahatlamak için hıçkırarak ağlamaya başladı. Birkaç dakika sonra birileri gelmişti. Ağır kapı gıcırtılı sesiyle açıldı. Dışarıdan gelen yüksek ışık Ashley'nin gözlerini kamaştırmıştı. Kısılan gözleriyle kendine doğru yaklaşan silüeti inceledi. Kim olduğunu yanına gelene kadar anlamamıştı. Casey çenesinden tuttu ve sert bir hareketle boynunu yukarı çevirdi.
"Beni çok özlediğini biliyorum güzelim. Ama sonunda kavuştuk."
"Seni adi şerefsiz!"
"Hadi ama. Hiç yakışıyor mu senin gibi güzel bir kıza?"
Bunu söylerken Ashley'nin hizasına eğilmişti. Ashley öfkeyle yüzüne tükürünce hiç hareket etmedi. Nazikçe cebinden mendilini çıkardı ve yüzünü sildi. Doğruldu ve gülümsedi.
"Beni öfkelendiremezsin küçük şeytan. Çünkü ben hep öfkeliyim." Yüzündeki gülümseme arttı. Mimikleri asimetrik bir şekilde hareket ediyordu. Ashley Casey'nin amacını anlamakta güçlük çekiyordu. Casey arkasını döndü ve titizlikle hazırlanmış masasına yaklaştı. Odadaki tek ışık, yeşil örtü serilerek titizlikle hazırlanmış bu masanın üstünü aydınlatıyordu. Kesici ve delici bütün aletler alfabetik sıralarına göre dizilmişti. Eline bistüriyi aldı ve pürüzsüz metal rengine bakmaya başladı.
"Biliyor musun? Küçükken hep doktor olmak isterdim. Bir şeyleri kesmek ve kan görmek benim için bir tutkuydu. Tabi, hâla öyle." Elindeki bistüri ile Ashley'e yaklaşmaya başladı.
"Atar damar kesiklerinden fışkıran kan ise favorimdir." Ashley'nin delicesine salgıladığı adrenalin sayesinde ne baş ağrısı ne de bileklerindeki kesiklerin ağrısı kalmıştı. Artık sadece hayatta kalmak istiyordu. Casey yanına kadar geldi ve elindeki bistüriyi boğazına yaklaştırmaya başladı.
"Biricik Natasha'mı da böyle bağlamış  mıydınız?"
Casey yaklaştıkça Ashley boynunu kaçırıyor ve çığlık atıyordu. Casey eliyle ağzını kapattı ve kafasını sabitledi.
"Sadece beş milimetre. Eğer hareket edersen veya bağırmaya kalkarsan şah damarında küçük bir yanma hissedebilirsin." Bundan duyduğu zevki hiçbir şeyden bulamıyordu. Bu kendini tanrı gibi hissetmesini sağlıyordu.
"Şimdi söyle. Onun canını acıttınız mı?"
Ashley ağlayarak hayır demeye çalıştı.
"Hayır mı? Umarım sana güvenebilirim küçük şeytan." Doğrulup arkasını döndü. Hissiz yüzünü kapıya çevirip dışarı çıkmadan önce bistüriyi odanın köşesine fırlatmıştı. Ashley daha şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı. Hayatında bundan daha fazla korktuğu bir gün hatırlamıyordu. Kapı aynı gıcırtılı sesle kapandı ve Ashley'i karanlık odada yalnız bıraktı.



    Sam dalgın bir şekilde mısır gevreğini kaşıklıyordu. Bir an durdu ve düşündü. Ailesinin yanında, küçük salonlarında oturmayı ne çok özlediğini ve onlarla geçirdiği her anın aslında hayatında en güvenli hissettiği anlardan olduğunu fark etti. Anne babası yan yana oturdukları koltukta meyve yiyerek haberleri seyrediyordu. Güneş yeni batmış, şöminelerindeki cılız ateşin ışığı ve ısısı bütün odaya yayılmıştı. Bu sakin ve huzurlu ortam, televizyonda çıkan son haberle biraz gerilmişti. Haber kanalı bir anda kırmızı renklere büründü ve her yanda
"Son dakika" yazısı belirdi.
"Edward, biraz sesini açar mısın?"
Bir anda herkes dikkatini televizyona verdi.
"Sayın seyirciler, aldığımız bir son dakika haberine göre beş adet astronot çok önemli ve gizli bir görev için uzayın derinliklerine doğru yola çıkacak. Bu görev için dünyanın en pahalı uzay aracı oluşturuldu ve en gelişmiş teknolojilerle tasarlandı. Uzmanlar bu görevin Dünya'daki yaşamın gelecegi için çok kritik bir öneme sahip olduğunu beyan ediyor."
Ardından sıradan haberle devam etti ve televizyonun sesi azaldı. Sam ucuz atlatmıştı.
"Görüyor musun? Adamlar bizim yaşantımız için kendi hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Üstelik kimliklerini bile açıklamıyorlar."
Linda :
"Gerçek bir kahraman olmak da bunu gerektirir. Umarım kötü bir olay yaşamazlar."
Sam ailesinin söyledikleri karşısında küçük dilini yutmuşa döndü. Sam'in o takımda olduğunu bilmeseler de bunları söylemeleri Sam için oldukça mutluluk vericiydi. Sam hızla kalktı ve odasına gitti. Kapısını kapattı ve yatmak için hazırlandığında telefonu çalmaya başladı. İçinden bir his, o telefonu açmaması gerektiğini söylüyordu ona. Bu garip hisse aldırış etmedi ya da etmek istemedi ve telefonu açtı.
"Alo."
Arayan Profesör'dü.
"Sam. Sana kötü bir haberim var."
Sam'in rengi soldu ve kalp atışları hızlandı. Tahmin etmişti.
"Nedir Profesör?"
"Ashley. Kaçırıl..."
Sam telefonu hızla duvara fırlattı.
"Hayır, hayır, hayır!"

Genç Koruyucular (Bitirildi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin