Sizi gereğinden fazla beklettiğim ve düzensiz aralıkla bölüm yüklediğim için hepinizden ayrı ayrı özür dilerim.Elimden geldiğince bunu telafi etmeye çalıştım, umarım laik olmaya hak kazanmışımdır.
İyi okumalar dilerim!
Yolun orantısız eğimi ve hız sınırını kayda değer bir gerilikte yetim bırakmış ibre sayesinde derisine karışıp kaybolmak istediğim koltukta istemsizce kıpırdanıyordum.Hava birden boğuk gelmeye başlamış, aldığım her nefes boğazımdan geçerken adeta milimine kadar sayılıyordu.Kemirilmiş tırnaklarımı bilincimi açık tutmak istercesine dirseklerime geçirsem, pencereden temiz hava almak için aydınlığa uzansam da etkili olmuyor gibiydi.Her bir hücreme kadar berbat ve yıpranmış hissediyordum.
Midem, belki konforsuz seyahatimden belki de gördüğüm manzara karşısındaki ilginç tepkimden dolayı bana ihanet edercesine bulanmaya başlamıştı.Kesik bir film şeridi gibi önümden akan kareler artık tek renge bürünmüş, ağaçlar derin yeşilliğini, gökyüzü uçuk maviliğini geçmişe bırakarak ilerliyor gibiydi.Gördüğüm veya odaklandığım tek şey, ilerlerken dağılması gerekirken her bir nefeste yoğunlaşan gri bir sisti.Görüş alanımı veya ardımı kaplamamıştı.Yalnızca zihnimi esir almış, yoğunluğuyla düşüncelerimi ağır bir balçığa bulamıştı.
‘’Hadi ama köylü güzeli, bu kadar çabuk pes etmiş olamazsın.’’
Tüm olan bitene karşın unutmamalıydım ki, yanımda bir yabancı oturuyor, arabayı korkutucu bir biçimde sürüp yüreğimi ağzıma getiriyordu.Her zaman dolgun ve enerjik çıkan sesiyle tüm dünyaya, çevrede olan bitene karşı gamsızlığını sürdürüp hayatta kalabilir gibiydi bu yabancı.Bir konuya daha değinmem gerekir ki, yüzü veya cüssesi de kızların abarttığı kadar mükemmel veya tapılası değildi.Normal yüz hatları, spor salonlarına zaman ayırmayı akıl etmiş bir vücudu ve görgüsüzce simgelediği yadırganamayacak bir aile mirası vardı.Bu, hareketlerinden, insanlara olan tavırlarından -bir diğer deyişle kullandıklarından - açıkça belli oluyordu.
Ama beni ilgilendiren sorun fiziksel özellikleri değil, ruhsal garipliğiydi.Birkaç ay öncesine kadar dalga geçip, zavallı gördüğü –belki de hala zavallı görüyordu, bunu asla bilemeyiz- kızı şimdi arabasına almış, müttefik ilişkisi kurmaya çalışıp alışverişe çıkartıyordu.Salaklık tek birinde değildi, aslında her ikisindeydi.
Biri yaptıklarına karşın bu iletişimi kurmasına izin veriyor, ‘Bu çocuğun Tuna’yla nasıl bir işi olabilir ki benimle iş birliği yapıyor?’ diye kendine sormayı kathiyyen aklına getirmiyordu.Diğeri ise başlı başına bir hata küpüydü.Ne çözülebiliyor, ne de okunmaya yelteniliyordu.
Aslına bakarsanız arabaya bindiğimden beri milyon kere vazgeçmek, bu ölüm kapanından koşup uzaklaşmak istemiş fakat bir türlü yapamayıp, pes etmeyi kendime yedirememiştim.Bir yanım 'Ne uğraşıyorsun, yatağına gir ve uyu' derken, diğer -fazlasıyla otoriter olan- yanım 'vazgeçmeyecek, önüne sunulan her fırsatı değerlendireceksin.Sana yapılanların karşılıksız mı kalmasını istiyorsun?' diyerek beni kışkırtarak fethetmişti.
‘’Pes ettiğim falan yok, yalnızca yorgunum'’ dedim ve yüzyılın en saçma bahanesini uydurmanın verdiği tedirginlikle sesimi kontrollü tutmaya çalıştım.Yüzünde alaycı bir gülümseme belirip sol kaşı hafifçe yukarı kalkınca yine başarısız olduğumu anladım ve yüzümü açık havaya dönerek tırnaklarımla oynamaya devam ettim.Bu da benim bir diğer noksanlığımdı; asla inandırıcı bir şekilde yalan söyleyemeyecektim.
‘’Aşkınızın bu kadar güçlü olduğunu bilseydim baştan sana gelmezdim.Çocuğu görmen bile yıkılmana yetti bücür, anlayamayacak kadar salak değilim’’
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BESNA
أدب نسائي"Burs" Fransızca kökenli, 4 harfli ve dilimize yakın yıllarda girmiş yabancı bir kelime. Ne kadar masum ve basit duruyor değil mi? Ama şöyle bir sorunumuz var ki, eğer bu kelimeyi basite indirger 'aman be ne varmış bir burst...