40.BÖLÜM

1.5K 100 4
                                    

Başıma acımasızca saplanan fevri bir ağrı.

Bir kez daha, bir kez daha ve ardından son bir kez daha.

Bitmesi gerekirken uzayan, tükenmesi gerekirken çoğalan bir şey bu.Elinizi havada sallasanız dahi dağıtamayacağınız kadar yoğun ve acı verici bir kaos gibi.

En ufak bir mimik oynatma hareketimle dahi kafama bilimsel olarak hissedilebilecek sınır acının iki misli fazlası yayılıyor, ağır demir bir çivi en ufak bir kas hareketiyle enseme sertçe çakılıyordu.Göz kapaklarım birbirine yapışmış, kirpiklerim ise koyu irislerimin ışığın inceliğiyle kırılacağını düşünüyormuşcasına tüm karanlığıyla örtülmüştü.Kollarım, bacaklarım veya parmaklarım. Sanki hiçbiri bana ait değilmiş gibi, her biri kesilerek benden uzaklaştırılmış gibi hissiz ve soğuktu.

Bunlar anlık hisler, saniyelik karmaşalar, göreceli ve geçici kavramlardı.Adını dahi bilmediğim beyaz bir sıvının yan etkilerinin kara tahtada yediyle çarpılıp vücudumda yer edinmesi gibi bir şeydi, biliyordum.Geçebilirdi, sanırım en kısa sürede de geçecek ve unutulacaktı.Peki ya silik kareler, siyah yutmuş anılar ne olacaktı?

Gözlerimi açmaya korkuyordum.Gerçekle yüzleşmek veya eksikliğin verdiği acı tadı sindirmek istemiyordum.Olaylar ve yaşananlar o kadar eksik ve silikti ki kendimi ister istemez karanlık derin bir kuyunun dibine bırakılmış bir hiçlik gibi hissediyordum.Eksik, kimsesiz, zavallı ve çaresiz.

Ciğerlerimden boğazıma doğru hızla yükselen bıkkınlık hissine vücudum daha fazla dayanamamış olacak ki göz kapaklarım şaşılacak bir anilikle aralanarak ılık güneş ışığının görüş alanımı aydınlatmasına izin verdi.Derin ve güzel bir uykudayken hızla açılan bir kapı ve saniyeler için odaya dolan yoğun bir floresan ışığının sızması kadar rahatsız ediciydi.Ilık sarı ışık göz damarlarımı yakıyor, uzun süre hükmeden karanlığı en sulandırıcı biçimde bünyemden ayırıyor gibiydi.

Zihnime yüklenen ağır karartı yükselen bir sis gibi dağılınca göz bebeklerimin sabitlenip göre bildiği tek şey beyaz, kireçlenmiş ve bakıma ihtiyacı olan kirişli bir tavandı.Basit, soğuk bir tavan.

Gözlerimi birkaç kez daha ardı ardına kırpıştırdıkdan sonra gerçek hayata dönmenin yararlı olacağına karar vererek hafifçe dirseklerimin üzerinde doğruldum, anlımı acıyı kesebilecekmiş gibi derin çizgilerle kırıştırarak bedenimi koltuğun önüne doğru döndürdüm.Her ne kadar dikkatli olmaya çalışsam, yapabileceğim en kibar dönüşü gerçekleştirsem de beynimin sıkı bir süzgeçten geçiriliyormuş gibi hissetmesini engelleyememiştim.Lanet olsun, bin kere lanet olsun!

Sırtımda hissettiğim yumuşak yastıklara bedenimi biraz daha bastırıp, hafif ve rahatlatıcı bir serinliği ayaklarımda hissederek çıplak ayaklarımı koltuktan aşağıya, serin parkelere bıraktım.Bunları yaparken sol elim bir anlığına bile olsa anlımdan çekilmemiş, gözlerim saniyeliğine dahi olsa açılmamıştı.

 ‘’Su ister misin?’’

Ortamın sessizliğini sertçe kesen  bu yumuşak ses bedenimi bir anlığına öylesine titretmiş, öylesine korkutmuştu ki yerimden sıçramayı da gözlerimin sonuna kadar açılmasını da engelleyememiştim.Karanlıktan uzanan gizli bir el gibi sessizlikten yankılanan bu ani ses,hemen karşımdaki sandalyeye çökmüş, elleriyle uykusuzluk akan yüzünü tutan tanıdık bir çocuktan geliyordu.

‘’Ni-niye buradas..’’ diyebildim ve dayanılmaz acının yeni bir darbesiyle cümlemi tamamlayamadan iki elimle başımı tutarak kabaca saydırmaya başladım.Dizilerde veya filmlerde içkinin bu kadar sancılı yan etkileri bulunduğundan kimse bahsetmiyordu.O insanlar nasıl olur da ertesi sabah güne her şey normal gibi başlayabiliyorlardı, nasıl bir senaryoydu bu!

BESNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin