Sabah 10:30 uçağıyla İstanbul'a gidecektim. Uçağa ilk defa binecek olmanın verdiği heyecanla evin içinde bir o yana bir bu yana yürüyordum.Nasıl olacağını hayal etmeye çalışırken bir yandan da tırnaklarımı acı verecek şekilde dişliyordum.Yükseklik korkum yoktu,yani öyle tahmin ediyorum. Sonuçta küçükken ağaca tırmanan,saatlerce baş aşağı duran bendim. Mide bulantım olmazdı.
Evde tatlı bir heyecan vardı. Yani benim için tatlıydı.Valizim,eşyalarım çoktan hazırdı. Ayten hanımın dediğine göre birkaç kıyafet ve özel eşyalarım dışında bir şeye ihtiyacım yoktu. Her fırsatta gideceğim yerde her şeyin tam olduğundan,eksiklik çekmeyeceğimden bahsediyordu.
Aklımı kemiren sorunlardan biri oda arkadaşımdı. Genelde kimseyle sorunum olmazdı. Sessiz,sakin bir tiptim.Ama eğer kız beni istemezse ya da dışlarsa ne yapardım? Bilmediğim,tanımadığım bir yerde hayatımın en kötü günlerini sayardım.
Kafamı kaldırıp saate baktım. Neredeyse 3 olmuştu. Bugün burada son günümdü değil mi? Doğup büyüdüğüm yerde, son saatlerim.Bunu canımı sıkarak harcamamaya karar verdim.Ayağıma Ayşe annemin merkezden aldığı botlarımı geçirdim ve üstüme kabanımı giydim.Köyümüz küçüktü.25 yada 26 ev vardı.İnsanlar tabi ki ne giydiklerimize ne yaptıklarımız laf etmezlerdi.Soğuktan ne bulduysan giy kuralı burada geçerliydi.
Karlı ve çamurlu yolda yürürken bir yandan ağaçları,yamuk patikayı ve yıkık dökük evleri zihnime kazıyordum. Kırık bir soğuk,karlardan ağırlaşmış cılız ağaçlar ve tepedeki bana çok anlam ifade eden mezarlık.
Gözlerimi tepeden ayırıp yola döndürdüm.Sağ tarafta çalıları karlardan ayırmaya çalışan Muzaffer'i gördüm. Bende 1 yaş büyüktü ama okumuyordu. Liseye başlamak yerine babasıyla çalışmayı seçmişti. Ya da buna zorlanmıştı. Yüzüme uzun uzun baktı ve bakışlarımı çevirdim. Oldum olası sevmezdim Muzaffer'i,bakışlarından rahatsız olmamak imkansızdı.
Birkaç metre daha ilerledikten sonra köyün sınırlarının bittiğini gösteren çitlere geldim.Kafamı çitlerin açık kısmından soktum ve yüzümü çizmemesini umarak karşı tarafına geçtim.Benim huzurum burasıydı. Buraya gelir kireç taşıyla büyük kayanın üstüne anlamsız şekiller kazırsım.Kayanın üstündeki yumuşak karları elimle ittirdim ve oturmak için yer açtım. Soğuk olması umursamadan rahatça yerleştim ve bacaklarımı kendime çektim.
Kafamı kaldırdım ve karşıdaki yüksek, bembayaz dağlara baktım. Her yer sessiz,huzur vericiyle ürkütücü olmak arasında gidip geliyordu.Ne bir dal kıpırdıyor ne de bir kuş ötüyordu.Baktıkça size sonu yokmuş gibi gelen bir dere vardı altında.Kışları soğuktan buz tutar,sesini keserdi.Mayıs dedin mi gürül gürül akmaya başlar,köyün çocuklarını kendine çekerdi.
Dizlerimi kendime doğru çekip kollarımla tuttum.Soğuk içime acımasızca işlemeye başlamış,çenemi titretiyordu. Çenemin titremesini durdurmak için dizlerime dayadım ve sallanmaya başladım.
''Ben ağlamam.Güçsüz insanların yaptıklarını yapmam'' dedim ve yarısı yenmiş keskin tırnaklarımı elime geçirdim.
''Niye ağlamazmışım ben? Ne farkım var ki benim.Yaşıtlarım gibi niye sarılıp ağlamayı seçmedim. Benden güçlü olmamı istediler de kimin için güçlü olayım ben?''diye mırıldanmaya devam ettim.Artık soğuktan gözlerim yaşarmış burnum akmaya başlamıştı.Gerçekler yavaşça gün yüzüne çıkıyor, yıllardır susan oturan Besna olmaktan yorulduğumu fark ediyordum.
''Niye ikisi birden aldın,niye onları seçtin? Benden bu kadar mı nefret ettin'' diye öfkemi kusmak istiyordum .Ama yapamadım,elime kireç taşını aldım. Gözlerimi kapatıp kaza gününün beynime hükmetmesine izin verdim.
***
Kaza gününden önceki gece heyecandan uyuyamamıştım. Annem ve babam fatura ödemek için merkeze gidecekler,bana uçurtma yapmak için malzeme alacaklardı. Malzemeleri yeni öğrendiğim ve yamuk yazımla kağıda yazıp onlara vermiştim. Ertesi gün kalktığımda yoklardı,çoktan gitmişlerdi. Zaman geçmesi için Ayşe anneme yemek yapmasında yardım etmiş,yeni türküler öğrenmiştim. Kapı çalındığını duyunca koşarak kapıyı açtığımda karşımda babamı görmeyi beklerken,o zaman bana kocaman görünen yeşil giysili 2 adamla karşılanmıştım.
'' Teyzem geçebilir miyiz?'' demişlerdi arkama bakarak. Ayşe annemde şaşkın ifadesiyle kafa sallamıştı. Adamlar geçip oturmuş Ayşe annemde hemen karşılarına diz çökmüştü. 2 adam sıkıntıyla birbirlerine bakmışlar,son olarak biri söze başlamıştı.
''Teyzem... Emel Altındağ ve Ercan Altındağ buraya 1 kilometre kala kayalıkların orda kaza yapmışlar. Buzlanma yüzünden araba kayıp,uçurumdan yuvarlanmış. Onları çıkardığımızda..'' dedi ve yutkundu. Söze öbürü devam etti.
''İkisi de vefat etmiş, başın sağolsun teyzem''
***
Ellerimi acıyla açtım. Taşın sivri ucu işaret parmağımın altına batmış, soğuktan uyuşan elime renk vermişti.Kanayan yeri taşın beyaz yüzüne bastırdım. Taşa son hatıramı da bırakıp ayağa kalktım.Arkama bakmadan anne ve babama veda etmeye gittim.
Mezarlığın gıcırdayan kapısını açıp içeri girdim. Kardan zor yürünecek haldeydi burası. Bata çıka da olsa mezarları buldum ve ikisinin de üzerinde biriken karı ellerimle ittirdim. Uzun uzun bir konuşma yapmayacaktım. İkisinin de mezar taşını öptüm ve içimden ''Sizi seviyorum'' diye mırıldanıp çıktım. Vedalaşmamız bu kadardı, uzun sürdüğü taktirde gitmekten vazgeçerdim.
Son olarak Zehra'yların eve yürümeye başladım.Evlerimiz yakındı o yüzden çok yürümem gerekmiyordu. Kapıyı çaldım ve beklemeye başladım. Kapıyı Zehra açtı ve sıcacık bir şekilde gülümsedi. Bakışları üzerimde gezdiginde ise yüzünü buruşturdu.
''Çabuk geç içeri çok üşümüşsün sen'' dedi ve elimden tutup beni içeri çekmeye çalıştı. İçeri geçersem birkaç saat çıkamazdım. Kolumu geri çekip Zehra'yı durdurdum.
''Zehra sabah erkenden gidiyorum. Sana veda etmeye geldim.Her tatilde bayramda buradayım bu kısa sürelik bir ayrılma'' dedim ve sarıldım. Bana sıkıca karşılık verince içimin ısındığını fark ettim.Bizim ki arkadaşlıktan öteydi,kardeş gibiydik. Babası Zehra'yı sarhoşken dövdüğünde gecenin bir yarısı fırlayıp babasıyla kavga etmiştim. Beni dinlememişti bile ama ben kendi vazifemi yapmıştım.O pis şişman adama ileride gününü gösterecektim. Nasıl olacak bilmiyordum ama gösterecektim.
''Bak bacım,öyle İstanbul'dan yeni arkadaş bulursan ve beni aramaz sormazsan,seni davarın arkasına bağlayıp süründürürüm'' dediğinde ciddiydi. Bir an ürktüm ama gülmesiyle bende güldüm. Beyaz yüzüne baktığımda üşüdüğünü anladım.
''Benim gitmem lazım ,Ayşe annem bekler.Sen benim kardeşimsin,insan kardeşini unutur mu hiç,sakın ha'' dedim ve son kez sımsıkı sarılıp ayrıldık.
Eve girdiğimde mercimek çorbası kokusunu ve soba sıcaklığını içime çektim. Ayşe annem son akşam olmasından döktürmüştü. Çeşit çeşit yemekleri bana göz kırpıyordu.
Afiyetle yemekleri yedikten sonra bulaşıkları yıkadım ve salona geçtim. Kenardaki koltuğa oturmuş Savaş abim eliyle beni yanına çağırdı. Yanına oturduğumda elini boynuma attı ve beni kendine çekti. Saçlarımı öptü.
''Eğer bayramlarda gelmezsen sana neler yaparım haberin var mı Besna?'' dediğinde sessizce güldüm. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım.
''Var abicim. Ama ben her tatilde,bayramda buradayım merak etme'' deyip yanağını öptüm.
''Eğer erkeklerle gezersen ve bundan haberim olursa onların hepsini ıslak odunla döverim haberin ola,hadi şimdi yat erken kalkacaksın sabahleyin'' dedi ve saçımı tekrar öptü. İtiraz etmeden odama doğru ilerledim ve abime içimden ''Merak etme abicim erkekler kim,ben kim'' diye söylendim.
İşte o zaman dalga geçtiğim şey 'hayattaki en büyük yanılgılarım' listemde ilk sıraya oturdu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BESNA
ChickLit"Burs" Fransızca kökenli, 4 harfli ve dilimize yakın yıllarda girmiş yabancı bir kelime. Ne kadar masum ve basit duruyor değil mi? Ama şöyle bir sorunumuz var ki, eğer bu kelimeyi basite indirger 'aman be ne varmış bir burst...