"...hep yanındaydım, hep olacağım..."
"NESİN sen?"
Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki - kalbim? - ona bir şey olmasından korkuyordum; onun korkusu korkuma öyle bir karışmıştı ki hangimiz daha çok korkuyorduk ayırt edemiyordum. Arkasındaki pencere pervazına dayanıp düşmemek için güç almak ister gibi oraya sıkıca tutundu. Benden bir cevap bekleyip beklemediğini, bunun retorik bir soru olup olmadığını kestiremeyecek kadar afallamıştım. Harry'nin gözleri beni baştan aşağı incelerken bir an nefes almayı unuttu ve soluksuz kaldı. Sonra art arda öksürüp ciğerlerini oksijenle doldurmaya çalıştı.
Beni yeniden görüyor olması çok şeyi değiştirmişti.
Küçükken, Harry beni görüyorken her şey, tüm varlık, o ve benden ibaret gibi gelirdi bana. O hissi unutalı çok olmuştu ve o an, Harry doğrudan gözlerime bakarken, beni gerçekten görürken bir kez daha, yeniden o hisle sarmalandım ve bu beklenmedik duygu beni gafil avladı.
Diğer her şey grileşti; onun renklerine boyun eğip siyah ve beyaza teslim oldular.
Nedenini boş verdim. Nedenini düşünmeyi bıraktım.
O an önemli görünmüyordu; önemli olan Harry'nin gerçekten beni görüyor olmasıydı. Gerçekten bana sesleniyordu.
"Konuşamıyor musun?" dedi Harry, sesinde bu sefer korkudan çok merak vardı. Ona zarar verecek bir yaratık olmadığımı anlamıştı artık. Sadece ne olduğumu çözmeye çalışıyordu. Bilinmeyene karşı duyduğu korkudan daha fazlası kalmamıştı içinde.
"Ben." dedim sanki sesimi deniyor gibi. O beni bir zamanlar görmüş olsa da, ben onunla hiç konuşmamıştım. Ona böyle sesleniyor olmak içimi kıpır kıpır ediyordu. Kulakları benim sesimi duyacaktı; tıpkı gözlerinin, o güzel gözlerinin beni görmesi gibi. Heyecandan gözlerimi kırpıştırdım. Kanatlarım onları çırpmamı istiyor, beklentiyle titriyordu. Derin bir nefes alıp içimde tuttum ve ilk iş olarak kanatlarımı içime çekip onları ortadan kaldırdım.
Amaçladığım gibi olmadı, bu Harry'i daha çok ürküttü. Geriye gitmek istese de adım atacağı yer yoktu. "Bunu - Bunu---" diye kekeledi.
"Ben senin koruyucunum." dedim bir nefeste. Bunu ona her gün söylüyormuşum gibi yapıp bir çırpıda anlamasını bekledim. Çenemi kaldırıp ellerimi yumruk yaptım.
"Ne?" Ellerini temkinle bana doğru kaldırdı. Ona saldıracağımı filan mı sanıyordu? Alınmamaya çalışarak başımı eğdim, gözlerimi ondan kaçırdım ve az önce söylediğimi daha açık bir şekilde tekrarlamak için tüm cesaretimi topladım.
"Ben senin koruyucu meleğinim."
"Melek mi?!" diye bağırıp sesinin çok yüksek çıktığını fark edince iki elini de ağzına götürüp dudaklarının üstüne kapadı. Gözleri kocaman olmuştu. Yalnızca melek kısmını soruyor olması, sadece oraya dikkat çekmesi canımı sıktı.
Senin.
Koruyucu meleğin.
Onun için inanması neden bu kadar güçtü? Zaten seraphimleri görmüştü, kanatlarımızı görmüştü, André ve beni havadayken de görmüştü. Biliyordum, bu öylece kabulleneceğiniz bir şey değildi ama hayal görüyor olamayacak kadar çok fazla kanıt vardı ortada. Tanrı'ya inanıyordu, meleklerin var olduğunu biliyordu ama karşısındakinin bir koruyucu melek olduğunu kabullenme konusunda zorluk yaşıyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/112796927-288-k464581.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanficBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...