"...benim cennetim..."
TANRI, yarattığı insanların ruhlarını alıp Cennet ya da Cehennem'e taşısın diye Azrail'i yarattığında kendisi de bir melek olan Azrail bu görevi kabul etmek istememiş. Bir ruhu aldıktan sonra geride kalanların yaşadığı acıyı görmeye dayanamıyormuş. Yakılan ağıtlar, edilen feryatlar ve dökülen gözyaşları, kırılan kalpler onu çok üzüyormuş. Sonra Tanrı ona demiş ki, "İnsanlar unutkandır. Bir gün ağlarlar, bir gün üzülürler; acıları onları bir gün dayanılmaz gelir. Öteki gün unuturlar. Hayat devam eder. Yaşamaya kaldıkları yerden devam ederler." Ve Azrail'e göstermiş. Azrail gerçekten de insanların çok geçmeden kayıplarını unuttuklarını, acılarını yatıştırdıklarını ve gülmeye, eğlenmeye devam ettiklerini görmüş. Onların bu değişimleri Azrail'i derinden etkilemiş ve onu da değiştirmiş. Görevine sıkı sıkıya bağlanmış ve kalanları düşünmeden ruhları almış.
İnsanların bu iki farklı yüzünü gören ve en iyi tanıyan Azrail bu yüzden melekler arasında işini en çok ciddiye alan türdür. Aramızda en profesyonel hareket eden onlardır.
Unutmak, gerçekten de insana verilmiş en büyük nimetti. Tanrı'nın onlara bağışladığı bu özellik sayesinde kıyametin ucundan dönmüş dünyada bile birkaç yılda her şey eski haline dönmüştü. Sivri dişli, yarasa kanatlı yaratıkları herkes unutmuştu; hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu yaşam.
Artık herkes, kaybettikleri için yalnızca mezar ziyaretlerinde ağlıyorlardı. Birkaç gözyaşı ile özlemlerini gideriyor, sonra yeniden inşa ettikleri şehirlerine gidip huzurlu yaşamlarına dönüyorlardı.
André ile benim içinse hayat olanlardan sonra hiç kolay olmamıştı.
İkimiz de iki yüzlü, hala kendi çıkarlarından başka bir şeyi gözü görmeyen düşmüşlerle yaşamak istememiştik. Bu yüzden Düşmüşler Evi'ne gitmek söz konusu dahi olmadı. İnsanların arasında onlar gibi yaşamaya karar vermiştik. Bunun için de daha önce hiç yaşamadığımız insan toplumuna ayak uydurmamız gerekiyordu.
Melekken, insanların nasıl yaşadığını biliyor, buna her gün tanık oluyorduk ama bunu bilmekle tecrübe etmek arasında bir fark vardı. Artık bir melek olmadığımızı, ama bir insan da olmadığımızı kabul etmek bizim için sancılı bir süreç olmuştu. Özellikle, benden de uzun süredir melek olmuş olan André için.
Hayatımızın bundan sonra nasıl olacağını belirleyen şey yaşlanmadığımızı saklamak olacaktı. Bir yerde beş yıldan uzun süre kalamazdık; dolayısıyla insanlarla derin ilişkiler kurmak da yasaktı. Bağlanmayacaktık. Zaten ikimiz için de artık başka birine bağlanmak imkansız gibiydi.
Yanıldığım ortaya çıkacaktı.
Sonra parayla tanıştık. Herhangi bir yerde, herhangi bir şekilde yaşamak için gereken en önemli şey paraydı ve ikimiz de yıllardır gardiyanlık yapmış meleklerdik. Bildiğimiz en iyi şey birini korumaktı. Bunu da bir bağlılıkla yapabiliyorduk ancak. Birine hizmetimizi sunmamız için ona yemin etmemiz ve bu yeminin de kutsal olması gerekiyordu. Dolayısıyla koruyuculuk artık bize göre bir iş değildi.
Bize en yatkın olan işlere yöneldik. Bir felaketten yeni kurtulmuş olduğumuz için devlet burslarının kapsama alanını genişletmişti ve bizi de içine alan bir bursu vardı. André ilgilenmese de ben uğraşıp didinip o bursu aldım ve bir devlet üniversitesine girmeyi başardım. Aldığım burs hem eğitim almama hem de hayatımı idame ettirmeme yetecek kadardı. André de çok geçmeden para kazanmanın bir yolunu bulmuştu.
Dövüşüyordu. Bir gardiyan olarak aldığı eğitimin insan yaşantısında da işe yaraması güzel bir şeydi ama gardiyan becerileri insan bedeniyle sınırlanmıştı. Burada ortalamanın üstünde bir dövüşçüydü ama gün geçtikçe kendini geliştirdiğini iddia ediyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/112796927-288-k464581.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanficBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...