"...uçuyorum Iza..."
KAPININ önünde dikilen düşmüşler ne yapacaklarına karar veremiyor gibi birbirlerine bakarken onları bu ikilemden kurtaran benim de André'nin yanında yerimi almam olmuştu. Hiç düşünmeden kapıya atıldığım anda onlar da içeri doluştular. Andre beni kolumdan yakalayıp sertçe geri çekti.
"S*ktir," diye küfretti, sonra kolumu daha sıkı tutup canımı bilerek acıttı. Orada kalmamı sağlamaya çalışıyordu. "Düşünmeme izin vermeyeceksin hiç, değil mi Iza?"
Harry bir kez daha adımı bağırdığında kolumu ondan kurtarmak için André ile mücadele etmem gerekti; kendimi serbest bırakmak adına savunma hareketlerine başladığımda André gafil avlandı. Ona karşı bu hamleleri kullanacağımı tahmin etmiyordu. Kapıya doğru atılıp karşıma çıkan ilk düşmüşle kavgaya tutuşmam ancak saniyeler aldı. André bir kez daha küfretti, bu seferkini epey uzun tuttu, sonra yanıma gelip bana, yolumuzu kapatan düşmüşleri alt etmem konusunda yardım etmeye koyuldu.
Kolay lokmalardı, odanın içine girmeye cesaret etmiş beş düşmüşü birkaç dakika içinde atlattık ve yenileri odaya ulaşamadan koridora çıktık. Harry'nin yardım isteyen bağırışları artık duyulmaz olmuştu. Evin içi dışarıdan gelen ışıklarla aydınlanmıştı, dış kapı ardına dek açıktı. Gören, dışarıda bir kutlama var sanırdı. Her yer meşalelerle aydınlatılmıştı. Evin önündeki kalabalığı olduğumuz yerden oldukça net görebiliyorduk. Verandaya bırakılmış, büyük olasılıkla bizi bekleyen düşmüşlerin arkası dönüktü; önlerindeki harekete geçmiş güruhu izliyorlardı. Bizi çantada keklik sandıklarını anladım, yalnızca arkadaşlarının bizi paketleyip getirmesini bekliyorlardı.
"Ne oluyor lan?" dedi André bizi duyarlar diye endişe etmeden. Gözlerimizin önündeki garip sahneden bahsettiğini biliyordum, çünkü benim de hiçbir fikrim yoktu. Zihnimin gerisinden bazı rahatsız edici tahminler netleşmeye çalışsa da onlarla aldırmadan harekete geçmeyi yeğledim. Ne olduğu önemli değildi; önemli olan Harry'i bulmak ve kurtarmaktı. Bir kez daha.
André'nin kolumu tuttuğunu adım atamadığımda fark ettim. Ona bakıp kaşlarımı sertçe çattım. Her seferinde bu sahneyi tekrar etmemize gerek yoktu, bunu biliyor olmalıydı. Başını iki yana salladı. "Bize bakmıyorlarken kaçalım." dedi usulca. Gözleri kapıdakilerdeydi ama konuşurken çenesiyle koridorun öteki tarafını gösterdi. "Onlar yokluğumuzu fark edene kadar biz izimizi kaybettirmiş oluruz." Bu sanki bir öneri değil de yapacaklarımızın bir bildirimiymiş gibi, "Hadi," dedi ve planını uygulamaya koymak üzere arkasını dönüp yürümeye başladı. Benim yerimden kıpırdamadığımı fark ettiğinde omzunun üstünden bana baktı. "Iza, lütfen." derken dişlerini sıkıyordu.
"Bunu yapmayacağımı biliyorsun." Buradan Harry olmadan gidemezdim ama André'den yanımda kalmasını da bekleyemezdim. Bir kez daha bu bencilliği yapamazdım. Elimle onu kışkışlar gibi yaptım. "Sen git."
"Iza, Tanrı aşkına bunu---" Onu dinleyerek vakit kaybetmemek için ve bir de benden umudu kesip gitsin diye kararlılıkla arkamı döndüm, aynı anda biri beni sertçe tutup duvara savurdu. Kafamın arkasından bastırıp suratımı duvara yapıştırdı. Çarpmanın etkisiyle dişlerim yanağıma geçmiş gibiydi, acıyla inledim. Sonra ilk yaptığım şey André'ye seslenmek oldu. "Git!"
Yakalanmadan kaçabilirdi ama o, kılını kıpırdatmadan beklemişti. İki düşmüş onu almaya giderken bana ateş saçan gözlerle bakıyordu. Bir kez daha gitmesini söyledim ama karşılığında bana küfretti. Ellerimizi arkamızdan bağladılar. Bizi hiç nazik olmayan hareketlerle evden çıkarırlarken André bana, düşmüşlere, en çok da Harry'e söylenmeye devam etti.
Gerçekten de her yer şenlik ateşleriyle aydınlanmıştı; herkes evinden dışarı çıkmış belli bir yöne doğru ilerliyordu. Biz de o yönü takip ediyorduk ama nereye götürüldüğümüz konusunda bir fikrim yoktu. Yanlarından geçtiğimiz düşmüşler durup bizi izlemeye başlıyor ve adımlarını bize göre ayarlayıp rahatsız edici bakışlarını küçük yolculuğumuza dahil ediyorlardı. Kendimi kurban edilmeye götürülen adaklar gibi hissetmeme neden oluyorlardı. Acaba olan bu muydu? Bu düşünceyle dehşete düşmüş halde hemen yanımda yürüyen André'ye baktım. Bunu bekliyormuş gibi, gözlerimiz buluştuğu anda dudaklarını kıpırdatarak sessizce konuştu. "Ne yaparsan yap, sakın kanatlarını açma." Tüylerim diken diken oldu. Söylediği bu şey adeta az önceki teorimi doğruluyordu. Bizi kurban edeceklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanfikceBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...