Harry üç yaşında...
Mutlu bir bebekti. Devamlı gülüyor, yapabildiğinden beri kıkırdıyor ve insanların onu sevmesine, yanaklarını öpmesine her zaman izin veriyordu.
Mutluydu ve bunun sebebi bendim.
İlk söylediği kelime, anne ya da baba değildi. Dudaklarından çıkan ilk sözcük, kuş olmuştu. Bunu bakarak söylemişti ve ellerini uzatıp onlara beni göstermiş olsa da kimse Harry'nin ne anlatmak istediğini anlamadı ve onun onlar için saçma olsa da bir kelime telaffuz etmiş olmasına deliler gibi sevindiler.
Bunun onun için saçma, öylesine bir kelime olmadığını sonradan anlayacaklardı, çünkü bir süre Harry'nin tek söylediği şey "kuş" oldu. İlk önce anlamsız çıkan k-u-ş seslerini gittikçe daha iyi çıkarmaya başlamıştı. Sondaki harfi tıslar gibi söylemeyi bırakmıştı, anlaşılır bir ş sesi çıkarıyordu artık. Herkes Harry'nin kuşları çok sevdiğini ve bu yüzden durmadan kuş dediğini sandı; hatta babası onu mutlu etmek için eve rengarenk tüyleri olan bir papağan aldı.
Harry onunla ilgilenmedi bile, kuş kelimesini durmadan tekrarlamaya devam etti; öyle ki papağan bile bir süre sonra onu taklit etmeye başladı. Bu durum aile içinde büyük bir eğlence kaynağı olmuştu. Nedenini bilmeseler de buna çok kafa yormadılar.
Anlamlı cümleler kurmaya başladığında beni gösterip durduğum yerde bir kuş olduğunu açık bir şekilde söylüyordu ama kimse onu ciddiye almadı. Daha üç yaşında bir çocuktu ve ne dediğini bilmiyordu. Onlarla oyun oynuyordu, o kadar.
Harry beni, bir kuşla bir melek arasındaki farkı öğrendiği güne kadar görmeye devam etti.
O gün anaokulunda öğretmenleri herkesten bir kuş resmi çizmelerini istemişti. Harry büyük bir heves ve heyecanla bir bana, bir de önüne bakarak renkli kalemlerini kağıdın üstünde hararetle gezdirmişti. Tüm bu süre boyunca güzel gözleri parlıyordu, gülümsemesi asla küçülmemişti. Sonunda beni birilerine göstereceğini düşünüyordu; içi içine sığmıyordu.
Beni resmetmek konusunda herhangi bir üç yaşında çocuğun başaracağını başardı. Kanatlarımı çizmeyi tamamlayamamıştı, iki yana uzanan devasa kanatlar kağıttan taşmıştı. Parlak bir ışıktan ibaret halemi çizmek için beyaz kalem kullanmıştı ama doğal olarak görünmüyordu, bu Harry'nin canını çok sıkmıştı. Beyaz pastel kalemi belirgin olması için o kadar çok bastırmıştı ki kalemi kırılmıştı; bunun için ağlamayacak kadar sinirliydi ama.
Resmi öğretmenine götürürken yüzünden düşen bin parçaydı; çünkü beni istediği kadar güzel, gerçeğe yakın tasvir edemediğini biliyordu. Bunun suçlusu benmişim gibi çatık kaşlarla bakıyordu bana.
Öğretmeni resmi aldı ve önce kaşlarını çatıp sonra gülümsedi. Kağıdın üstündeki eğri büğrü "Kuş" yazısına baktı ve pıskırdı.
"Ama Harry, bu kuş değil ki canım."
"Kuş." dedi Harry ters ters, gözleri hala bendeyken. Kadın Harry'i omuzlarından tutup sınıfın penceresine ilerletti. Dışarıdaki ağaçları daha rahat görebilmesi için onu zorlanmadan kucağına aldı.
"Bak," dedi bir ağacı göstererek. Biraz daha büyük öğrencilerin yaptıkları yuvalara konmuş kuşları işaret etti. "Onlar kuş."
"Kuş." diye tekrar etti Harry resmini kendi elin alıp. Parmağını kendi meleğinin üstüne koydu, sonra onu bana doğrulttu. "Kuş."
"Hayır, bir tanem." diye diretti öğretmen. Ona sabırla doğrusunu öğretmeye çalıştığını biliyordum ama öğretmesini istemiyordum. Onun kuş olmak benim için sorun değildi. Bana öyle seslenmesine çok alışmıştım. "Bu kuş değil." Yeniden dışarıdaki gerçek kuşları gösterdi. "Onlar kuş. Senin çizdiğin şey ise," Kağıda vurdu. "Bir melek."
Harry'nin kafasının karıştığını görebiliyor, hissedebiliyordum. Bir onaylama, bir karşı çıkma ya da herhangi bir tepki istiyor gibi bana baktı yeniden. Görüntüsünün bir an bulanıklaştığını sandım. Kafama dank etti. Benim melek olduğumu öğrendiği anda, beni göremeyecekti. Olay buydu işte; bir meleğin ne olduğunu bilmediği sürece, buna akıl erdiremediği sürece görecekti beni. İlk kez içimde bir şeylerin sıkıştığını hissettim.
Başımı iki yana salladım. Bunu yapmamalıydım.
Harry'nin kafası daha çok karıştı.
"Kuş." dedi bana inanıp. Öğretmeni onun sevimliliğin dayanamayıp kızarmış yanaklarını teker teker öptü. Masasına uzanıp diğer çocukların resimlerini aldı eline. Onları sırayla Harry'e gösterirken bıkmadan yineledi.
"Bu kuş. Bak, bu da kuş. Kırmızı bir kuş. Küçük bir kuş. Büyük bir kuş. Çok büyük bir kuş."
Onu yere bıraktı. Harry'nin çenesinin titrediğini gördüm. Öğretmeni diğer kağıtları kaldırıp ona kendi resmini gösterdi. "Bu, kuş değil. Bu bir melek."
Harry düzeltmek için ağzını açtı ama sonra kapattı. İkna olmuştu. Öğretmeni emin olmak için onun saçlarını okşadı ve, "Bu ne Harry?" diye sordu dışarıyı gösterip.
"Kuş." dedi Harry.
"Peki ya bu?" Çizdiği melek resmini ona uzattı. Harry kağıdı ellerine alıp ona bir süre baktı. Başını kaldırıp çatık kaşlarının altından bana bir bakış attı. Melek dediği an her şey bitecek ve onun için boşluktan ibaret olacaktım.
"Birdie.*" dedi Harry bana bakarak.
Öğretmen bir kahkaha attı ve Harry'yi söylediği bu beklenmedik şey için bir kez daha kucakladı. "Ah, evet zeki çocuk. Kuşa benziyor."
Harry öğretmeninin omzunun üzerinden benim durduğum yere bakarken bakışları boştu. Beni görmüyordu. Mesele, ne olduğumu söylemesi değildi; mesele ne olduğuma inanmasıydı. Aynı gün onu bir meleğin koruduğunu idrak etmişti ve bu yüzden de gözlerine o perde inmişti.
O günden sonra bir süre ağlayarak beni aradı, adım olduğunu sandığı şeyi sayıklayıp durdu.
"Birdie, neredesin? Neredesin, Birdie?"
Sonra, büyüdü.
Beni unuttu.
...
*Birdie : Kuş gibi, kuşa benzer.
Arada buna benzer bölümler gelebilir, umarım sevmişsinizdir formatı 🙆♥️
![](https://img.wattpad.com/cover/112796927-288-k464581.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanficBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...