"...doğaya aykırı yaratıklar..."
DERİN uykumdan feci bir mide bulantısıyla uyandım. Zaman ve mekan duygum olmadan yataktan fırladım, birkaç adımın ardından ayaklarım birbirine dolandı ve dizlerim üstüne sertçe düştüm. Belki de kapanmaya yüz tutmuş yaraladım yeniden açıldı; fakat karnımı tutup öne eğilirken bunu hissetmedim bile. Bir kez daha boş boş öğürdüm, midem hala bomboştu. Başımın dönmesinin, bu iğrenç bulantının sebebi belki de açlığımdı. İlk kez bu zayıflığın etkisinin bu kadar büyük olabileceğini görüyordum. Tek düşündüğüm bir şeyler yemek oldu; o an sanki odada bir şey bulabilecekmiş gibi etrafıma bakındım.
Yalnızdım.
Bu aklımı biraz başıma getirdi ve yavaş yavaş nerede olduğumu, neden burada olduğumu hatırladım. Harry'nin yanımda uyuyor olması gerekiyordu ama belli ki benden önce uyanmıştı. Onu korumam gerekirken uykuya teslim oluyordum. Oysa her an tetikte olmam gerekirdi. Yatağa tutunup zorla derisi sıyrılan dizlerimin üstünde durmaya çalışırken kendime öfkeliydim. Octavia'nın nasıl biri olduğunu henüz birinci elden öğrenmemiştim. Ya o da birden Euriel'e sırtını dönenlerden olursa ne olurdu? Hiçbir şeyi tehlikeye atamazdım: hiç kimseye güvenemezdim.
Bulantım ve baş dönmem yürümemi güçleştirse de yanımda eşyalara tutuna tutuna kapıya ulaştım. Tam kolu aşağı indirecekken biri benden önce davrandı. Kapı içeri, bana doğru açılırken geri sıçradım.
"Ah, uyanmışsın." dedi Harry. Yüzünde güller açıyordu, içim onu görür görmez rahatladı. Her şey yolundaydı, o güvendeydi.
"Sana giyecek bir şeyler buldum." Elindeki kıyafetleri yatağın ucuna bırakıp bana döndü. Kollarını iki yana açıp etrafında bir tur attı, kaşlarını kaldırıp benden bir tepki bekledi. O da üstünü değiştirmişti. Bunları nereden bulduğunu bilmiyordum ama geldiğimiz boyutla ilgili en ufak bir fikrim de yoktu zaten. Belki de burada yaşayan insanlar gerçekten de böyle giyiniyordu. Altında siyah bir pantolon, üstünde de etekleri uzun beyaz bol bir gömlek vardı. Gömleğinin üstündeki kahverengi, deri yeleğin hemen altında yine deri bir kemer vardı. Kemerinin altına bağladığı kuşağı rahatça görebiliyordum. Gömleğinin göğüs kısmında, aslında sıkıp kapatması gereken bağcıklar vardı ama Harry onları gevşek bırakmayı seçmişti. Gömleğinin kollarını da katlayıvermişti. Ayaklarına giydiği uzun çizmelerin bağcıkları ise sıkıca bağlanmıştı.
Epey uzayan saçları kaşlarının hemen üstüne düşmüştü. Üç beş tel kirpikleriyle birlikte aşağı yukarı oynuyordu. Görünüşü bana bir şeyler anımsatmıştı, gözümün önünden bir sis perdesi geçer gibi oldu.
Gülümsedim. Tıraş olup uzayan sakallarını kestiğine göre saçlarını böyle bırakmayı kendisi istemiş olmalıydı.
Daha farklı bir karşılık beklediğinden kollarını kapatıp tekrar açtı, ellerini salladı ve şımarıkça güldü.
"Nasıl? Beğendin mi?" derken arkasını dönüp bana ok kılıfını gösterdi.
"Evet," dedim yalnızca. Benden iltifat beklediğini biliyordum ama çok açtım, ağzımı dahi açacak enerjim kalmamış gibiydi. Arkamdaki kapıya dayandım. Harry yeniden bana dönüp hevesi kaçmış gibi nefes alıp verdi. "Gerçekten," diye gayret ettim. "Çok beğendim. Sana çok yakışmış."
"Pekâlâ, sen de giyin. Senin için kahvaltı hazırladım."
Gözlerim ışıldamış olmalı ki az önceki durgunluğuma darılmış gibi kaşlarını çattı. "Söylemen gerekenleri, karnın doyunca söyleyeceğini umalım."
Başımı salladım. Yanımdan geçip kapıdan çıktı ama gitmeden önce başını bir kez daha kapıdan içeri uzattı. "Önce hemen duş alsan sana iyi gelir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanfictionBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...