"...düşmüşlerin evi..."
İLK uyku.
Birkaç saattir artık melek değildim, böyle hemen yorulmamam gerekirdi fakat o gün anlamıştım ki insanları yaşadıkları manevi acılar da yorabiliyormuş. Hatta belki de ruhlarını en çok yoran da buydu. Ruhlarımızı.
André'yi beklerken uyuyakalmam şimdi düşününce çok tuhaf geliyor. O sıkıntılı bekleyiş anlarında nasıl oldu da öylesine huzurlu bir uykuya yatabildim anlayamıyorum. Sanırım Harry'nin bana içirdiği ucuz biranın bunda büyük etkisi var. Boğazımdan geçen ilk sıvının alkollü bir içecek olması belki de en iyi seçenek değildi. Kırılgan bünyem buna henüz değildi. Yine de harika bir ilk uyku çektirdiği için daha sonra asla içmeyi denemeyeceğim biraya minnettarım.
Beni uyandıran kapının gürültülü bir şekilde çalınması olmuş olmalı; gözlerimi açtığımda hala bu ses evin içinde yankılanıyordu. İçimi kaplayan ani panik duygusu saniyeler içinde yerini hayret ve rahatlamaya bıraktı. Uykudan sonraki mahmurluk üzerime birden çökmüş ve gözlerimi kapatmaya zorlamıştı beni. İtiraz etmeden yelkenleri suya indirdim, zihnim tamemen uyanmaya çalışırken ona yardımcı olmak adına gözlerimi kapatıp karanlığa odaklandım. O sırada birinin, Harry'nin kapıya yürüdüğünü, koştuğunu, ve onu açıp sabırsız misafiri içeri aldığını duydum.
Ayak sesleri yaklaşırken gözlerimi kapalı tuttum ama birinin yanıma oturduğunu hissedince onları hemen araladım. Tabii ya. Gelen André'ydi. Yüzünü yumuşak bir ifade bürümüştü.
"İyi uyudun mu?" diye sordu kısık sesle. Aslında sesinin tonunda herhangi bir iğneleme yoktu ama o konuşur konuşmaz aklıma onun henüz uyumadığı geldi. Mahcubiyetle yerimde doğrulurken konuşmaya hazırlanmak için öksürüp boğazımı temizledim. Başımı iki yana sallayıp daha yeni deneyimlediğim uyku sersemliğini üzerimden atmaya çalıştım.
"Evet," dedim biraz da utanarak. Uyanık kalıp onu beklemeliymişim gibi geliyordu. "Sanırım." diye ekledim hemen. André güldü.
"Rüya da gördün mü?" Yatağın karşısında açık duran kapıya gözlerimi dikip baktım, mutfaktaki hareketleri duysam da Harry'i göremeyince rahatsız oldum.
"Hayır," dedim dalgın bir edayla. "Sanırım ben..." Harry aniden, elinde bir kahve kupasıyla kapıda belirdi ve cümlemi yarıda kesip kendisi tamamladı.
"Bebekler gibi uyudu." André ona doğru döndü, konuşurken yüzünü ekşitti.
"Bebeklerin rüya görmediğini mi sanıyorsun, gerzek?"
Harry odanın içine doğru yürürken duyduğu hakaretle keyfi kaçar gibi oldu. Kupayı yatağın baş ucundaki komodine bıraktı.
"Bilmem. Hatırlamıyorum." dedi alınmış olduğunu belli edecek kadar soğuk bir tavırla.
"Görüyordun." İkisi de bana bakarken karışmış saçlarımı başımın arkasında toplamaya giriştim. "Ben hatırlıyorum." André göz devirip yataktan kalktı, pencereye yürüdü.
"Kahve içip eskileri yad etmeye vaktimiz yok. Kalkanın etkisini kaybetmesine beş saatten az zaman var. Buradan hemen gitmemiz gerek."
Harry ile bakıştık. "Gidecek bir yer buldun mu?"
"Rehberimiz birazdan burada olur. Kendisi fazla evhamlı olduğu için binaya önden girmeyi reddetti."
"Rehberimiz mi?" dememe kalmadan kapının usulca tıklatıldığını duyduk. André önden giderken Harry onu peşi sıra takip etti. Ben de yataktan kalkıp gerindim ve odadan tembel adımlarla çıktım. Kapıda pofuduk montunun içinde kaybolmuş, yüzünü de şapkasıyla iyice gizlemiş biri duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
Fiksi PenggemarBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...