Misaki yirmi üç yaşında...
Gelenleri tanımadı, karanlıkta yüzleri görünmüyordu ama Misa adamların kendisi için geldiğini biliyordu. Ağaçların arasından tereddüt etmeden, korkusuz bir şekilde çıktı. Onlara güvendiğini, hiçbir soru sormadan karşılarına çıkarak gösteriyordu ama elindeki kılıcı kendini savunmaya hazır olduğunu belli ediyordu.
Başlarını eğerek birbirlerine selam verdikten sonra iki adam temkinle Misa'nın kılıcına baktı. Onun yalnızca savunma amaçlı dışarıda olduğuna kanaat getirdikten sonra rahatça arkalarına döndüler ve yürümeye başladılar. Misa sırtını ağaçtan ayırmadan önce sağına soluna iyice baktı ve etrafta başka birileri olmadığına kendini ikna edene kadar onları takip etmedi.
Dışarıda geçirdiği beş yıl ona çok şey öğretmişti. Saraydan kaçtıktan sonra gittikçe bir hayalet gibi gezinmeye alışmıştı. Adını kimseye açık etmese de onun kim olduğunu herkes biliyordu artık; Misa bu topraklardaki en iyi samuraydı. Gittiği yerlerde asla iz bırakmamasından dolayı ona "Gölge" diyorlardı. Bulunmak istemediği takdirde kimse onu bulamazdı. Hele ki şogunun adamları onu ancak birkaç ay izleyebilmişti. Şimdi ancak birilerinden, oradan geçtiğini duyuyorlar; Misa'nın günler önce terk ettiği yerlere pusu kurmakla uğraşıyorlardı.
Her şey annesinin ismini seçtiği gün başlamıştı aslında. Komutan onun annesini hatırladığını anlamış ve ondan o gün şüphelenmeye başlamıştı. Kendisinden intikam alacağından korkmuş ve bu yüzden gün geçtikçe paranoyaklaşmıştı. Misa'nın yanına verdiği hizmetkarlardan onun ne yaptığını dakikası dakikasına rapor almıştı. Misa yıllar içinde askerler içinde sivrilip diğer komutanların gözüne girince onu kıskanan başka saray görevlileri komutanı Misa'ya karşı doldurur olmuştu. Bir yetim olarak şimdiden bu kadar gözde olmasını çekemiyorlardı. Kendi çocukları göze görünmezken Misa'nın emrinde askerlerin olması onları adeta delirtiyordu.
Böyle olunca komutanın kuşkuları artmış, kendisine bir komplo kurulacağından emin olmuştu.
Misa'dan önce davranıp o kendisini öldürmeden, onu ortadan yok etmeyi kafasına koydu. Dostları onu zamanında uyarmasaydı Misa, bir gece vakti kendi yastığıyla boğularak öldürülmüş olacaktı. Kaçmayı başardı ama arkasında en değerli şeyini bırakmak zorunda kalmıştı: Sora. Korumaya yemin ettiği aşkı.
Çok geçmeden Misa'nın bir hain olduğu, Komutan'ın canına kast edecekken yakalandığı için kaçtığı haberi tüm ülkeye yayıldı. Buna inanmaya hazır bir sürü insan vardı. Sora ise buna asla inanmamıştı; kendi babasına kafa tutup onun Misa'ya bir şey yaptığından şüphelendiğini açık açık söylemişti. Gizlice onu aramayıp bulmaya çalışmıştı; kendi adamlarını Misa'nın peşine yollamıştı ama Misa kimin dost kimin düşman olduğunu bilmiyor, herkesten kaçıyordu.
Sora'nın neye inandığından emin olamıyordu; saray ile hiçbir bağlantısı yoktu. Yine de yeminini her gece uyumadan önce yineliyor, her gece rüyaya yatmadan Sora'yı korumaya bir kez daha yemin ediyordu.
Birkaç yıl sonra ülke yeni bir haberle sarsılmıştı. Başkomutanın biricik oğlu delirmişti. Bu yalnızca bir dedikodu gibi görünse de aslında doğruydu. Komutan utancından haberi yalanlamak için kılı kırk yarmıştı ama faydası yoktu, herkes öğrenmişti. Babası Sora'yı delirdiği için bir mahzene kapattırmıştı. Deliliğinin nedenine gelince, işte bunu saklamayı başarmışlardı.
Misa bu habere inanmadı, işin içinde mutlaka başka bir şey olmalı diye düşünüyordu. Sora da kendisi gibi babasının ihanetine uğramış olmalıydı. Onu kaderine terk edemezdi; Misa onun koruyucusuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanficBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...