Harry sekiz yaşında...
İlk kez aşkı tattığı yaştı bu.
Daha önce onlara bakmaktan hoşlandığı, saçlarına dokunmak istediği, bisikletinin arkasında dolaştırmak istediği kız arkadaşları olmuştu ama hiçbiri ona Jessica Brooks'un hissettirdiklerini hissettirmemişti.
Kızın insanın içini ısıtan çikolata rengi dolgun saçları, parkta koyu yeşil, okulda açık kahverengi ve kendi odasında oynarken porselen bebeklerinden yansıyan ışıkla elaya dönen gözleri vardı. Fakat Harry'nin onda dikkatini ilk çeken şey okuyuşu olmuştu.
Jessie onun sınıf arkadaşıydı. Küçük kız okumayı hepsinden önce sökmüştü ve sonrasında diğer arkadaşları kelimeleri heceleyerek okurken, içlerinden tekrar edip kekelerken veya hızlı söylemek isteyip yanlış telaffuz ederken o hiçbirinin adını dahi bilmediği kitapları okumaya başlamıştı bile.
Birkaç yıl sonra, günün son ders saatinde Jessie'nin tahtanın önüne gelip onlara bir bölüm okuması gelenek haline gelmişti. Öğretmenleri bile kızın okuyuşuna kendisini kaptırıyor ve çoğu zaman zil çalsa bile bölüm bitene kadar sesini çıkarmadan bekliyordu. Onun okuyuşuyla ilgili güzel olan şey yalnızca kelimeleri doğru söylemesi ya da hızlı okuması değildi. Sesinin rengini okuduğu cümlenin ciddiyetine veya ciddiyetsizliğine göre ayarlayabilmesi, vurguları tam yerinde yapabilmesi, duraksamaları can alıcı noktalarda vermesi ona okuduğu kurguyu canlandırıyor görüntüsü veriyordu. Koca bir kitabı arkadaşlarının önünde sahneliyordu. Kendisi tek oyuncuydu. Sesi ve yüz ifadeleri kullandığı tek şeydi. Başka hiçbir kıpırtıya, harekete, bakışa yer yoktu. Gözlerini bir kez olsun kitaptan kaldırıp onlara bakmazdı.
Harry, ona bu yüzden aşık olmuştu. Jessie okuduklarıyla, okuduklarını okuyuş biçimiyle Harry'i başka bir dünyaya götürüyordu ve böyle birinin, bunu mümkün kılabilen birinin onu böylesine etkilemesi bana hiç şaşırtıcı gelmemişti. Ben bile onun anlattığı hikayelerden oldukça keyif alıyordum.
O kitap okurken Harry başını sırasına yaslıyor, gözlerini kapatıyor ve Jessie'nin sesinin onu sarmalamasına, gerçeklikten soyutlamasına izin veriyordu.
Sekiz yaşında aşık olmak harika bir şeydi.
Bir kere insan çok büyük beklentiler içine girmiyordu. Her gün okulda, son ders saati, tüm bir ders boyunca onun sesinden bir hikaye dinlemek yetiyordu ona; küçük heyecanların kalbini çok hızlı attırması da yeterliydi. Kütüphaneden onun aldığı kitabın aynısını almak, gece yatmadan önce aynı kitabı okuduklarını bilmek hoşuna gidiyordu. Kitapları artık kendisi okumak için direniyordu. Annesine yeterince büyüdüğünü söylüyor ve iyi geceler öpücüğünden sonra uykuya dalmasını beklemesine gerek olmadığını söylüyordu.
Birdie için ağlamayı bırakalı da çok olmuştu.
Annesi böylece onun gerçekten de yeterince büyüdüğünü düşünüyordu artık.
Yine de hala hoşlandığı kıza gidip bunu söyleyecek kadar büyümemişti. Sekiz yaşındaki oğlan çocuklarını bilirsiniz, hissettiklerini belli etmez, tam tersi bir tavır takınmayı bir şey sanırlar.
Bu yüzden o da diğer oğlanlar ve acımasız kızlar gibi Jessie'ye inek diye sesleniyordu.
Buna rağmen sınıf pikniğinin yapıldığı o Mart öğleden sonrası bir fırsatını yakalayıp gölün kenarında kitap okuyan Jessie'nin yanına giderken bunun için tüm cesaretini toplaması ve bana defalarca yalvarması gerekmişti. Son dersleri Kutsal Cuma*dan önceydi ve Paskalya tatili bitene kadar okula gitmeyeceklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanficBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...