"...artık uçmak yok..."
KANATLARIN düşürdüğü şeylerin kırılma ve ahşap zeminde tıkırdama sesleri kesildiğinde geriye yalnızca André'nin sapkın kıkırdamaları kaldı. Sonra o da sustu ve nefesini tuttuğunu duydum. Hala Zoey'e doğru eğik duruyordu ve çırptığı ellerini birleştirmiş ondan bir tepki bekliyordu.
Üç saniye.
Zoey'nin yutkunması öyle gürültülüydü ki kendi tükürüğünde boğulacak sanıp endişelendim. Fakat sonra ağzını kocaman açıp gözlerini yumdu; ellerini başının yanında açıp avazı çıktığı kadar bağırarak kahkaha atmaya başladı. Cırtlak sesi öyle rahatsız ediciydi ki istemeden ellerimi kulaklarıma bastırmak zorunda kaldım. André şimdi gülmeyi kesmiş, kanatlarını indirmiş, birimizin Zoey'i susturmasını bekliyor gibi bir bana bir de hala yerden kalkmamış Harry'e bakıyordu.
"Dur, lütfen. Bağırma." diyen sonunda bu sese dayanamayan ben oldum. Zoey benim konuştuğumu duyunca, ilk defa, susup bana dikti gözlerini. Ortalık sakinleşince Harry toparlanıp ayağa kalktı ve üzerini düzeltti. Zoey'nin yanına gidip onu ayağa kaldırdı.
"Dilimizi biliyor mu?" diye sorduğunu duydum onun Harry'e dalga geçerek. Harry onu kendi odasına götürürken André ile arkalarından baktık. Onunla yalnız konuşmak istiyordu belli ki. İyi de baş başa konuşacak ne vardı ki ortada. Melek olan, sırrı açığa çıkmış olan, gizem olan bizdik. Bize soru sorması gerekmez miydi? Neden Harry ile yalnız kalması gerekiyordu ki?
"Nasılsın?" André arkasındaki sehbaya otururken ahşap ayaklar gıcırdadı. Artık bir ağırlığımız vardı. Şimdi bu boş anda, etraf durulmuşken kendi ağırlığımı ilk kez bu kadar somut bir şekilde hissettim. Somut olduğumu hissettim. Yutkundum, bir kez daha. Bir daha.
Midem bulanıyordu. Midemin bulanması başımı döndürüyordu ve başımın dönmesi midemi daha çok bulandırıyordu.
İnsan olmak, mide bulandırıcıydı.
Hala sorumu yanıtlamayan André'ye dik dik baktım. Ona bunun sormamın asıl sebebi onun da bana nasıl olduğumu sormasını istememdi. Nasıl olduğumu söylemek, anlamak istiyordum. Ona söylerken nasıl hissettiğimi kendim de öğrenmek istiyordum. Nasıldım?
"Daha iyiyim." derken yaralarını kastediyordu; fakat merak ettiğim bu değildi. Anlaması gerekirdi, yine de sorumu yinelemedim ve bana aynısını sormasını bekledim. André ellerine bakarken homurdandı. Harry'nin odasına, kapalı kapısına bir bakış atıp iç çektim.
"Zoey konusunda..."diye başladım onu konuşturmak için. André kesip attı.
"O önemli değil." Başını kaldırdığında alnının kırışmış olduğunu gördüm, gözleri yorgun bakıyordu. Onun için de kolay değildi.
Tanrım, asıl onun için hiç kolay değildi. Kendisini bir hiç uğruna feda etmişti. Yakalanırsak onu öldüreceklerdi.
Beni de. Gabo eğer kaçarsam cezamın ağırlaştırılacağını söylememiş miydi? "Önemli olan o değil." dedi bir kez daha üstüne basa basa. Başımı sallarken dolan gözlerimi görmesin diye başımı eğdim. Titreyen ellerimi arkamda birleştirip bu sarsıntının parmaklarımdan tüm vücuduma yayılmasını engellemeye çalıştım. Ayakta durmak her geçen saniye güçleşiyordu. "Gabo'nun kalkanı ne kadar dayanır?"
Konuşmaya başlamak için nefes aldım ama tek yaptığım hıçkırmak oldu. Kendimi daha fazla tutamadım ve bu küçük hıçkırıkla birlikte gözyaşları gözlerimden firar etti. Bunu daha büyük, daha histerik hıçkırıklar izledi ve alışkın olmadığım bu sinir krizini geçirirken nasıl nefes alacağımı bilemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanfictionBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...