21

1.3K 120 94
                                    

"...utanç ve pişmanlık..."


HARRY'İ bana doğru ilerlerken gördüğümde kılıcımla konuşmayı kestim; her ne kadar bu yaptığım bana iyi geliyor olsa da ona deli gibi gözükmek istememiştim. Eskiden de bunu çok sık yapardım, hala gerçek anlamda bir melekken yani. Melek bıçakları çok özel eşyalardı. Kendi iradeleri olduğu gibi sizi anlayabilirler, aranızdaki bağ sayesinde size bir şeyler hissettirebilirlerdi. Bıçağım beni bıraktığından beri eksikliğini yoğun bir şekilde hisseder olmuştum. Yalnızca dövüş sırasında değil; bu yakın bir dostumu kaybetmek gibiydi. Beni en iyi tanıyan, hislerime yakından tanık olan birini kaybetmek gibi...

Harry'nin de bıçağımla konuşup konuşmadığını merak ettim. Bıçağım bana yaptığı gibi ona da en sıkıntılı anlarında kendisini güvende hissettiriyor muydu acaba? Harry ona bir isim vermiş miydi? Bunları aklımdan geçirmek yerine doğrudan ona sorabilirdim tabii; fakat kulağa çılgınca gelmesinin yanı sıra alacağım cevaplardan korkuyordum. Ona sahip olmasını yeterince kıskanıyordum, bir de onunla bir bağ kurduğunu duymak, aralarındaki ilişkinin nasıl olduğunu dinlemek istemiyordum. Yine de bu, Harry'nin anlamlandırabileceği bir durum değildi. O hiç melek olmamıştı, dolayısıyla bir melek bıçağıyla kuracağı manevi bağın önemini takdir edememesi normaldi.

Tüm bunları yeni kılıcıma da anlatmıştım. Artık gerçek manada bir melek olmasam da - ve o bir melek bıçağı olmasa da - onun değerinin farkında olduğumu söylemiştim ona. Emin ellerde olduğunu garanti etmiştim. Bir melek bıçağı olmasa da kutsal ve kadim bir parça olduğu her halinden belliydi. Benim ellerimde de asil bir amaca hizmet edecek ve korumaya yemin ettiğim ruha birlikte gardiyanlık yapacaktık.

Bu yüzden ona uzun uzun Harry'i anlattım. Onun nasıl biri olduğunu, nasıl göründüğünü, nasıl baktığını, nasıl konuştuğunu, neleri sevip neleri sevmediğini. Neye gülüp neye kaş çattığını... Kılıcım ilahi bir ateşle dövülmediği için ortadan kaybolup bu uzadıkça uzayan monoloğu dinlememe gibi bir lüksü yoktu ne yazık ki.

O'nun kutsal ateşiyle dövülmese de ve Cennet'e ait olmasa da göz kamaştırıcı bir kılıçtı.

André bile kılıcımı görür görmez ona hayran olmuştu. İğneleyici hiçbir yorumda bulunmamış ve dili tutulmuştu. Yeni kılıcımın üzerinde bıraktığı etki biraz geçince onu da Harry'e kaptırmamamı tembih etmişti.

"Ona bir isim verecek misin?" diye sordu Harry yanıma ulaşınca. Benim gibi ağacın dibine oturmaktansa beni ayağa kaldırmak için elini uzattı. Demek antrenman yapmaya benden daha hevesliydi; hemen işe koyulmak istiyor gibi görünüyordu. İnce beyaz gömleğinin kollarını iyice kıvırmıştı; belindeki kemeri çıkarıp kuşağını gevşetmişti.

Nefilimlerle olan ilk ve son karşılaşmamızın ardından onun da yakın dövüşe odaklanması gerektiğini kararlaştırmıştık. Öylesi bir durumda çok iyi ok atabilse bile bu becerisi işine yaramazdı. Kendisini birebir kapışmalarda koruyabilmesi, saldıramasa bile saldırıları savuşturabilmesi gerekiyordu.

Ayrıca yeni bıçağına alışmalı, onu kullanmayı öğrenmeliydi. Tabii ben de yeni kılıcımla bir deneme yapmak için yerimde duramıyordum.

"Aklımda bir şey yok," dedim ağaca dayadığım kılıcımı alırken. Onu kınından çıkarırken metalin çıkardığı enfes ses boşlukta bir süre asılı kaldı. Bu ses bile rakibimi ürkütmeye yeterdi. Parmaklarımı kabzanın etrafına sardığım anda o huzur dolu his tüm vücuduma yayıldı. Daha onu kaldırmadan, birine savurmadan dahi kılıç, bir uzvum halini almış, benden bir parça oluvermişti. Şimdiden, henüz onunla bir dövüşe girmemişken bile onun, melek bıçağımı aratmayacağından neredeyse emindim. Harry'nin elinde beliren bıçağa bakarken bunu düşünüp burun kıvırdım. "André'nin söylediğine göre kılıç bir isim istediğinde o isim benim zihnimde belirirmiş."

Heaven in Hiding | StylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin