13

1.4K 144 48
                                    

  "...dudaklar, öpmek, öpüşmek..."  

ANDRÉ'NİN yokluğunu üçüncü günden sonra saymayı bırakmıştım. Yokluğunun farkında olmadığımı söyleyemem, kendisini oldukça yoğun bir şekilde hissettiriyordu fakat kendimle ilgili keşfettiğim, benimsemeye ve alışmaya çalıştığım o kadar çok şey vardı ki başka bir şey düşünmek ya da endişelenmek için vaktim olmuyordu neredeyse.

Bilmediğim, ölçemediğim bir süre boyunca hayatım, daha doğrusu varlığım Harry'den ibaret olmuştu. O ne düşündüyse onu düşünmüş, ne hissettiyle onunla birlikte hepsini hissetmiştim. Şimdi ondan ayrı, tek başına bir yaratık olmak gittikçe daha tuhaf geliyordu. Her şeyden önce, onun zihninin ve duygularının dışında kalmış olmak; aramızdaki bağın birden, acımasızca koparılmış olması öyle kolayca ayak uydurabileceğim bir şey değildi. Onun duygu ve düşüncelerinin bana kapanması çok farklı hissettiriyordu. Üşütüyordu. Tenime binlerce iğne batırıyordu.

Bunca zamandır onu hep uyurken izlemiştim. Bazen rüyalarına bile dahil olmuştum ve şimdi, farklı odalarda uyuyorduk. Onu izlemeye devam etmemin garip görüneceğini biliyordum, bundan rahatsız olacağının da farkındaydım. Geceleri içim içimi yese de gidip baş ucuna oturamıyor, uykusunun mutlu olduğundan emin olamıyordum.

İyi mi değil mi öğrenmek için bunu ona sormak zorundaydım. Yalan söyleyip söylemediğini bile anlayamıyordum. Yüzünden ifadelerini okumak konusunda acemiydim; çünkü daha önce buna hiç ihtiyacım olmamıştı. Ben onun hislerine ve fikirlerine ondan bile daha yakındım. Gardiyanıyken onun en gizli niyetlerini, zihninin gerisine ittiği korkularını, düşünmekten utandığı arzuları dahi bilirdim. Şimdi neredeyse hiçbirini hatırlayamıyordum.

Birkaç basit, tipik hareketinin ve genel özelliklerinin dışında onu yeniden tanıyor gibiydim. Ona ait gizler büyük ihtimalle halemle birlikte gittiği için, kendimle birlikte onu da yeniden keşfediyordum.

İşte, bundan keyif aldığımı fark ettiğim gün, André'nin gelmediği günleri saymayı da bıraktım.

Günlük rutinimizi o şekillendirmişti. Onun hazırladığı kahvaltıdan sonra, onun seçtiği bir filmi izliyorduk. Filmden sonraki bir saat benim ona film hakkında düşündüğüm her şeyi anlatmaya çalışmamla geçiyordu. Sonra dışarı çıkıyor ve küçük kasabada turluyorduk. Harry buranın sıradan hatta bazı yönlerden sıkıcı kasabalardan hiçbir farkının olmadığını söylüyordu. Şu görünmezlik büyüsünü kaldırsalar bile kimsenin kasabanın gerçek paranormal kimliğinden şüphelenmeyeceğini iddia ediyordu.

Haklıydı da. Küçük, kutu gibi evler tek tipti, renkleri dahi aynıydı. Kasabaların neredeyse hepsi evlerinin önündeki küçük bahçeyle uğraşmayı çok seviyordu, en azından gözlemlerimiz doğrultusunda bu kanıya varmıştık.

"Belki de," diye fikir yürütmüştüm o bunu ileri sürdüğünde. "Dertleri insanlardan saklanmak değildir. Belki dertleri onları uzak tutmaktır."

Harry omuz silkip bir farkı olmadığı konusunda ısrar etmişti ama ona dikilen bakışları fark etmiyor olması imkansızdı. Kasabada dolaşmaktan hoşlanmıyordum, çünkü nefret dolu gözlerin tek hedefiydik. Bu düşmüşler insanlara katlanamadıkları için bu kasabayı kurmuşlardı. Ölümlerden nefret ediyorlardı. Buna rağmen affedilmek için onlara yardım etmek zorunda olmaları onlar için bir işkence olmalıydı.

Hal ve tavırlarından Harry'den hem tiksindiklerini hem de ondan korkup çekindiklerini anlamak hiç de zor değildi. Büyüye rağmen tüm bunları nasıl görüyor diye merak ediyorlardı ve Maruel'in de söylediği gibi bilinmezlik onları ürkütüyordu. Dışarı çıktığımızda ise Harry, insanların bu davranışlarını görmezden geliyordu. Gördüğü herkese selam veriyor ve onlara gülücük dağıtıyordu.

Heaven in Hiding | StylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin