"...ve ben onu duymamıştım..."
"IZA," Titredim. Rüyamda değil de fiziksel gerçeklikte kalan bedenim titredi. "Iza, beni duyuyor musun? Beni görüyor musun? Gözlerini aç, Iza. Sana göstermeme izin ver. Gözlerini aç."
Gözlerimi açtığım anda sesinin kesileceğini, artık Harry'i duyamayacağımı biliyordum. Öyleyse neden hep aynı şeyi tekrar edip duruyordu. "Aç şu lanet gözlerini!" Sesi kulaklarımda çınladı ve ani bir refleksle gözlerimi açmama neden oldu.
Böylece uyandım. Harry'nin öfkeli, sabırsız sesi hala zihnimde yankılanıyordu ama bu sadece bir izdi artık. O gitmişti, bağ bir kez daha ben ne olduğunu anlamadan kaybolmuştu. Bir kez daha ona ulaşma fırsatını kaybetmiştim.
Uyanır uyanmaz kalkmaya yeltenmedim. Önce etrafa kulak verdim, sıradan melek konuşmaları arasında André'nin adı kulağıma çalınmadı. Vakit öğleden sonra olmalıydı, güneşin yakıcılığı yerini akşamüstü serinliğine bırakmıştı. André'nin kanatları kesildikten sonra yola çıkmıştık ve öğleye dek durmadan ilerlemiştik. Sonunda bir yerde daha mola vermiştik. Ben, ihtiyacı olan tek kişi olduğum için bir şeyler yemek ve uyumak zorundaydım.
Bu asıl kampa ulaşmadan önce verdiğimiz son molaydı. Uyuduğum uyku Harry'nin saçma komutlarıyla bölündüğü için kendimi dinlenmiş hissetmiyordum. Aksine daha halsizdim; sırtımdaki ağrı artmış, artık göğsüme vuruyordu. Kanatlarımı içimde tutsam da bana ağırlık yaptıklarını hissetmeye başlamıştım. Bir ton yük taşıyormuş gibi hemen bitkin düşüyordum.
Kanatlarımı yıpratacak ve çürümelerini hızlandıracak şeyler yapmadığım için André'den daha çok zamanım vardı. Ama ben onun gibi yıkılıp kalmadan, bilincimi kaybetmeden olsun bu iş olsun bitsin istiyordum. Bayılmaya, rahat rahat acı çekmeye lüksüm yoktu. Ayakta kalmalı, güçlü olmalı ve Harry'i bulmalıydım. Buna kanatlarım engel olacaksa, onlardan bir an önce kurtulmalıydım.
Nasıl onları onları geri alacak ve yeniden Cennet'e yükselecektim. Her şey sona erip iyiler kazandığında Bahçe haksız yere alınan halemi ve kanatlarımı bana geri verecekti. Harry'i olması gerektiği gibi bir gardiyan olarak korumaya devam edecektim. Euriel hala hayattaydı ve şimdi saklanıyor olsa bile doğru anı bekliyor olmalıydı. Bu savaşı kazandığında, yanında yer alanlara hak ettikleri ödülü verecekti. Kanatlarım yeniden benim olacaktı.
Yeniden uçabilecektim.
"Uyandın mı, Gardiyan?" diye seslendi Vladimir hemen yanımdan.Hiç ses çıkarmamış olmalıydım, bu yüzden nasıl anladığına şaşırdım. Sonra, ona doğru dönerken burnumu çektiğimde ağlıyor olduğumu fark edip bunu saklamaya çalıştım. Kapüşonumu başıma geçirdim, doğrulup sırtımı arkamdaki ağaca yasladım. Uyurken yanağıma yapışmış çam iğnelerini temizlerken çaktırmadan gözyaşlarını da yok ettim.
"Uyandım," Boğazımı temizledim. "André nasıl?" Yüzümü kapatan başlığın altından onun yattığı yeri görmeye çalıştım. Kanatlarını alan iki melek hala ona refakat ediyordu.
"Hala uyanmadı, ateşi de düşmedi." Kaskatı olmuş bedenimi gevşetmeye çalışırken hoşnutsuzca homurdandım. "Euriel onu iyi edecek. Az yolumuz kaldı."
Vladimir elime bir bardak su verdi. Onu bir yudumda bitirirken kapüşonum arkaya kaydı, gözümü güneş alınca yüzümü buruşturdum.
"Canın çok mu yanıyor?" diye sordu Vladimir ifademi başka şeye yorup. Omuzlarımı oynatıp durumun kötülüğünü önce kendim tahlil etmeye çalıştım. Dudaklarımdan farkında olmadan acı dolu bir feryat döküldü.
"Oynatmadığım zaman acımıyor," dedim hemen. Vladimir elini omzuma koyup bana doğru eğildi.
"İzin ver bir bakayım." Karşı koyacak mecalim yoktu, yavaşça ona arkamı döndüm. Vladimir neredeyse hissedilemeyecek kadar hafif dokunuşlarla kıyafetimi yukarı sıyırdı. O sesini çıkarmayınca ben acıyla yutkundum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanfictionBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...