27

877 100 37
                                    

"...kanatları tamamen çürümüş..."

TAM üç gündür yoldaydık. Durup dinlenmeden ormanın içinden ilerliyorduk. Verdiğimiz kısa molalar dışında hiçbir yerde uzun süre kalmıyorduk. Bir süre sonra, orman bir türlü bitmediğinde farklı bir boyuta geçip geçmediğimizi merak etmeye başlamıştım artık. Günlerden beri gördüğüm tek şey ağaçların kahverengi gövdeleri, yeşil yaprakları ve dallarının uzandığı mavi gökyüzüydü.

Vladimir ve André beni dikkatle takip ediyorlar, kaçmamdan korktukları için gözlerini benden ayırmıyorlardı. Endişelenmelerine gerek yoktu. Aklı başında düşünmeye başlamam için bir gün yetmişti. Çeteyle buluşup yola çıktığımız ilk gün gerçekten de, onların beklediği gibi bir fırsatını bulup kaçmaya çalışmıştım. Bu hem onları yormuş, hem de çetenin hoşuna gitmemişti. André'ye beni dizginleyemezlerse, geride bırakılacağımı söylediklerini duymuştum. Ormanda o kadar ilerlemiştik ki artık kendi başıma yön bulmam imkânsızlaşmıştı.

Euriel'e ulaşana kadar sabretmeliydim. O bir baş melekti. Harry'i bulmak onun için çocuk oyuncağı olmalıydı.

Bu arada zaman zaman onu hissettiğim de oluyordu. Bir an geliyor içime büyük bir rahatlama hissi doluyordu ve bunun sebebinin Harry olduğunu adım gibi biliyordum. Kendimi bu kadar kolay rahatlatmam mümkün değildi, bunu ancak o eşsiz bağ yoluyla o yapabilirdi. Endişelenmememi söylüyordu; iyi olduğunu.

Şimdilik.

Nedenini bilmesek de onu canlı istediklerini biliyorduk. Fakat nereye kadar? Ne öğrenene kadar ona canlı ihtiyaçları vardı, bilmiyorduk.

Üçüncü günün sonunda, ay gökyüzünde iyice yükselince bir akarsuyun yanında mola verdik. Her zaman yaptığımız gibi üçümüz çeteden uzak bir ağacın dibine oturduk. André ve Vladimir hemen onların konuşmalarından duydukları kadarını birbirlerine anlattılar.

Nasıl bu kadar iyi anlaştıklarına şaşırıyordum. André onun yanımızda ne işi olduğunu sorarken bile ona zebani diye hitap etmemişti.

"Bu cehennem meleğiyle nasıl karşılaştınız?" diye sormuştu. Ben karşılaşmamızı birkaç basit cümleyle anlatırken Vladimir konuşmaya dahil olmuş ve hikayesini, bize bile anlatmadığı ayrıntılarla André'ye anlatmıştı. Çabucak kaynaşmış, adeta dost olmuşlardı. Benim yaptığım gibi ondan şüphelenmemişti, hem de hiç.

Yalnızca bir kez bana usulca, "Ona güvenebilir miyiz?" diye sormuştu. Başımı sallamıştım ve bu, André için yeterli olmuştu.

Şimdi de Vladimir, bardağındaki birayı bir dikişte bitiren André'ye kendi içkisini veriyordu. Dudaklarımı büzdüm, ben de daha bir yudum bile almadığım içkiyi Vladimir'e uzattım.

"Susamış olmalısın," Bardağı elinin tersiyle geri itti. "İç."

"Susamadım," dedim kısaca. André, Vladimir'in verdiği birayı da fondip edip mızmızlığımdan bunalmış gibi bir hamlede bardağımı elimden aldı. Elime dökülen birayı pantolonuma sildim.

"Yarın gün batımında orada olacağımızı söylüyorlar," dedi Vladimir. "Çok az kaldı."

Gülümseyerek bakıştılar; ikisinin de Euriel'i görecekleri için heyecanlandıklarını görebiliyordum.

"Harry'i bulma konusunda yardımı olmazsa, benim onunla işim biter," diye belirttim kati bir şekilde.

"Başından beri onu bulmak için uğraşıyoruz, Iza," diye yakındı André. "O elimizde kalan son baş melek."

Heaven in Hiding | StylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin