"...yarasa kanatlı ölümlüler..."
GÖZLERİMİ, karşımızdaki seraphimden uzun bir süre boyunca ayıramadım. Üç çift göz üzerine dikildiği halde en ufak bir rahatsızlık belirtisi göstermeden öylece duruyordu. Şaşkın ifadesini anında maskelemeyi ustalıkla başardı ve kapanan kanatlarını yavaş yavaş ama etkili bir şekilde, üzerimize gölgesini düşürerek kaldırdı. Ancak o zaman bakışlarımı onun kısılmış, bir şeyleri anlamlandırmaya çalışan gözlerinden ayırabildim. Kanatlarındaki parlak tüylere imrenerek baktım, onlarla havada süzülmenin ne kadar hafif, ne kadar iyi hissettireceğini düşündüm ve farkında olmadan iç çektim.
Gözlerim sonunda onun kanatlarının ucundan, koyu kırmızıya boyanmış duvarlarla buluştu. Böylece odayı incelemeye başladım. Dikkatimi başka bir yere vermiş olmaktan mutluydum, üzerimde hala o muhteşem kanatların karartısı olsa da, ikide bir onlara bakmamak imkansız olsa da konsantremi odaya göz atmaya vermek içimdeki gerginliği atmama yardım ediyordu.
Başımı kaldırıp tavandaki büyük ahizeyi seyrederken karşımızdakinin, ikili oynayan bir seraphim olduğunu hatırlattım kendime. Kanatlarıyla bize gösteriş yapsa da onun bizden tek farkı henüz yaptığı şeyin ortaya çıkmamış olmasıydı. Yakalandığı takdirde onun da, hava attığı güzel kanatlarını karartacaklar, onu Bahçe'den kovacaklardı. Hatta o bir seraphim olduğu için durumu bizimkinden daha utanç verici olacaktı; çünkü içimizdeki en gururlu tür onlardı. Düşen seraphimlerden çoğu infaz edilmek için yalvarırdı. Lanetli bir şekilde dünyada dolaşmaktansa varlıklarına son verilmesini yeğlerlerdi.
Bu düşünceyle kıskançlık hissini bir tarafa bıraktım ve minnettarlıkla seraphime yeniden baktım. André'ye bakıp başını eğdi, onu nazikçe selamladı. André bunu bir işaret olarak alıp bizden bir adım öne çıktı.
"Size bahsettiğim arkadaşlarım bunlar."
"Melek hangisi?" diye sordu seraphim kısık sesle. André'nin kaşlarını çattığını gördüm, ukalaca bir şey söylememek için dudaklarını ısırdı ve gözlerini kapatıp burnundan derin bir nefes aldı.
"Melek olan Iza," derken beni takdim etmek için elini bana uzattı. Elini tuttum ve bir adım atıp ona yaklaştım. "Diğeriyse," dedi ilgisizce, başıyla Harry'den tarafı gösterdi. Harry yerinden kımıldamadı.
"Harry. Iza'nın ölümsüsüydü." Onu düzeltmemek için kendimi zor tuttum.
Seraphimin gözleri Harry'nin üzerinde takılı kaldı, benimle ilgilenmedi bile. André elimi bıraktı, rahat tavırlarla odanın içinde dolaşmaya, duvarları dokunarak yoklamaya başladı. Onu izlerken bir gözüm temkinle seraphimin üzerindeydi. Hala Harry'e bakıyor olması beni rahatsız ediyordu; kendimi diken üstünde hissediyordum. Bu seraphimin güvenilir olduğundan nasıl emin olabilirdik ki?
"Bana..." Seraphim ellerini ceplerine soktu. Karartılmış olduğumuz için gerçek formunu görmemiz imkansızdı; yalnızca bizim görmemizi istediği şeyi görüyorduk. Buna rağmen kanatlarının gittikçe daha çok ışıldadığını fark ediyordum. "Bana efendim diyebilirsiniz."
"Efendim mi?" dedi Harry arkamdan, sonra yanıma gelip sorusunu tekrar etti. "Bir adın yok mu?"
"Bilmenize gerek yok."
André odayı dört dönmüş ama bulmayı umduğu şeyi bulamadan yanımıza geri gelmişti. Ellerini beline koyup derin bir soluk alıp verdi. "Pekala, nerede şu portal?"
"Önce bazı şeyleri açıklığa kavuşturmalıyız. Yanınızda bir ölümlüyle zamanda yolculuk yapamazsınız."
André beni durduramadan atıldım. "O sıradan bir insan değil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanfictionBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...