19

1.4K 119 33
                                    

"...insanlığa verilen en güzel hediye..."

"NE demek istedi?" diye sordum telaşla. André önümüzdeki büyük, ağır masayı bir hamlede ileri itti ve bize doğru gelen birkaç ucubeyi engellemeyi başardı. Fakat bu bize yalnızca birkaç saniye kazandırabilirdi. André bu kısa süreyi bana cevap vermekle harcadı; sonradan bunun için kendisine küfür edeceğini biliyordum.

"İhanete uğradılar. Biri kapının yerini açık etti." dedi hızlı hızlı. Sonra Harry'i pencereye doğru itti. "Gidin, hemen arkanızdan geleceğim."

Harry elini bana uzattı ama ona başımla önden gitmesini işaret ettim, André'yi arkamda bırakma riskini alamazdım. Bu sefer olmazdı. Masanın etrafını dolaşmayı başarmış bir ucube üzerimize saldırdığında André hiç beklemeden onunla dövüşmeye başladı. Ona katılmak için bıçağımı çağırdım.

Artık bana ait olmadığını unutmuştum. Boş elime bakarken bir an dokakaldım. Kendimi savunmasız hissetmeye başladığım anda, hala pencerenin kenarında dikilen Harry bana doğru birkaç büyük adım atıp bıçağımı elime tutuşturdu. Onu ilk seferinde olduğu gibi düşürmekten korksam da bıçağım tüy kadar hafifti; tıpkı bana ait olduğu zamanlardaki gibi. Onu elimde tutmanın, parmaklarımla kavramanın verdiği güven yalnızca bir anlığına tüm vücuduma yayıldı. Harry geri geri adımlayarak pencerenin dibine geri döndü.

Bıçağa emir vermiş olmalıydı.

Üzerinde fazla düşünmeden André'nin aynı anda dövüştüğü iki ucubeden birinin üstüne ilerledim. Onlardan birini bu kadar yakından görmek dövüşmeyi zorlaştırıyordu. Garip yapılarını incelemek istiyordum; ne olduklarını merak ediyordum. Kendimi savunma içgüdümün merakımın önüne geçmesi neyse ki çok uzun sürmedi ve bıçağımı ucubeye savurmaya başladım.

Çirkin yarasa kanatları ve sivri dişlerinin yanında, korkunç pençeleri de vardı. İnanılmaz hızlılardı ve hamlelerini kestirebilmek çok güçtü. Ayrıca bıçağımı eskisi gibi ustalıkla kullanamıyordum, kendini tamamen bana veremiyor, elimde hantal duruyordu. Onu neredeyse körlemesine savuruyordum yaratıklara karşı.

Ayrıca üstümdeki elbise rahat dövüşmemi zorlaştırıyor, hareketlerimi  kısıtlıyordu.

André'nin gelen bağırışını duyduğumda yaralandığını anladım.

"Gidelim," diye bağırdım.

"Onları halletmeden gidersek peşimizden gelirler!" diye azarladı beni ama alınacak zaman değildi. Omzumun üstünden hala pencerenin kenarında dikilen Harry'e baktım. Onun korkmuş, sinmiş olmasını bekliyordum fakat yumruklarını iki yanında sıkmış, bir anda harekete geçecekmiş gibi duruyordu. André bir kez daha acıyla inlediğinde dikkatim dağıldı ve duvara doğru kolunu tutarak sendeleyen André'ye baktım. Bu sırada arka taraftaki hareketliliği duysam da Harry'nin düşündüğüm çılgınlığı yapmayacağından öyle emindim ki durup oraya bakmadım bile.

Geçici olarak yere devirdiğimiz ucubeler saniyeler içinde ayaklanırken André'nin kolunun altına girdim ve ikimizi de pencerenin önüne olabildiğince hızlı bir şekilde taşıdım. Geri çekilmekten başka çaremiz yoktu ve bizi takip etmeleri filan da umurumda değildi. Sırtımızı duvara yasladığımızda, pencerenin diğer tarafında duran Harry'e baktım.

"İçeri atla," dedim soluk soluğa. Önce onun girdiğini görmeden adımımı atmazdım. Harry hala çatık kaşlar ve sıkılı yumruklarla ucubelere bakıyordu. Ayaklanan ilk ucubenin saldırısını savurmak için elimdeki bıçağı binbir güçlükle kaldırdım; bunu yapabilmek için André'nin kolunun altından çıkmam gerekmişti. "André'yi alıp içeri atla!" diye bağırdım Harry'e.

Heaven in Hiding | StylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin