"...Luneth onların Tanrı'sı..."
DAHA önce hiç zebani görmemiştim. Onu tanımam, ne olduğunu bilmem tamamen içgüdüseldi. Onun ne olduğunu anlayan aslında ben değildim; günlerdir canlı oldukları konusunda hiçbir işaret vermeyen kanatlarımdı. Her şeye rağmen hala melek yanım canlıydı demek.Beni anlamamış olmasının verdiği şaşkınlık Harry'nin direncini kırınca bana doğru sendeledi. Bu fırsattan yararlanıp onu peşim sıra oradan uzaklaştırmaya başladım. Koşmak istiyordum ama zebani o zaman daha çok peşimize takılmak isterdi. Onlar, onun türü kaçan avları daha çok severlerdi. Ruhlara işkence ederken yalvarlamalarını değil kaçmaya çalışmalarını istediklerini duymuştum.
"Ne dedin?" diye sordu Harry adımlarımı yakaladığında. Şimdi yanımda yürüyor olsa da kolunu bırakmadım.
"Tanrı'nın bir meleğinin ırkçılık yapmaması gerekir." Sesi yakından geldiğinde korkudan sıçramamak için dudaklarımı dişledim. Adımlarımı hızlandırdım ama arayı kapatmıştı bir kere. Hemen yanımıza gelmesi birkaç saniyesini aldı. "Özellikle de senin gibi bir meleğin." derken sanki kulağımın dibindeydi.
"Ay," diye bağırdım istemeden. Sonra bunu, yani korkudan bağırdığımı saklamak için zebaniye öfkeyle çıkıştım. "Defol git. Bizden uzak dur." Bunu yüzüne bakmadan söylemiştim. Harry yine durmak için kolunu kendisine çekti, ama onu bırakmadım.
"Gitmemiz gerek," diye asıldım onu kendime. "Ondan uzak durmalıyız."
"Askil'i aramıyor muydunuz?" Harry kolunu benden kurtarınca son attığım adım boşlukta kaldı ve yerimde sallandım. Zebani sorduğu soruyla Harry'nin ilgisini çekmişti ama ben bunu sırf durmamız için yaptığını adım gibi biliyordum.
"Bir şey bildiği yok," dedim Harry'e, hala zebaniye bakmamaya dikkat ederek. Onun burada karşımda, birkaç adım uzağımda olduğunu bilmek, Harry'e benden de yakın durduğunu görmek zaten ödümü patlatıyordu. "Kalman için yalan söylüyor, Harry. Benimle gel, çabuk." Gidip onu yeniden kolundan tutup çekmedim, buna cesaret edemedim ve onu uzaktan elimle yanıma çağırdım. Harry ona doğru salladığım elime bakarken derin bir nefes alıp verdi.
"Iza, abartıyorsun. Dur da konuşalım."
"Sana o bir zebani diyorum," Yaratığın ismini söylerken sesimi kıstım, kelime yine dişlerimin arasına sıkışıp zorla dışarı çıktı. Harry oralı bile olmadı.
"Sen kimsin?" diye sordu ona. Benim aksime zebaniye hiç çekinmeden bakabiliyordu.
"Adım Vladimir," dedi zebani arkadaş canlısı bir sesle. Elini Harry'e uzattığını gördüm. Harry hiç beklemeden, sanki sıradan bir yürüyüşte, sıradan biriyle tanışmış gibi zebaninin elini sıkıverdi. Korkudan hıçkırdım ve kalbim ağzıma geldi.
"Harry," Kendilerini tanıttıktan sonra sıkılı elleri birkaç kez aşağı yukarı sallandı. "Bu da gardiyanım." Harry beni gösterdi. Bir bacağım arkamda, kollarım havadaydı. Her an kaçmaya, Harry'i kucaklayıp havalanmaya hazırdım. Kanatlarım açılmış mıydı? "Izasagi."
"Bana Dima diyebilirsiniz,"
"Sana hiçbir şey demeyeceğiz," derken sonunda tüm irademi devreye sokup ona baktım. O da bana bakıyordu. Başlığını arkaya itmiş, yüzünü açığa çıkarmıştı. Uzun, sapsarı saçları neredeyse beyaz gibi görünüyordu. Atkuyruğu yapmasına rağmen tutamlar omuzlarının iki yanından göğsüne dökülmüştü. Daha koyu renkli kaşları öyle düzgündü ki biri onları sonradan yüzüne çizmiş gibi duruyordu. Asıl ürkütücü olan gözlerinin rengiydi; soğuk gri bir renk. Zaten gözlerine geldiğimde yüzünün geri kalanını görme imkânım da olmadı. "Seninle işimiz olmaz. Şimdi defolup git."
![](https://img.wattpad.com/cover/112796927-288-k464581.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanfictionBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...