Misaki on beş yaşında...
Kendimi diğer tüm gardiyanlara görünür kılmış, bir ağacın dalında kibirli kibirli oturuyordum. Herkesin, etraftaki bütün işe yaramaz gardiyanların meydanda yaşıtlarını alt eden bu güçlü kızın gardiyanının ben olduğumu görmesini istiyordum.
Misa geçen on yılın ardından kocaman bir kız olmuştu. Şimdi on beş yaşında, ergenliğinin başlarında genç bir kadındı. Duruşu, bakışı, konuşması herkesten farklıydı. Ağırbaşlılığı etrafındaki yetişkinlerin bile ona saygı duymasına neden oluyordu. Yaşıtları onun dengi değildi, asla olamazdı. Zaten Misa'nın sohbet etmekten, vakit geçirmekten hoşlandığı kişiler hep kendisinden büyükler olmuştu. Diğer çocukların hal ve hareketleri ona çok basit, çok gevşekçe geliyordu.
Haksız da sayılmazdı.
İnfazcı onu alıp saraya getirdiğinde daha beş yaşındaydı; onu öldürmeyip yanına alan adam anne ve babasını öldürmüştü. Annesi kanlar içinde gözlerinin önünde can vermişti ama Misa bir kez olsun ağlamamıştı. Saraya giden yolda gözlerini annesinin kanına bulanmış kılıçtan asla ayırmamıştı. Onun yanında olduğunu iliklerine kadar hissetmişti; annesinin onunla olduğuna hiç kuşkusu yoktu. Bu inanç o yaş aldıkça büyümüş, daha da güçlenmişti.
Tabii ki onu himayesi altına alan ve yetiştiren adamın ailesini katlettiğinden haberi yoktu. Bu sayede şogunun onu ordu komutanı yaptığını da bilmiyordu. Büyüdükçe kendisini koruma altına alan bu adama daha çok saygı ve sevgi duyuyordu; onunla ve savaşlarda kazandığı başarılarla gururlanıyordu. O savaşa gittiğinde her gün tapınakta onun sağ salim dönmesi için dua ediyordu.
Saraya getirildiği gün takdim edildiği ilk kişi şogunun kendisi olmamıştı. Babasını karşılamak için sarayın en dış kapısında sabahlayan oğlu olmuştu. Sora endişeliydi çünkü babasının korkunç bir isyanı bastırmaya gittiğini biliyordu. Geldiğini gördüğünde rahatlamıştı ama onun kucağındaki kızı fark edince endişesi yeniden içine yerleşmişti.
Sora, Misaki'den yalnızca iki yaş büyüktü. Neyin ne olduğunu anlayacak yaştaydı. Önceleri Misaki'den, ailesi şoguna karşı çıkıp babasını da tehlikeye attıkları için nefret ediyordu ama sonra ona nefreti acımaya dönüştü. Misaki'yi saray hizmetkârlarının zorba çocuklarına karşı korumaya başladı. Kız saraya, hem de ordu komutanı tarafından, alınmış olsa da bir hizmetkârdan farkı yoktu. Soylu değildi; herkes ailesinin hain olduğunu biliyordu.
Komutan Misaki'nin bir samuray ruhu taşıdığının farkındaydı; bu yüzden onu bu yönde eğitti. Onu bizzat kendi oğlunu koruması için hazırladı. Yedi yaşından itibaren samuray eğitimine başlandı ve çok geçmeden herkes Misaki'nin doğuştan bir savaşçı olduğunu anladı. O bunun için doğmuştu. Onunla aynı yaşta eğitime başlayan Sora'ya çok geçmeden yetişti ve ona meydan okumaya bile başladı.
Ne de olsa Sora'nın aldığı savaş eğitimi Misa'ya verilenden daha yoğun değildi. O bir asker değil bir yönetici olacaktı.
Bu sırada Sora'nın Misaki'ye karşı hissettiği acıma, merhamet çoktan sevgiye dönüşmüştü. Gün geçtikçe güçlenmesi, artık kendisini savunmak için ona ihtiyaç duymaması canını sıkıyordu ama aynı zamanda Misaki'yle gurur duyuyordu.
Onu kıskanıyordu da. Misa'nın büyüklerle konuşması, kendisiyle konuşurken bilmediği kelimeler kullanması ve bunları anlamadığında kızın yüzünde oluşan kınama ifadesinden nefret ediyordu. Ondan yaşça büyük olsa da Misaki'nin ruhunun onunkinden daha yüce olduğunun ne yazık ki ayırdındaydı. Yıllar geçtikçe kendisini kandırmayı da bırakmıştı. Çocukken ona imrendiği her seferde kendisine onun bir hain olduğunu hatırlatır, buna tamamen inanana kadar kendi kendine tekrar edip dururdu. Babasına onu kötüler ve ona güvenmenin akıllıca olmadığını söylerdi. Fakat sonra Sora da büyüdü.
![](https://img.wattpad.com/cover/112796927-288-k464581.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in Hiding | Styles
FanfictionBana ilk kez bakıyordu, gözlerime. Varlığımın farkına vardığı bu ilk an ben nefesimi tutmuş beklerken onun ifadesi korkuyla çarpılmıştı. İçimdeki heyecan kanatlarımı titreştiriyordu; bir tüy, ufacık bir tüy ikimizin arasında süzülmeye başladı. Öyle...