◈ 3 ◈

15.2K 691 11
                                    

Mola verdiğim ilk yer Susurluk oldu. Buraya gelene kadar acıkmamış olmam şaşırtmamıştı. Pek iştahım yoktu son zamanlarda. Konuya dair başta annem olmak üzere pek çok insandan tehdit ve uyarı almış olsam da, yemek yemek nedense günlük yaşantımın beşinci, hatta altıncı planında kalıyordu aylardır. Herhangi bir depresyon sebebine bağlamaktansa midemin küçülmüş olabileceği ihtimaline veriyordum  açıklamayı. 

Küçükken dedemlerle gelirdik buraya. Eski ama büyük bir mola yeri. Pek çok otobüs ve çibörek-ayran ikilisini mekanında tatmak isteyen yolcunun tatile giderken ya da tatilden dönerken mutlaka uğradığı yer olarak hafızamda kalmış. "Tadını dahi unutmuşumdur," diyerek emniyet kemerimi serbest bıraktım. Yan koltuktaki iki boş su şişesini ve gri sırt çantamı alarak arabadan indim. İçinde çöp olan bir arabaya hayatta binmezdi çünkü. Ve açıkçası onu gördükten sonra, hayatın bana bir de arabayla ilgilenmek için ekstradan vakit sunacağını sanmıyordum.

"Bir çibörek ve bir de açık ayran rica edebilir miyim?"

Aşçı amca usta bir el alışkanlığıyla arkasındaki camekanlı makineden ayranı büyük, altıgen bardağa doldurdu ve tepsime bıraktı. "Bir porsiyonda iki adet var yalnız."

Başımı olumlu anlamda salladım. "Tamamdır."

Kasaya yaklaşıp önündeki içeceklerin arasından üç şişe suyu da tepsime aldım, hesaba eklettim. Ardından hafızamın beni zorladığı kadarıyla hatırladığım, dört kişilik bir köşe masaya geçtim. 

Tek başına yemek yiyor olmanın bir getirisi olarak etrafı izlemeye başladım. Yol yorgunluğundan bitkin düşüp bir an önce evine ulaşmak isteyenler, heyecanlı gözlerle gidecekleri tatil beldesine kadar yerlerinde duramayan çocuklarına "Az kaldı," diyen anneler, yanlarında babaanneler ve dedeler...

Ben de böyleydim işte, diye düşündüm. Çok da uzun bir zaman önce değildi, dün gibiydi aslında. Bir anda büyüdüm. Üniversiteli oldum. Dedem öldü. Okulda tüm ailemin gelip en ön sıradan izlediği tiyatrolarla kalmayıp dizi oyuncusu oldum sadece. Her haftanın aynı saati ekrandaydım ülkenin pek çok takip edeni için. "Parlayan yıldız Aylin Arslan" dediler... Genç bir başarı öyküsü. Diğerlerine de ilham verecek türden, güzel bir manşet konusu. 

Ve yine buradayım. Pek çok şeyi arkada bırakmış, ama bir o kadar da düşüncelerimde kopamamışım. Nostaljiyi seviyorum. Yedi-sekiz yılın ardından yine gelip bu masaya oturmuş olmamın bir sebebi var. Belki de özlüyorum eskiyi. Yaşadıklarımı, bir daha asla yaşayamayacaklarımı.

Bu yüzden gidiyorum ya oraya. Dönüyorum ya sana. 

Ne için yola çıktığım yirmi saniyeliğine aklımdan çıkmıştı. Bunun için hafif de olsa çattım kaşlarımı. Kızdım kendime. Hala neyi bekliyordum? Böreklerden birini çoktan bitirmiş, ayranı ise yarılamıştım. Ayağa kalktım. Planımı aksatmak gibi bir lüksüm yoktu. Her şey saatli, programlı ve önceden düşünülmüştü. Bir an önce tuvalete gidip, ardından yoluma devam etmeliydim. 

Çıkış kapısından çıkacakken durdum. Kalabalığın, otobüsün mola bitiş saatine ayak uydurmaya çalışanların arasında bu hareketim birkaç küfür yemişti. Aldırmadım. Çocukluğum, küçüklüğümdü bir bakıma burası. 

Hani aileler tam olarak ya doğumlarda ya da ölümlerde biraraya gelirler ya... Bizim için de burasıydı işte o buluşma yeri. Birlikte çıkılan bir yolculuğun heyecanı, tatilin bitişinin hüznüydü belki. Annemdi kimi zaman, "Kapıdaki teyze tuvalet için bir lira istiyor," derken. Yalvarmaktı kasada gördüğüm naneli şekeri alabilmek için bazen.

Ve bu, çocukluğuma bir vedaydı. Hayatımın büyük bir bölümüne de aynı şekilde hoşçakal derken, demişken.

Evet, gelelim asıl hikayeye.

Sırt çantama koyduğum üç şişenin ağırlığı omzumdan yan koltuğa geçince rahatladım. Kapıyı kapattım, kemeri taktım. Artık öğle vakti olduğundan iyice kalabalıklaşıp adeta otogar haline gelmiş otoparktan çıktım. Tam gaz, durmadan, oyalanmadan...

Şu ana kadar çoktan anlamışsınızdır ki, hikayemin esas oğlanı için planladığım bambaşka bir veda vardı. 

Ve bu satırların görevi de, size o vedayı aktarmaktı.


Son DefaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin