Yalnızca birkaç saniye sürmüştü baygınlığım. Bundan emindim.
Gözlerimi açtığımda iki hostes ve bir de ne olduğuna anlam veremeyen Uraz vardı başımda. Bir şey yapıp yapmaması gerektiğine dair en ufak bir fikri yoktu. Daha hangi amaçla bu yolculuğa sürüklendiğini dahi bilmezken, yol arkadaşının bir anda kendini kaybetmiş olması onu düşündürtmüştü.
"İyi olduğumu söyledim." Oturduğum yerden kalkmama izin vermeyen Uraz, sağ yanımda ben kalkmadan uçaktan inemeyecek olan diğer iki kişiye yöneldi. "Sizi de bir iki dakika bekleteceğiz. Hemen ayağa kalkmasın."
Elimi kaldırdım. "Yok, yok. İyiyim ben." Yol boyunca dirseğimi yasladığım yere tutunarak ayağa kalktım. Hiçbir sıkıntı yoktu. Ne dengem ne de görüşümde bir problem vardı.
Koridor tarafına geçerken yanımdaki yolculara mahçup bir ifade ile baktım. "Kusura bakmayın lütfen."
"Olur mu öyle şey güzel kızım, insanlık hali. Bir daha kahvaltı yapmadan binme ama."
Gülümsedim. "Teşekkür ederim teyzecim."
"Buyrun, bu sizin çantanız sanırım," yukarıdaki dolaptan indirdiği büyük çantayı tatlı teyzeye uzatıyordu Uraz.
"Teşekkürler delikanlı. Kız arkadaşına dikkat et sen de. Öyle aç aç çıkmasın yollara."
Uraz'la aynı anda birbirimize baktık. Ardından aynı hızla teyzeye döndük.
"Biz öyle değiliz."
"Biz birlikte değiliz."
Yarı benzer kelimelerimizle havada karışan yanıtlarımız beyaz saçlı, ay yüzlü teyzeyi güldürdü. "Ben de on sekiz yaşındayım zaten."
Tekrar gülümsedim. Tüm içtenliğimle. Teyzenin iyi niyetine, onun bir yanında belli ki acelesi olduğu için sürekli saatine bakan, buna rağmen sabırla bizi bekleyen adama... Hosteslerin tıbbi desteğe gerek kalmadığını anladıklarındaki rahatlamalarına, İtalya'da oluşumuza... Her şeye gülümsemek geldi içimden. Ben de gülümsedim.
Yavaş hareketlerle kendimi toparlamaya koyuldum. Hostesler kokpit tarafına geçmişti. Herkes inmişti. Uraz beni izliyordu. Bir sonraki adımın ne olacağına dair merakı baskındı ama çaktırmamaya çalışıyordu. Bense bu anın tadını çıkarıyordum.
Herhangi bir şeyimi unutmadığımdan emin olmak için koltuğuma son kez baktığımda, kulaklığımın yere düştüğünü gördüm. Önce oturdum, sonra yana eğilerek kulaklığı yerden aldım. Başımı kaldırdığımda bana doğru eğilmişti. Vücudu, yüzü, kokusu... Her şeyi bana çok yakındı.
Önce hiçbir şey söylemedi. Gözlerime baktı. İyi olduğumdan emin olmak istermişçesine baktı sanki. Aradığı bir şey vardı, onu görüp görmediğine karar vermeye çalışıyordu. Birkaç sessiz saniyenin ardından arayışı sona erdi.
İşaret parmağıyla burnuma dokundu. "Uslu bir kız ol."
Ne dedi, neden dedi, ne ara dedi... O kadar yoktu ki bende. Esiriydim etkisinin. Yine çalmıştı, ayırmıştı kendisine ilgimi.
Silkelendim. Kaybetmek yoktu. Buraya kazanmak için gelmiştim.
Evet! İşte başlıyorduk. Bizi elinde büyükçe bir pankartla bekleyen, takım elbiseli şoföre el salladım. Beni gördüğü anda kibar bir gülümseme ile başını salladı ve pankartı indirdi.
"Kırmızı halı beklerdim senden. Pankartlık zahmete girdiysen..."
Uraz'ın bulaşmasını duymazdan geldim.
"Hi. Cladio from the company, right?"
(Merhaba. Şirketten Cladio'sunuz, öyle değil mi?)
"Yes, and you must be Ms. Aylin. The car is outside. This way, please."
(Evet, siz de Aylin Hanım olmalısınız. Araba dışarıda. Bu taraftan, lütfen.)
"Okay, thank you."
(Tamamdır, teşekkürler.)
Kalabalığın arasına karıştığımızda tüm planı bir kez daha gözden geçirecek vakti buldum. Eğer az önceki bayılma mevzusu gibi saçma sapan aksilikler meydana gelmezse, her şey istediğim gibi ilerleyecekti. Bu üç günün çok daha fazlasına bedel olması için hiçbir engel yoktu artık.
Kıştan bahara geçişin aylarında Venedik esintisi... Henüz havalimanının çıkışında bizi hemen saramamıştı aslında. Şehrin içlerine, meydanlarına, sokak aralarına konumlanmış kafeleri ile içine çekecekti kendisinin. Yüzen Şehir Venedik... Kayık, gondol gezintileriyle gerçek renklerini gösterecekti bizlere.
"Şaka yapıyorsun."
Şoförümüz çıkış kapısının hemen önüne park edilmiş simsiyah Maserati'nin kapısını açtı. Hiç bozuntuya vermeden bavulları yere bıraktım ve benim için açılan kapıya yöneldim. "Gratzie Cladio." (Teşekkürler Cladio.)
Google Çeviri'den öğrendiklerimi satma vaktiydi. Hem İtalya'ya, hem de Uraz'a...
Uraz başını yana yatırıp kaşlarını çattı. Ardından çok beklemeden spor çantasını Cladio'ya verdi ve arabaya binmek üzereyken yanıma geldi.
"Arka tarafta oturduğum uçak yolculuklarını neden sevmediğimi biliyor musun?"
"İyi de bunun eğitimini almıyor musun?"
"Kontrol bende olmadığı için. Kullanan ben değilim, dolayısıyla herhangi bir şey ters giderse düzeltebilir konumda olamadığım için."
"Türkçeyi zaten anlayamaz. Neden dibime girerek sessizce konuşuyorsun?"
"Benim kullanmadığım bir araba söz konusu olamaz."
"Çok geç. Fazla uzağa gitmeyeceğiz zaten. Atla!"
Diğer tarafa kadar yürümesine gerek kalmasın diye arabaya biner binmez yana kaydım. Birkaç saniye az önceki gibi bir eli arabanın kapısında, diğeri üstünde bekledi. Bagajın kapanma sesi geldikten sonra şoför ile eş zamanlı olarak arabaya bindi.
"Bunu çok pis ödeyeceksin küçük hanım."
Gülümseyerek güneş gözlüğümü taktım ve camdan dışarı baktım. "Biliyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Defa
Romance*2020 Wattys Kazananı* "Şartın nedir?" Gülümsedim ve üstüne yaslanmakta olduğumuz gri, demir çitte kayarak yaklaştım. "Üç soru. Bu üç soruyu bana sormayacaksın." Bilmemekten hoşlanmazdı. Asla hem de. "Neymiş onlar?" "Nereden geldiğim, neden burada...