◈ 4 ◈

14.1K 712 20
                                    

Son beş dakikadır aynaya bakıyordum.

Saçlarım uzamıştı. Uzun saçlı kızları hoş bulduğunu bildiğimden, ona inat kestirmiştim ayrıldığımız günün ertesi sabahı. Ama şimdi, vakit hızlı geçiyor ya, o sabahı yaşayalı aylar olmuştu. Eskisinden de uzundu artık siyah, düz saçlarım. Ona inat yaptığım hareketin sonrasında "O beni görene kadar uzar umarım," diye saçma bir ümit ile devam etmiştim hayatıma. Yaptığımın hiçbir önemi yokmuşçasına.

Yeni yıkanmış, saçlarımı taramış ve kurutmuştum. Yol yorgunluğu denilen şeyden eser yoktu üstümde. Otel odasının ben pencereyi açana kadarki havasızlığı da gitmişti üstelik.

Arabadaki bavullardan yalnızca bugünkü ihtiyaçlarımı karşılayacak olanı içeri taşımıştım. Yatağın üstünde duruyordu. Annem olsa titizlikle ilgili konuşmaya başlardı ama bu gece uyuyabileceğimi hiç sanmıyordum. Uykumu nasıl ve ne zaman alacağıma dair kafamda farklı bir plan vardı. 

Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise, eğer şanslıysam, az sonra belli olacaktı. 

Siyah, askılı dar atleti siyah pantolonumun üstüne giydikten sonra, mevsim ne olursa olsun göze batmayan botlarımı ayağıma geçirdim. Bavula tıkıştırdığım asker yeşili montumu katlı olduğu yerden çıkarttım. Belimin hizasındaki fermuarından göğsümün hemen altına kadar yukarı çektikten sonra aynaya son kez döndüm.

Tebessüm ile saçlarımı iki yandan kulaklarımın arkasına yerleştirdim.

114 Numaralı odadayım. Yabancısı olduğu bu şehre ilk geldiğinde ilk kaldığı yerdeyim. Aslında Skype'tan gözüktüğü gibi hemen hemen. Beyaz duvarlar, koridorlar, merdivenler, odalar... Krem rengi basit ve tek bir koltuk, iki sandalyenin atıldığı ve yazın gerçekten güzel olduğunu tahmin ettiğimiz balkonuyla ufak ve derli toplu bir oteldi burası. 

Bu otelde, bu odada kaldı Uraz haftalarca. 

Geceleri bana gününü anlattıktan sonra şu an açık ve dağılmış bavulumun durduğu yatakta uykuya dalarken o, dua ediyordum kilometreler öteden, daldığı uykusunda rüyasına girebilmek için. Olamadım yanında, arkadaşlık edemedim sohbetlerine uzak kalınca. Bu oda vardı onunla, pek de manzarası olmayan bir balkon ve kendisine en azından bir kez bakmış olduğu muhtemel  ayna.

Aynı aynaya farklı zamanlarda bakmış olduğumuzu bilmek mutlu ediyordu beni. Ne kadar düşmüştü eşiğim? Ne zaman bu kadar ümitsiz hale gelmiştim? Zamandı aslında her sorunun cevabı, ancak tüm geçen zamanlarımıza rağmen ben buraya gelmiştim. Sonunda, ona, buraya. Benden kopup geldiği yere.

Anahtarı montun bir cebine atıp odadan çıktım. Koridorun duvarı, sahip olduğu aralıklarıyla otoparkı ve dolayısıyla hemen kendi odamın önüne park ettiğim jipi bana gösteriyordu. Hız kesmeden yürümeye devam ettim. Resepsiyondaki adama hafifçe gülümserken arkasındaki saate baktım.

Ne zaman nerede olduğu en bilinmeyen adama sürpriz yapmaya çalışıyordum. Bu çabamı duysa bir yerden, "Sen yürek mi yedin?" diye sorardı dalga geçmeden. Ciddi ciddi sorardı. Kabul ediyordum, tam şu anda havaalanında olmayabilirdi de, belki bugün hiç uğramamıştı çünkü ona uçuş yazmamışlardı. Hatta belki de ailesinin yanına dönmüştü birkaç günlüğüne ki, bu da yine bambaşka bir şehirde olduğu anlamına gelirdi.

Ama yine de, bu kadar zaman sonra buraya kadar gelmiştim. Artık geri dönüşü yoktu.

Navigasyona havalimanının adını yazmak için telefonuma baktığımda otuz yedi cevapsız arama, yüz altmış dört What's App, kırk dört SMS mesajı vardı. Maratonun yeni başladığından emindim. Hepsini direkt sildim.

Jipi yolcu girişinin önündeki açık yere park ettikten hemen sonra içeri girdim. İnanılmaz bir adrenalin ile adımlarımı atıyordum. Kalbim, onu görebilme umuduyla buraya kadar beni takip etmişti. Şimdiyse beklemek onu en az benim kadar yormuştu ki bağırıp çağırıyordu yalnızca, "Hadi!" diyordu hala sağlam kalmış tek tük parçasıyla. 

Son DefaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin