Uraz bir adım gerileyip ellerini iki yana açtı. Gülümsedim. Mesafemizi koruyarak yaklaştım. Ellerini tutup onu sanki cansız bir mankenmiş gibi oynatmaya başladım. Kalçamı çalan şarkıya uygun hızda bachata adımlarıyla orantılı oynatıyordum. Onun kollarını bir yukarı bir aşağı çekerken gülmeye başladık. Gerçekten de halimiz gülünecek şekildeydi.
İki elinden birini bıraktım, diğerini yukarı kaldırıp kendi etrafımda döndüm. Uzaklaştığım yerden beni kendine çekti. Kolu bedenime sarılıydı. Vücudumun arka tarafı onun göğsü, beli ve kasıklarıyla bütünleşmişti. Gitmeme izin vermedi. Dart oynarkenki yakınlığımız gibiydi. Hem aynı, hem de çok farklıydı. Kalçam müziğe göre hareket ediyor, onunki de bana uyum sağlıyordu.
Artık gülmüyorduk.
Şarkı yavaşladı, yavaşladı ve yavaşladı. Zihinlerimizde. Baş başaydık. Hislerimizde.
Ama sadece bizim için.
Nazik hareketlerle beni yönlendirmeye devam ediyordu. Sol kolu asla gevşemiyor, bana sarılmaya devam ediyordu. Adeta bedeninde tutsak kalmıştım. Hafifmeşrep bir tutsaklık. Kalçamda hissetmeye başladığım bir tutsaklık daha vardı. Pislik yapsam mı yapmasam mı diye düşünürken sonrası umrumda olmadı. Kalçamı ona daha çok bastırdım. Hissetmiş olduğundan emindim. Baskı arttı, elektrik arttı, içtiğimiz her şey ilk kez kafamızı ziyaret etmeye başladı. Başını boynuma, saçlarıma gömdü. Bir süre öyle kaldı. Başka bir dans hareketine geçmek için değil, yüzünü görmek için ona dönmek istiyordum. İki elimden biri Uraz'ın başının arkasında, diğeri ise beni saran kolunun üstündeydi. Çıkmaya çalıştım.
Yine bırakmadı.
Gözlerim kapalıydı. Aklım realiteye geri döndüğünde şarkının ismini hatırladım: Ansel Elgort - Thief. Bir dakika değil, en az on beş dakika geçmiş olmalıydı. Yeni idrak ediyordum.
Yine de gözlerimi açmadım.
Bu anın sürebildiği kadar sürmesini istiyordum. Başımı onun omzuna yasladım. Kendimi tamamen ona, serbest bıraktım. Hareketimiz yavaşladı, kulağıma fısıldadı:
"Biz ne yapıyoruz Aylin?"
Sorusunu duyduğumda gözlerimi açtım. Rüyanın devam edecek olmasını umarak gevşeyen kolunu üstümden çektim, ona baktım. Elini hala bırakmamıştım. Spot ışıkları saniyelik aralıklarla yüzlerimizi aydınlatıyordu. Yanağına dokunmak için elimi kaldırdım, sonra vazgeçtim. Daha bir günümüz vardı. Hiçbir şeyi batırmamam gereken bir koca gün daha. Kaldırdığım elimi havada yumruk yaparak aşağı indirdim. Onu bıraktım. Benden uzaklaşmadı, ama hiçbir şey de söylemedi. Gözlerime bakıyordu. Yine aynı bakışlar. Beni, kendini, bizi, geçmişi, geleceği arıyordu iki ufak penceremde. Her köşesine didik didik bakıyor, ama ağzını bıçak açmıyordu.
Dürüst olmak gerekirse; beni öpmesini bekledim. Tam şu anda, şurada çekip öpmesini. Dansımızın öpüşmekten hiçbir farkı yoktu. Ancak bunu bana yansıtabilmesi için, önce kendisinin anlaması gerekiyordu.
Birbirimizin sarhoşluğunda oradan çıktık. Tahmin ettiğimden çok daha erken çıktığımız için gelecek şoförü dışarıda bir beş dakika kadar bekledik. Üşüdüğümde kapıdaki güvenlik görevlilerinden şal rica ettim. Uraz kendi içinde pek çok şeyin sorgulamasını yaparken benden önce davranamadığı için kendine kızdı.
Konuşmadık.
Dans pistinden otele varana kadar konuşmadık. Oda kartlarımızı kendi kapılarımıza okuturken onu izliyordum. Bakışlarımı fark etti. "İyi geceler," dedi. Soğuktu. Anlayışla karşıladım. Minik bir tebessümle başımı salladım ve içeri girdim. Hiçbir kıyafetimi çıkartmadan kendimi olduğu gibi yatağa attım. Gecenin sonunda yine bu kadim dost ile baş başa kalmıştık: ben ve tavan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Defa
Romance*2020 Wattys Kazananı* "Şartın nedir?" Gülümsedim ve üstüne yaslanmakta olduğumuz gri, demir çitte kayarak yaklaştım. "Üç soru. Bu üç soruyu bana sormayacaksın." Bilmemekten hoşlanmazdı. Asla hem de. "Neymiş onlar?" "Nereden geldiğim, neden burada...