Bölüm.28. Safa Yatmak
Takvimden bir yaprak daha düşerken fani dünya bir gün daha yaşlandı. Geceyi gündüze devreden yürekler yepyeni bir günün kapılarını araladı.
Sabahın seher yeliyle uyandılar Güneş'i karşı tepelerden selamladılar. Güneş doğar doğmaz ilk karşı tepelere gösterirdi kızıl renkli yüzünü. Bir mızrak boyu yükseldi mi, sarıya çalardı kızıllığı.
Bu coğrafyanın insanları sıcakkanlı ve dost canlısıydı. Yapmayı dilemedikleri eylemler için önce mırın kırın eder sonra tava gelirlerdi. Bıçkın konağının ahalisi de nasibini almıştı bu coğrafyanın huyundan suyundan.
İlk başta kocasına mırın kırın eden ve de resti çeken konağın hatunu gecenin ilerleyen saatlerinde tava gelmişti.
Günün sabahı hiç kimsenin ağzını bıçak açmıyor, herkes kendi bildiği ve de ezber ettiği işiyle meşgul oluyordu. Sıradanlığı yaşayan konak eşrafı mecburiyetlerin ışığında nihayet sabah sofrası başında bir araya gelebilmişlerdi. Hâlâ birbirlerine diyecekleri varmış da gönül küskünlüğü yaşıyorlarmış gibi sus pustular.
Mahmut Ağa son lokmasını ağzına koyarken imalı bir bakış attı dün akşamdan kalma. Göz kapaklarını üst üste kırpıştıran kadın bildiğin göz devirerek başını diğer tarafa çevirdi; zira bu tavır kabullenişi simgeliyordu. "Hatun ben işçilerin üstüne gidiyorum, sen ne yapacağını biliyorsun!"
Mahmut Ağa son sözü söylemiş sofra başından küskün gelin gibi tavırlı kalkmıştı; aynı tavrın benzerini kadın iç çekerek göstermişti. "Eyi, madem gidiyon azık hazırlamıştım onu da al yanında."
"Gerek yok öğleye kalmaz gelirim!" Sözcükler kinayeli bakışlar yarınların habercisiydi.
Genç kız, ebeveynlerinin kendi arasında fikir ayrılığı çatışması yaşandığını çıplak gözle görebiliyordu lakin meselenin kendi üzerinden döndüğünü henüz bilmiyordu. Bir tahmini vardı ama işte o tahmini aklının ucundan bile geçirmek istemiyordu. İstemiyordu çünkü dün anasının Selbi kadına karşı nasıl yavan davrandığını görmüştü. Belli ki, ağabeyinin kaderini kendisi de yaşayacaktı...
Zeyno, anasının durgunluğundan yola çıkarak kendince olmadık hayallerin içine dalmış bir taraftan da kahvaltı sofrasını topluyordu. "Zeyno kızım, şöyle bol köpüklü bir kahve yapta ana kız içelim!" Genç kız, daldığı gayya kuyusundan anasının sesiyle çıkarken ayakları olduğu zemine mıh gibi çakılı kalmıştı.
Neler oluyordu, anası durup dururken kahve istemezdi ki? İsteyince de önemli mevzular konuşulacak demekti. Bütün bunları zihin süzgecinden geçirince ister istemez gerildi ama hiç bozuntuya vermedi. Zeki kız, nerede nasıl davranması gerektiği biliyor sonuçta. Uysal bir ses tonlamasıyla, "Olur, ana hemen yapıyorum!" dedi
Zeyno, kahveleri yaparken anası tuhaf bakışlarla kızını izliyordu. Bakışlarındaki tuhaflık besbelli içine düşen yangının emareleri idi. Kolay değildi söz konusu evin tek kızıydı. Hem kızının yuvadan uçup gidecek olması hem de hiç denkleri olmayan birine gelin gitme olasılığı kadının çileden çıkarıyordu...
Zeyno, sessiz sedasız bol köpüklü kahveleri yaptı ve birer bardak suyun eşliğinde anasına ikram ederken, "Buyur ana." dedi.
Dilber Hatun, kendisine uzatılan kahve fincanını özenle eline aldı ve gözlerini süzerek bir yudum içti. Kahve fincanını kendi tabağına bırakıp içli bir nefesi koyverdi. Genç kız, tepsi elinde halya ayakta duruyordu. "Otursana kızım, yeni gelin gibi ne diye ayakta duruyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ezber Bozan
عاطفية(Romantik) Çingene kızıydı ne bir yurdu vardı ne bir memleketi. Anasız babasız yetimdi. Sadece göç etiği yerlere yüreğindeki masumiyetin meşalesini taşıyordu... Adam onun masumiyetini alıp kalbine hapsetti hatta öyle derinlere sakladı ki, kendinde...