Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın....
34.Bölüm: Ben Mucizeyim.
-8 ay sonra-
-Nefes-
Çocukken asla hayalini kurmadığım şeyleri yaşıyorum. Belki de bu satırı okuyan onlarca kişi gibi güzel bir çocukluk geçirmedim. Belki de sizde de olduğu gibi annem ve babam beni bir parka götürmediler. Annem ve babam beni sevmezken bir başka adamın beni sevebileceği ihtimalini hiç düşünmemiştim ve hiçbir zaman bunun hayalini kurmamıştım. Çünkü biliyordum hayal kırıklığı denen şey berbat bir duyguydu. Karnım burnumda resmen hiçbir şey yapamıyorum. En son doktor kontrolü dündü ve doktor iki gün en fazla üç gün sonra doğum olacağını söyledi. Zaman çabuk geçmişti. 8 ay birçok olay yaşamamıza rağmen çabuk geçmişti. Karnımın üstünde bir bardak meyve suyu var ve benim aklım 8 ayda.
&&&
“Ben karar verdim doğarken öğreneceğim.”
Neyden bahsettiğimi biliyorsunuz. Tabi ki de bebeğimizin cinsiyetinden. Bugün öğrenebileceğiz. “Nefes, her şeye tamam ama bu olmaz. Bak eğer erkekse odası Trabzon spor olacak!”
Heyecandan sesi titriyordu resmen ve sabahtan beri yüzündeki tebessüm bir an olsun azalmadı. O arabayı çalıştırırken ben konuştum. “Ya kız olursa!”
Araba hareket ederken konuştu. “Kız olursa o zaman da…” dedi ve düşünmeye başladı. Biliyordum kız ihtimalini hiç düşünmemişti. “O zaman da Trabzon spor demi?”
“Öyle, öyle! Ama bence erkek olacak.”
Heyecanla konuşurken ben de heyecanla konuştum. “Bence kız!”
“Öğreneceğiz.”
Kız erkek tartışmasına girdik ve yolculuk kısa sürede bitti. Arabadan indik, hastaneye girdik. Doktorumun yanına gittik ve şimdi karnımda ultrason cihazı var. Öyle hızlı atıyor ki, kalbi öyle hızlı atıyor ki insanı ürpertecek şekilde. “Bu?” dedi Tahir heyecanla. “Çok hızlı atmıyor mu?”
Bu üçüncü randevuydu ama Tahir bu kalp atışını her duyuşunda aynı soruyu soruyordu. “gayet iyi!” dedi doktor gülümseyerek. “Hazırsınız değil mi? Cinsiyet için.”
Tahir hemen evet derken ben de tereddüt içinde kaldım. Ben bir şey demeden doktor konuştu. “Tahir Bey, Nefes Hanım evin küçük beyine merhaba deyin!”
Olmuştu. Tahir’in dediği olmuştu ve bu çok güzeldi. Cidden ona benzeyecekti. Düşünsenize evde Tahir Kaleli’nin bir küçük boyu var. Ortalıkta geziniyor. ‘Anne! Baba!’ diyor bunu istiyordum. Ben gerçekten böyle yaşamayı istiyordum.
&&&
“Tamam ya buldum!” dedi Tahir. İsim kavgası vardı. Saatlerdir oturuyoruz ve isim arıyoruz. Aslında kafamda var ama Tahir koysun istiyorum. “Oğuz?”
Soran gözlerle bana bakarken ben olmaz dercesine kafamı salladım. Oğuz ismini sevmiyordum. Hiçbir zaman sevmemiştim. “Buldum!” dedim kendimden emin bir şekilde. “Vuslat?”
“Vuslat?” dedi yüzünde bir tebessümle. “Kavuşmak.”
“Kavuşmak!” dedi gülerek.
&&&
Saçı sakalı birbirine girmiş bir şekilde karşımızdaki Barış’a bakıyoruz. Gelmiş. Yanımıza. Benim karnım çıktı. Belli bir şekilde. Ve Barış bizim evde. Bebeğini kaybetti, sevdiği kadını kaybetti. Ama burada. Bizim için geldi. Kardeşi için geldi. Onlar gerçekten kardeş. Kan bağına ne gerek var? “Adı ne?”
“Vuslat!” dedi Tahir. O sakallarını sıvazlarken ben konuştum. “Barış iyi misin?”
“İyiyim.”
Değildi. Biliyordu, biliyorduk. “Sadece sevdiğim kadını, doğmamış çocuğumu kaybettim. Şimdi ise kendimi kaybetmemek için buradayım. Yeğenimin doğmasını bekliyorum.”
&&&
Her omzum düştüğünde bana yardım eden kızın yanına geldim. Gözümden dökülen her yaşı silen kızın yanına geldim. O berbat yıllarda biraz da olsa nefes almamı sağlayan kızın yanına geldim. Üstünde bir avuç toprak var. Ve yeni dikilmiş papatyalar. Gelen belli. Gelen sevdiği adam. Çocuğunun babası. Böyle bitmeli miydi gerçekten? Yani, biliyorsunuz biz böyle bitmemeliydik. O kadar yaşadığımız şeye rağmen böyle bitmemeliydik. Hani mucize nerede, mucize kim?
Tekmeledi. Size yemin ederim ki tekmeledi. Sanki beni duyuyor gibi, bir parçam olan Vuslat bu yakarışımı duyduğu an bir tekmeyi bastı. Ben buradayım dedi. Ben mucizeyim dedi. Toprağın altında yatan Defne teyzeme de, onun sevdiği adam Barış amcama da, anneme de, babama da verilmiş bir mucizeyim.
“Defne? Ben seni, seni özledim. Çok özledim. Her gün, her an özlüyorum. Bu değişmeyecek. Bu asla değişmeyecek. Zaman dene şey bunu değiştiremeyecek. Ben seni özleyeceğim. Bu hep böyle olacak. Çünkü şuradakiler, şu küçücük yere sığan koca yürekli insanlar…” derken kalbimi gösterdim ve devam ettim. “unutulmaz. Unutmam! Yemin ederim unutmam.”
Gözümden akan yaşı sildiğimde yan tarafımızda bir adam gördüm. Ağlıyordu. Benim gibi. Geldiğimden beri hiçbir şey demeden öylece bakıyordu. Ve konuştu. “Oğlum…”
Devam etmedi. Sustu. Oğluydu, oradaki, bir avuç toprağın altındaki. Belki de en fenasıydı. Evlattı. Bunu daha iyi anlıyordum. Vuslat’a kavuşmak için gün sayarken ben daha iyi anlıyordum. Anneydim ben. Anne!
&&&
Tahir beni her ne kadar yataktan çıkartmasa da ben onunla birlikte ofise gidiyorum. Ofis her geçen gün daha da büyüyor ve çalışan sayısı artıyor. Ben onun odasındayım ve o masasında oturuyor. Ofiste her ne kadar sıkılsam da evde daha çok sıkıldığım için gelmek istedim. Bir anda kapı açıldı bir kız girdi içeri. Bunlar kapı falan çalmazlar mıydı ya? Tahir kafasını kaldırdı ve kıza baktı. Bir dakika! Bir dakika kıza bakamaz. Cidden bakamaz. Kız mini etek giymiş. Lanet olsun ki mini etek giymiş. Benim üstümde hamilelik elbisesi ve upuzun bir elbise ama karşımdaki kız mini etekle Tahir’e gülümsüyor. O tebessümü onun soluk borusuna sümük diye yapıştırırdım ama eski formumu kaybettim. Artık hemen ayağa kalkamıyorum. Hala bakıyor ya! “Ne vardı?” dedim ciddiyetle.
“Ahh… Şey…”
Allah’ım çok seksi. Ciddiyim hiç bu kadar olamadım. Kim demiş sarışınlar güzel olmaz diye. Kız mükemmel derece de güzel. “Dosya vardı. İmzalanması gereken.”
Kız dosyayı Tahir’e uzatırken eteği biraz daha açıldı. “Merak ediyorum!” dedim kıza bakarak. Tahir önündeki dosyayla uğraşıyordu. “O etek daha ne kısalacak? Hayır, yani üşüyeceksiniz. Çocuğunuz falan olmaz ondan şey ettim.”
“Anlamadım!”
Tahir hafif kıkırdadığında ben çatık kaşlarla Tahir’e baktım. Gülüyordu ya! Ben şimdi ağlayacaktım ama o gülüyordu. “Başka imzalayacağım yer?”
“Yok efendim!”
Kız dosyayı alıp gittiği sırada Tahir oturduğu yerden kalktı ve kapıya doğru yürüdü. Şaka gibi ya kızın arkasından gidiyor. Beni burada bırakıyor üstelik hamile bir beni burada bırakıyor ve kızın peşinden gidiyor. Bunlar hamilelik hormonu falan değil. Ben abartmıyorum. “Gidiyor musun cidden?”
“Hayır!” dedi ve kapıyı kilitledi. “Kilitledin!”
“Biliyorum!”
“Tahir ne yapıyorsun?”
Yüzünde anlamadığım bir tebessümle bana gelirken ben hala ne yaptığını anlamadım. “Sen…” dedi ve elimi tutup boyunu boyuma getirdi. “Acaba?” duraksadı. “Kıskandın mı?”
Kıskan- kıskanmak? Saçmalıyordu ya! Bir kere benim felsefem de yok kıskanmak. Ben ve kıskanmak o kadar uzak ki! “Yoo.”
“Yoo?”
“Sadece dedim. Acaba kısa mıydı? Hani sonuçta evlenecek bunlar. Kocaları çocuk isteyecek sonra çocukları olmayacak. Ülke kalkınamayacak. Sonuçta genç nüfus lazım ülkeye. Yani benim derdim kıskanmak falan değil. Ben ülkeyi düşünüyorum. Tek derdim ülke!”
Odada kocaman bir kahkaha atarken ben de o kahkahanın içine düştüm resmen. “Ülke? Merak ediyorum mini etekten ülkeye konu nasıl geldi?”
“Amaç oydu zaten. Tamam!”
“Ama sanki…” dedi ve dudağını dudağıma getirdi. “Kıskanılıyorum.”
“Ama sanki…” dedim ve dudağımı dudağından geri çektim. “Saçmalıyorsun.”
“Yok, yok. Kıskanılıyorum.”
“Yok, yok saçmalıyorsun!”
&&&
Bitmezdi. Anlatmakla bitmezdi. Defne’ye gidişlerim bitmezdi. Son aylarda gidemeyişlerim bitmezdi. Tahir’in kulağını karnıma verip Vuslat’ın tekmelemesini dinlediği gün sayısı bitmezdi. Barış’ın Vuslat’ın ultrasonda çekilmiş olan fotoğrafına bakarak uyuyakaldığı gün sayısı bitmezdi. Gece sancım olur diye Tahir’in uyumadığı gece sayısı bitmezdi. Tahir ben hareket etmeyim diye yapmaya çalıştığı ama asla yapamadığı işler bitmezdi. Belki de bitiyordu. Belki de gelecekti. Vuslat! Oğlumuz.
“Sevgilim ne düşünüyorsun?”
Tahir’in sorduğu soru üzerine daldığım şeylerden çıktım. Gözümden bir damla yaş düştüğünü anlamamıştım. Tahir’in de anlamaması için hemen temizledim onu. “Hiç…” dedim ve elim karnıma gitti. “Ne kadar kaldı sence?”
“Az…” dedi ve karnımın üstündeki elimin üstüne elini koydu. “Sakın bir daha beni korumak için beni üzme tamam mı? Sakın bunu yapma!”
Bir şey demedi. Ama yapmayacaktı. Emindim. Birkaç saat geçti ve Barış yanımıza geldi. Biz film izlemeye başladık. Romantik komedi bir filmdi ve kadın da benim gibi hamileydi. Kadın filmde aşerince Tahir konuştu. “Nefes sen neden hiç aşermedin?”
“Bence aşermek ruhsal bir şey, yani psikolojik. Ayrıca bana o kadar çok şey yedirdin ki ağzım boş kalıp düşünmeye fırsatım olmadı.”
O yanağıma bir buse kondurduğunda ben de gülümsedim. Kadın bir anda bağırmaya başladı. Aman Allah’ım doğuruyordu. Bir dakika bu çok saçma. Suyum geldi. Nefes daha 3 gün var. Bu sadece bir su. Ben de kadınla birlikte bağırdığımda artık gerçekten doğumun başladığını anladım. Vuslat geliyor muydu?
“Doğuyorum!” diye bağırdığım an Barış’ın sürati beni buldu ama Tahir rahatlıkla konuştu. “Aşkım sen değil, kadın doğuruyor.”
“Lan!” diye bağırdı Barış. “Cidden doğuruyor.”
Bir insanın hayatında zaman kaç kere dururdu. Benim hayatımda birçok kere durmuştu. Ve ben birçok kere duran zamana ayak uydurmuştum. O anlardan biriydi. Tahir beni kucağına almış asansöre bindirirken Barış da doğum çantamızı alıp peşimizden koşuyordu. Az sonra hastane de olacaktık ve gelecekti. Vuslat! Bizim Vuslat’ımız gelecekti.
&&&
Buraya bir şey yazmayacağım. Diğer bölümde benden uzun bir açıklama gelecek. Bekleyin beni...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deli Nefes'im
Fanfiction"Ve siyahtan daha karanlık renkle tanıştım o an. Yenilmişlik rengi." Bir bebek doğar, ağlar. Karnı acıkır, ağlar. Altına yapar, ağlar. Annesini özler, babasını özler ağlar. Korkar, canı yanar, ağlar. Ben de çok ağladım. Bu gece ben de çok ağladım...