10.Bölüm: Ben Asansörde Kaldım.
"Nefes, ben seninle, hayallerine, hayallerime, hayallerimize gidemem. Bunu benden isteme." Kısa bir an için inanmıştım. Gelir demiştim. Beni yalnız bırakmaz demiştim. Ama bıraktı. Tahir Nefes' i bıraktı. Eğer benim için bir şey yapmayacaksa biz neden buradaydık? Neden bu haldeydik? Neden ağlıyordum? Neden Tahir'in gözleri dolmaya başlamıştı? Neden elini tutmak isteyip tutamıyordum? Neden dokunamıyordum ona? Beynimin içinde onlarca soru vardı. Nedeni mi vardı? O imkânsızlıktı. O zordu. O geçilmezdi. Ve ben artık o kaleleri yıkmak için, imkânsızlığı imkân yapabilmek için savaşmayacaktım. Vazgeçmiştim. Tahir'in benim hayallerim için bir şey yapabileceğini düşünmekle hata etmiştim. Duruyorduk öylece. O bir şey demiyordu ben ise onun sessizliğinde kavruluyordum. Sonra bir şey oldu ve elini uzattı. Elime değmek üzereyken dokunmadı. İmkânsızlığı yendi ama dokunmadı. Biliyorum o da dokunmak istiyor ama dokunamıyor. Neden? Neden dokunamıyor bu adam bana? Gözlerimi ellerimizden çekip gözlerine baktım. O ise hemen gözlerini kaçırdı. Kaçırma demek isterdim diyemeyeceğimi bildiğim halde.
"Gelmiyorsun. Tutmuyorsun hayallerimi, ellerimi." Gözleri şuan gözlerimdeydi. Ama sanki değil gibiydi işte. Varla yok arası bir şeydi işte.
"Gelemem. Tutamam." Vurulmuşa dönmek derlerdi ya, şuan ben o haldeydim. Tek cümle ile. 'Vurulmuşa dönmüştüm.'
"Peki, ben neden buradayım? Biz neden buradayız? Bu evde ne işimiz var? Bu yüzükler neden parmaklarımızda? Neden tutamıyorsun ellerimi? Neden dokunamıyorsun bana? Neden okşayamıyorsun saçlarımı? Peki, ben, benim senin parfümünü içime çekmeme neden izin vermiyorsun? Sana bakmama, bir kere de benim için gülmene neden izin vermiyorsun? Senin yutkunma sesini duymama neden izin vermiyorsun?" Kendimden istemsizce bir adım geri atmıştım. Nefesim tükenmişti ve istemsizce derin nefesler alıyordum. Sonra fısıltı şeklinde döküldü kelimeler dudağımdan. Gözyaşlarım ise çoktan izin almayı bırakmıştı.
"Neden? Neden yapıyorsun bunu bize?" Bir şey de be adam. Herhangi bir şey de. Karşımda duvar değil de insan olduğunu biliyim. Bir şey de ki ben de bir şeyler diyebileyim. Susma.
Susma!
"Nedeni yok! İnan ki senin için daha iyi." İnan ki mi? Sevilmemek nasıl iyi bir şey olurdu ki? Kim isterdi ki sevilmemeyi? Kim bunu kendine yapabilirdi? Sonu kötü bile olsa ben sevilmek istiyordum. Hayatım boyunca ailem tarafından sevilmeyen genç bir kızdım. Kocam tarafından sevileceğim günü beklerken onunda beni sevmemesi... Aslında her şey açıktı. Sevilmeyen biriydim ben. Nefes Zorlu sevilmez, sevilemez...
"Sevilmemek mi iyi? Sen beni değil kendini düşünüyorsun. Yara alırım diye korkuyorsun. Aşk seni yaralar diye korkuyorsun. Ama aşk bu acıtır. Yaralar. Vurur. Aşk bu mucize verir." Ayaklarım titriyordu. Ellerim ise ayaklarıma göre haddinden fazla titriyordu. Titrememesi için ne yapabileceğimi bilmiyordum! Gitmeli miydim buradan? Yoksa bu adama karşı böyle dik mi durmalıydım? Gücüm kalmamıştı. Gözlerim bu adamın kalbine bakabilmek için yeterince enerji harcıyordu. Geri çekildi. Bir şey çıkmadı ağzından. Ben ise onun susmasını istemiyordum. Konuşsun istiyordum. Sevilmek istediğimi bilsin istiyordum. Onun beni sevebileceğini bilsin istiyordum. Elimi tutsun istiyordum. İmkânsız şeyler mi istiyordum? Asla yapılamayacak şeyler mi istiyordum? Tahir'in gözlerinin içine bakıp gülümsemek zor olmamalı. Gözlerinin güldüğünü görmemek imkânsız olmamalı.
"Bir şey desene. Bekliyorum burada. Bak! Bak senin için bekliyorum burada. Bir şey demeni bekliyorum. Git, kal, benim ol. Birlikte gidelim. Herhangi bir şey. Tek kelime. Bir kelime." Ben biraz daha geri giderken o yine susuyordu. Sanki konuşmak istiyordu. Öyle hissediyordum. Nasıl böyle bir şey hissediyorum bilmiyorum ama kalbim bana öyle diyordu. Tamam dedim kendime. Sakin ol. Ayakların titremesin. Ellerin de titremesin. Sakın terleme. Yutkunmakta zorlanma.
Sakın!
"Nefes, gelemem." Cevap bu değildi. Ben git ya da kal demesini bekliyordum. Gelemem cevabını değil. Böyle korkak bir cevabı değildi. Evet, Tahir Kaleli korkaktı. Hem de çok korkaktı. Herkes ondan korkarken o aşktan, sevilmekten korkuyordu. Elimi tutmasını istiyordum. Korkuyordu. Saçlarımı okşamasını istiyordum. Korkuyordu. Kokumu içine çeksin istiyordum. Korkuyordu. Gözlerimin derinliklerine aksın istiyordum. Korkuyordu. Beni sevsin istiyordum. Korkuyordu.
Evet, Tahir beni sevsin istiyordum. Benim için bir şeyler yapsın istiyordum. Çünkü ben onu sevmeye çalışıyordum. Onunla bir ömür geçirebilmek için onu sevmeye çalışıyordum. Ben ona âşık olmaya çalışıyordum. Gözlerinin içine baktığımda beni heyecanlandıran şeyler görmek istiyordum. İç sesim bir anda konuşmaya başladı.
"Aşk planlı şey miydi? Böyle mi okumuştun kitaplarda? Böyle mi izlemiştim filmlerde? O aşktı! Planlanmazdı! Zordu! Vazgeçilmezdi!"
İç sesim ne zamandan beri şiir gibi konuşmaya başlamıştı. Kalbim bunları mı düşünüyordu yoksa?
Yorulmuştum. Tahir'e karşı bir şeyler yapmaktan yorulmuştum. Bana tebessüm etmesini beklemekten yorulmuştum! Gözlerimin içine baksın diye onun gözlerinin içine saatlerce bakmaktan yorulmuştum. Her gece acaba uyudu mu diye düşünüp sessiz bir şekilde misafir odasına gitmekten yorulmuştum. Geceleri kapıyı aralayıp onu izlemekten yorulmuştum. Acaba kokusu ne diye düşünmekten yorulmuştum. Yumurtayı nasıl sevdiğini öğrenmek için bir şeyler yapmaktan yorulmuştum. Hangi yemeği seviyor, hangi rengi seviyor, hobisi ne, fobisi ne...
Ben bunları öğrenirken zaten çok yorulmuştum. Peki, elimde ne var? Koca bir hiç. Ne yapmalıyım? Böyle durmalı mıyım yoksa gitmeli miyim? Gücüm kalmadı derken gitmeyi düşünmüyor muydum zaten! Tahir ile savaşmayı değil, gitmeyi. Eğer gidersem bana korkak diyecekti. Varsın desin. Ben belki de hayatımda ilk defa korkak denmeyi göze almıştım. Bırakıp gitmeyi, kimine göre terk etmeyi...
Basit bir başlangıç ve uçurum gibi bir bitiş. Bir veda.
Mutfaktaki masanın üzerinde duran telefonumu almak için eğildim. Amacım ne telefondu ne de başka bir şeydi. Ben Tahir'e zaman tanıyordum. Belki bir şeyler der diye onu bekliyordum. O ise sustu. Her zamanki gibi. Eve geldiği anı hatırladım. Yüzündeki gülücükleri. Onu tebessüm ettiren kişiyi. Çok özlediği kişiyi. Gözlerinin nefret değil de mutluluk saçtığını...Telefonu tutuşu bile değişikti. Beni duyuşu. Ses tonu. Gözlerinin rengi. Her duyguda göz renginin tonu değişir miydi? Değişiyormuş. Teşekkürler Tahir Kaleli. Gerçekten teşekkürler. Bana yeni bir şey öğrettin.
Yavaş yavaş kapıya doğru yürüdüm ve kapının kulpunu tuttum. Açmak istiyor muydum bilmiyorum. Ama açtım. Gitmek için açtım. Gitmemek için açtım. Ona bir daha bakmamak için açtım. Ona hayatım boyunca binlerce kez bakmak için açtım. Onun elini tutmamak için açtım. Onun elini tutmak için açtım. Onu öpmemek için açtım. Onu öpmek için açtım.
Ve çıktım evden. Kapıyı kapattım. Tahir ise hala aynı yerde duruyordu. Neyi bekliyordu? Gitseydi ya! Defolsaydı.
Asansörün düğmesine basıp beklemeye başladım. Duvarda asılı olan aynadaki yansımam sayesinde hüngür hüngür ağladığımı gördüm. Aynı anda ağzımdan bir feryat döküldü. Ağlamamak için ağlıyordum. Aptal adam için ağlıyordum. Asansör geldi ve bindim asansöre. Zemin kata bastım. Kapı kapandı. İçeride ki ayna sayesinde gözyaşlarımı silerken asansörün kapısından ya da herhangi bir yerinden boğuk bir ses geldi. Hani metro istasyonunu beklerken metronun yaklaştığını anlamanızı sağlayan o ses gibi bir ses..."Geldim sanırım." diye mırıldanırken bir anda ağzımdan bir feryat döküldü. Asansörün içinde kırmızı ışıklar yandı ve acı içinde bir ses duyuldu. Birkaç şeye bastım ama aklıma dank eden şeyle birlikte yere çöktüm.
Ben asansörde kaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deli Nefes'im
Fanfiction"Ve siyahtan daha karanlık renkle tanıştım o an. Yenilmişlik rengi." Bir bebek doğar, ağlar. Karnı acıkır, ağlar. Altına yapar, ağlar. Annesini özler, babasını özler ağlar. Korkar, canı yanar, ağlar. Ben de çok ağladım. Bu gece ben de çok ağladım...