korku

129 6 2
                                    

geleceğin karanlığına sığınacak kadar korkuyordum mert'ten. 17 yaşında lise üç öğrencisi birinden neden korkulurdu? nasıl biriydi? neler yapabilirdi bilmiyorum. kendi içime dönük olmam ve canın teneffüs dahil neredeyse her anımda yanımda olması okuldaki diğer öğrencilerle yakınlık kurmamı engelliyordu. bu yüzden mert hakkında diğerlerinden bilgi alamıyordum. cana merti sorduğumda onun hakkında net bilgiler  vermiyordu. mert benim için tam bir belirsizlikti ve benim gibi biri için belirsizlik; donmuş bir denizde kibrit çöpünün ateşiyle yaşamak zorunda kalmak kadar korkutucuydu. beden eğitimi dersinin bitmesine az kalmıştı. biraz daha sakinleşsem de hala korkuyordum. aslında en az mert kadar sır olan can'a karşı da korkularım vardı. can şu ana kadar 15 yaşındaki bir kızın kaldıramayacağı herhangi bir şey yapmamıştı bana . hatta sınırlarını bilen, tek kelimeler yerine uzun cümlelerle benimle konuşan, zaman zaman gülen ve güldüğünde de kalbimin varlığına beni şahit bırakan biriydi can. ama gene de sırlar barındırıyordu içinde. yan tarafımda oturan bu koca çocuk; gerçekten de benim kanatsız meleğim miydi?oysa ki  gün ışığında bile şeytanın elçisiymiş gibi duruyordu bu melek. ve ben ruhunu şeytana teslim etmeye niyetlenen bir insandım. zihnimde dönen bu düşüncelerin garip bir şekilde gerçek olduğunu hissediyordum. ve tek duam bu melek görünümün altından bir zebaninin çıkmamasıydı. sanırım canı çok dikkatli inceliyordum ki; bir anda bana dönüp gözlerime bakarak "çok düşünüyorsun. yorma kendini bu kadar." dedi. "düşündüklerin ve gerçeklerin aynı olmaz her zaman. ve sen gerçekleri, düşündüklerine benzetmeye çalışırken kendi kurguladığın dünyanda boğulursun. bazen sadece o anı yaşamalısın. ne öncesi varmış ne de sonrası olacakmış gibi değil. sadece o an." dedi. acaba sesli mi düşündüm? diye panikledim bir anda. "merak etme sesli düşünmedin." dedi. "sadece ben küçük olmanın haklarını sonuna kadar kullanıp çok hatalar yaptım. hatta bazıları senin boyunu aşacak kadar büyüktü. o yüzden yani edindiğim tecrübeler bazen karşımdakinin ne hissettiğini veya düşündüğünü anlamamı kolaylaştırıyor." can böyle konuşunca onun sadece zeki ve başarılı olmadığını aynı zamanda derinlemesine sorgulamalar yapan biri olduğunu anladım.benim aksime, can hayatı es geçmiyordu.  hayatın tam içinde yer alıyor ve bunu herkesle iletişimde olarak yapmıyordu. tam tersi, kendini geride tutarak her şeyi bir kartal gözüyle takip ediyor ve değerlendiriyordu.oysa  ben yalnızlığımı kitaplarımla paylaşırdım. bu yüzden kelimeler ve kelimelerin büyüsüyle zenginleşmiş cümleler benim yaşımdan daha olgun olmamı sağladı. 

bu dünyada herkese, her canlıya, her şeye yer var da o yerin neresi olduğunu bulmak, olmamız gereken yerde olabilmek işte en büyük sorun buydu. ben nereye aittim? ya da ait olduğum o sihirli yuvayı bulabilecek miydim? yoksa gerçek yuvasını bulamamış o kimsesiz yürekler diyarında ruhumu yalnızlığına mı terk edecektim?aileme rağmen; içimde hep eksikliğini duydum bir şeydi bu.  yanımda yenilmez gibi duran bu çocuk ona ait olmamı istiyordu. yüreğinin ait olmadığı bir yere ruhen ve bedenen ait olabilir miydin? ya da ona ait olmamı isteyen can bana ait olabilecek miydi? biliyordum o bana aşık değildi. bu yüzden neyin içindeydim çözemiyordum. yaşım daha 15 ve benden sadece bir veya iki yaş büyük iki erkeğin arasındaki bir durumun denkliğiydim sanki ve bu denklemde değişkenlerimi bilmiyordum. çözebildiğim tek şey şuydu: istenen ben değildim. toplama işlemindeki etkisiz elemandım ben. onların arasındaki bir durumun kurbanıydım sadece. düşündüğümde anladığım tek nokta buydu. ama neden? can hiç konuşmadan beni izliyordu, önüme baksam da bana baktığını fark ediyordum. ne düşündüğümü merak ediyordu farkındaydım. yine de hiçbir şey söylemedim. sadece önüme bakmaya devam ettim ve bu güç savaşında canın yanında yer almakla ne kadar doğru yaptığımı sorgulamaya devam ettim. bu sırada zil çaldı ve can yavaşça ayağa kalktı. bana elini uzattı. yüzüne baktım, hadi tut der gibi kaşlarıyla ellerini gösterdi. elimi yavaşça uzatıp elini tuttum. gülümsediği zamanlardaki kadar kalbim çarpmadı. bunun nedeni elimin onun elini sahiplenmesi mi yoksa gerçekten kendini ona ait hissetmemesi mi? bilmiyordum. birden beni kendine çekince dengemi kuramayıp onun göğsüne yapıştım. şaşkınlıkla başımı kaldırıp çenesinin altından yüzüne baktım. karşı sınıfların olduğu tarafa bakıp bir anda burnumun ucunu öptü. sonra da yanağıma kısa ama şiddetli bir öpücük bıraktı. sonra karşıya tekrar baktı. ben de onun baktığı yere bakınca mertin öfkeyle "bittin oğlum sen, o benim aklına yaz bunu." dediğini duydum ve sonra sınıfın ilk katta olmasının verdiği rahatlıkla mert, sınıf camından atlayarak bizden tarafa doğru sert ve emin adımlarla yürümeye başladı. yanımıza vardığında canın dibinde durdu. can çok uzundu ve şu an ikisi yan yanayken fark ediyordum ki mert de can kadar uzundu. sert bakışlarla canı süzdü. sonra cana yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldadı. o kadar sessizdi ki canla yan yana durmamıza rağmen ne dediğini anlamadım. ama can anlamıştı. şaşkınlıkla merte bakarken mert canın şaşkınlığından faydalanıp beni kendine çekti. ona karşı koyduğumda da bir anda beni omzuna alarak yürümeye devam etti. tüm okul bizi izliyordu. bunu idrak ettiğimde içimdeki utanma duygusu öyle bir boyuta gelmişti ki yüzümden lavlar aktığını düşündüm. düşüncelere o kadar dalmıştım ki okulda olduğumuzu bile unutmuştum. kendime inanamıyordum. benim orta okulda sosyal faaliyet olarak yaptığım şeylerin başında ders çalışmak ve okul aktivitelerinde lojistik olarak görev almak gelirdi. son günlerde kendime şaşıyordum. beş gündür ders çalışmadım ve okulda olduğumu unuttuğum anlar yaşadım. ben bu değildim. ya da belki de buydum. mertin sırtını yumruklamaya başladım "mert abi indir beni aşağı" dedim. belki abi kelimesi onun yumuşamasına ve bana bir abi edasıyla yaklaşmasına sebep olurdu. bunu düşünmem bile hataymış aslında. beni hızlıca yere indirdi, göğsüne belli belirsiz dokunur vaziyetteki bir uzaklıkta kollarımı tuttu. sert bir ifadeyle bana gözlerini dikip "hangi amaçla bana abi dediğini biliyorum. şu an, sana öyle bir şey yapardım ki hiçbir abi bunu kardeşi gördüğü kıza yapmazdı. böylece sen de anlardın benden sana abi olmayacağını. ama yaşın küçük en azından bir yıl daha büyü ki, kırılma." dedi. sonra tuhaf bir kahkaha atarak "kendime inanamıyorum ya. bir kızın büyümesini beklemeyi düşünüyorum." dedi. biraz korkarak "ne yapardın ki?" diye sordum merakıma yenilerek. hafifçe iç çekti. sol elinin işaret ve baş parmağıyla saçımdan bir tutamı çekiştirip oynayarak bana daha da yaklaştı. o yaklaştıkça önce odunsu ve mistik bir koku burnuma doldu. sonra kalbim yerinden çıkacakmışçasına atmaya başladı. ondan korkuyordum.  gözlerim sürekli canı arıyordu. ama mert ona ne söylediyse öylesine sarsılmış ve dünyayla bağını koparmıştı ki yanımızdan geçerken bile bizi fark etmedi. ona seslendim duymadı. sanki önemli bir yere yetişmesi gerekiyormuş gibi aceleyle gitmişti. belki beni hatırlayıp geri döner diye düşündüm. ama dönmedi. hayal kırıklığımla kalmıştım. şu an okulun bahçe kapısından çıkmıştık. otopark gibi bir yer vardı burada. ve mertle olmamamız gerektiği kadar yakın duruyorduk. korkarak merte bakıyordum ne yapacak diye. mert gözlerime bakıp içten bir şekilde gülümseyip elleriyle yanaklarımı tuttu ve yanağımla dudağımın birleştiği yeri nefesini içine çekerek öptü. sonra gözlerime bakıp "şimdilik bunu ön gösterim gibi kabul et ve çabuk büyü." dedi. kulaklarım uğuldadı. kasıklarımda tatlı bir sızı baş gösterdi ve kalbim inanılmaz bir hızla atmaya başladı. zihnimde kendi sesimi duyamaz oldum. ayaklarımın ve bacaklarımın varlığından şüphe eder bir durumdaydım. tanrım korkunun insana böyle şeyler hissettirebileceğini ilk kez tecrübe etmiştim. gerçekten de korktuğum için böyle hissetmiştim değil mi? ben kesinlikle mertle aynı ortamda olmamalıydım. mertin kıskacından kurtulmak içinbir adım geriye gittim  ama mert kollarımdan tutarak tekrar beni yanına çekti. sonra kulağıma doğru eğildi: "kalbinin ait olmadığı birine ruhunu teslim edebilecek misin? "dedi sanki az önce canla otururkenki düşüncelerimi duymuş gibi. sonra gözlerime baktı ve "biraz önceki duygun korku değildi. tutkuydu. bedenin bedenime tepki veriyor. tıpkı benim bedenimin de seninkine tepki vermesi gibi." dedi. ne demek istediğini anlamayarak ona baktım. bence yaşadığım duygu, basbayağı korkuydu. "ne saçmalıyorsun?" dedim sinirlenerek. sonra kollarımı ondan çekmek için uğraşmaya başladım. bir taraftan da yaptığıma inanamasam da ona tekmeler atıyordum. iki eliyle ellerimi tutup beni sırtım sırtına gelecek şekilde döndürdü. ben de esnekliğimden yararlanarak ona habersiz bir tekme atmak istedim ama beni sırtım arabanın kapısına gelecek şekilde ansızın bir arabaya yasladı . sonra kolunu boynuma bastırıp bacaklarımı bacaklarının arasına aldı. yüzlerimiz çok yakın duruyordu ve yine o güçlü koku burun deliklerime dolup beni mayıştırmaya başladı. gözlerine gözlerimi diktim ama onun derinliklerine uzun süre bakmak çok zordu. bir insanın gözlerinde girdaplar olur muydu? mertin gözlerinde insanı uçsuz bucaksız diyarlara götürüp onu oraya hapsedecek girdaplar vardı. hipnotize ediyordu insanı. artık gücüm de tükenmişti. ona karşı koymamaya başladım ki bedeninin sıcaklığı beni utandırırken tek dileğim bu anların bir an önce bitmesiydi. ben direnmeyi bırakınca mert de boğazımdaki kolunu gevşetti. "seni av gibi görmemden korkuyorsun."dedi. kafamı salladım. sonra da bana dikkatlice bakıp "aslında sen benim seni av gibi görmemden değil, avımı tanırken gerçek seni çözmemden korkuyorsun. içinde karanlık bir yan var tüm saflığına rağmen. burnum bunun kokusunu alıyor. sen benden değil ruhunun derinliklerine kilitlediğin benliğinin sevilmeyen tarafının keşfedilmesinden korkuyorsun. işte bu yüzden beni kendine çekiyorsun. gizeminin kendin bile farkında değilsin. ben kaçtığın benliğini avlayacağım senin. mükemmelsin. beni heyecanlandırıyorsun. bu yüzden seni yakınımda tutacağım. cana çok güvenme.benim aksime,  işine gelmeyince bir şeyleri yarım bırakmaktan rahatsız olmaz o. biraz önce olduğu gibi."dedi. aklım karmakarışık merte baktım. can gerçekten güvenilmez miydi? ama beni hep kollamıştı. mertin yaptığı bir oyundu bunu şimdi anladım veya oyun olmasına inanmak istedim. cana olan güvenimi azaltmayı planlıyordu. böylece mükemmel bir av gibi gördüğü beni rahatça inceliyebilecekti. bunun getirdiği aydınlanmayla merte bakıp hafifçe gülümsedim ve "kurduğun oyunu anladım. cana güveniyorum ve güvenmeye devam edeceğim. "dedim. dişlerini sıktı ve "sen öyle san" dedi. "bir tek  gerçek olanın ben olduğumu anladığında bakalım böyle konuşabilecek misin küçük?" dedi. ben de hemen "demek küçük olduğumu kabul ediyorsun. izin ver eve gideyim. ne kadar güçlü durmaya çalışsam da yoruldum ve korktum" dedim. "tamam deyip" elindeki bir kumandayla bir arabayı açtı. "hadi atla servis kaçtı seni eve bırakayım." dedi. ben arabayı görünce çok şaşırdım. zengin ailelerin çocuklarına alacağı cinsten bir arabaydı. ama dur bir dakika mert 17 yaşında bu arabayı nasıl kullanacak ki? diye düşünürken mert elimden tutup beni çekiştirerek arabanın yanına getirdi. ben elimi elinden kurtarıp "ben dolmuşla giderim. sen tek git." dedim. "saçmalama kızım eteğin çok kısa olmasa da etek işte. ben seni bırakıp eve geçerim. biliyorsun yakın oturuyoruz." dedi göz kırparak. bir dakika böyle arabaları olan çocuklar büyük, malikane gibi evlerde yaşamazlar mıydı? bizim gibi orta gelirli ailelerin oturduğu mahallede ne işi vardı ki? kafasını sağa sola çevirip "şimdi neden öyle bir mahallede oturduğumu sorguluyorsun sanırım." dedi. ben de olumlu anlamda kafamı salladım. şöyle ki okula yakın ve tek başına yaşamak insana müthiş tecrübeler kazandırıyor. ayrıca kendi evin olunca eğlenceli partileri daha kolay yapabiliyorsun." dedi. "iyiymiş." dedim.     " bir gün sen de gel. hem evi temizlememe de yardım edersin." dedi. inanamaz gözlerle ona baktım. sadece ikimiz? yalnız? bir evde? baş başa ?" imkanı yok." dedim. "imkansızı severim." deyip diliyle ağzını yaladı. "susadın mı?" dedim. "yo, nerden çıktı?" dedi. "ağzını yalayınca !" dedim. güldü. "hayır. seninle baş başa sadece ikimiz bir evde. düşünürken bile ağzım sulanıyor" dedi. ben şok olmuş gözlerle ona bakıp "çok ayıp"dedim. "neden ayıp olsun ki? alt tarafı şeftali soyup sulu sulu yeriz diye düşününce ağzım sulandı." dedi kahkaha atarak. bu çocuk kesin imalat hatasıydı. bu güne kadar kimseye böyle bir şey demedim ama mert için diyordum. sapık, ağzı bozuk, manyak, takıntılı bir tipti işte. konuyu kapatmak adına ve dolmuşla eve gitmeme konusunda merte hak verdiğim için arabanın arka kapısını açarak içine bindim. sonra da mert yanıma gelip oturdu. gözlerimi devirerek "eee araba kendi kendine mi gidecek? "dedim. "hayır şoför götürecek kendisi birazdan gelir. ona verdiğim bir iş için ayrıldı arabadan. "dedi. ben gülmeye başladım. "ben de merak ediyordum arabayı ehliyetsiz nasıl kullanacaksın diye. ayrıca sabah servisle geldiğin için bu araba buraya nasıl geldi diye de düşünmeden edemedim." dedim. şoför gelince mert bizim evin adresini verdi. aynı servisle gittiğimiz için adresi bilmesini yadırgamadım. 

eve gelince teşekkür edip arabadan indim. mertle geçirdiğim bu anlar ona dair korkularımı biraz azaltmıştı. umarım bu konuşmalarımız bir nevi ateşkes gibi olurdu. ama mertin kişiliğimin gerçek olan bir kısmını sakladığımı iddia etmesi beni çok düşündürecek gibiydi. ben kimdim?belki de gerçekten de kendi kişiliğimle yüzleşmekten korkuyordum. korkularımız da kişiliğimizin bir parçasıdır belki. bunu düşünecek çok uzun vakitlerim olacaktı. ama önce bir şeyler yemeliydim. çok acıkmıştım. annemler daha eve gelmemişlerdi. yemeklerimi ısıtıp yedim. bulaşıkları makineye yerleştirdim. yukarı odama çıktım ve üstümü değiştirip haftalık tekrarımı yapmak için defterlerimi çıkardım. ders çalışmaya başlayacağım esnada telefonuma mesaj sesi geldi. elime alıp bakınca mesajın candan geldiğini gördüm. ona bugün kırılsam da merak duygum ağır bastı ve mesajı hemen okudum: "bu gün için özür dilerim. en büyük korkularımdan biriyle yüzleşmek zorunda kaldım. ve bu esnada en çok seni düşündüm. varlığın bana kuvvet verdi. teşekkür ederim. biliyorum benimle ilgili kaygıların, şüphelerin var. zamanla bunları giderebileceğime inanıyorum. yeter ki bana inanmaktan vazgeçme." yazıyordu. canın mesajını okuyunca nedensizce içimde mertle bu kadar yakın sohbet ettiğim için, zorla yapmış olsa da  fiziksel temaslarını engelleyemediğim için vicdan azabı duydum. çok açık yüreklilikle ve biraz da pişmanlıkla "o zaman başkalarının ellerimi tutmasına, saçlarımı okşamasına, kafamı karıştırmasına izin verme. ben en başında sana güvendim ve seninle bir yola çıktım. bu yolda önüne gelen duraklarda inersen ben değil sen, sana olan güvenimi yok edersin. ben gönüllüyüm sana inanmaya."diyerek gönderdim mesajı cana. bir dakika sonra kısa ama içimde soğuk rüzgarlar estiren bir mesaj geldi: " yarın seni almaya geleceğim, konuşacağız." "peki" yazıp gönderdim ama içimdeki bir ses bu konuşmanın çok da sakin geçmeyeceğini söylüyordu. 

ertesi gün sabah, telefon sesiyle uyandım. arayana bakmadan önce saate baktım; 09:40. tatil günü sabahın köründe kim arar ki? tabi ki can. "defne çabuk hazırlan seni almaya geliyorum. beni bekletme, bekletilmeyi hiç sevmem. kaldı ki sinirden dün gece çok da uyuyamadım." deyip telefonu yüzüme kapattı. 

  hayat beklemediklerimizmiş aslında. korkularımızın da tıpkı beklentilerimiz gibi gerçekleşince bir önemi kalmıyormuş bunu anladım. insan yoluna bakmaya ve yaş almaya devam ettiği sürece ne korkularından ne de beklentilerinden vazgeçebiliyormuş. çünkü insanın hayatına devam edebilmesi için her gün kendine inanmasını sağlayan bir sebebe ihtiyacı oluyormuş. benim her sabah uyandığımda kendimi tamamlanmış gibi hissetmemi sağlayacak sebeplerim neler acaba? bilmiyorum ama bu sabah ki sebebim canın öfkesinden kurtulmaktı.  yanlış insanlarla, yanlış zamanlarda ve mekanlarda   olduğunu bilsem dehayatımda ilk kez  bir şeyleri çözme amacım var. başkaları için belki de anlamsız gelecek olan bu ayrıntı, kendimi tanıma yolculuğumda benim için çok önemliydi. bakalım can beyin öfkesinin sebebi ne? ve ben bundan ne kadar yara alacaktım. kanayan yaralarınız varsa nedenini bilmediğiniz, şeffaf göz yaşlarınızın göz pınarlarınızdan değil de kalbinizden aktığını hissettiğiniz anlarınız varsa anlarsınız beni. sahiden mertin de var mıdır gizli yaraları? veya canın kalbine akıttığı göz yaşları? var mıdır? bilmiyorum ama birazdan can geldiğinde kalbimden değil de göz pınarlarımdan akıtacağım göz yaşlarımın olacağını hissediyorum sözcüklerin yaralarının sebep olacağı. bunları düşünürken hazırlanmıştım ve o sırada telefonum çaldı. aramayı cevaplayınca canın "aşağıdayım." dediğini duydum. sonra telefon yine yüzüme kapandı. telefonla birbirimize bakarken "allah yardımcın olsun defne." dedim ve aşağıya inmeye başladım.

kimsesiz yürekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin