canın yanından hızlıca geçerken aklımdaki tek fikir mertten onay aldıktan sonra onun kız arkadaşı olmaktı. kendi aralarındaki sessiz bir sözleşmeyle sanırım kalabalığın önünde öptükleri kızları sevgilileri olarak ilan ediyorlar ve diğerleri de buna saygı göstermek zorunda kalıyordu. mert ne yap et canın başkalarının yanında seni öpmesine izin verme demişti çünkü. bugün duyduğum ortak şirket olayı ve birbirlerine gösterdikleri saygı bu fikrimi destekliyordu. yani eğer mert kalabalığın önünde beni öperse candan kesin olarak kurtulacaktım. doğru mu yanlış mı yaptığımı düşünmek bile istemiyordum şu an. cana çok sinirlenmiştim. can arkamdan kolumu tutup "ne planlıyorsun sen?" diye sordu. ben de sinirle "sonsuza kadar senden kurtulmayı. birazdan yapacağım şeyden sonra mertten izinsiz yanıma bile yaklaşamayacaksın. sizin aile ortaklığınız sağ olsun."dedim. bir anlık boşluğundan yararlanıp yürümeye başladım. ama kendini hemen toplayıp tekrar kolumu tuttu. "anladım ne yapacağını ve bil ki onu öpersen seni de aileni de süründürürüm. ayrıca o öpücüğün beni durduracağına mı inanıyorsun? bu şirketin asi çocuğu benim ve sen bana aitsin. şu an bazı sebeplerden dolayı öyle değilmiş gibi davranmam bu gerçeği değiştirmez." diye gürledi. "bırak kolumu bana açıkça her şeyi anlatmadığın sürece seni dinlemeyeceğim ve merte gidiyorum tam da şu an." dedim. can sinirle kolumu sıktı "defne sinirlendirme beni yürü gidiyoruz. mertin yanına gitmene izin vermiyorum. merte mesaj atacağım-defne tuvaletten çıktıktan sonra fenalaştı hastaneye götürüyorum diye- sen de paşa paşa benimle geleceksin."dedi. güldüm "sevgiline nasıl bir mesaj atmayı düşünüyorsun? eski sevgilimi seninle birlikteyken benimle ilişkiye devam etmesi için ikna etmem lazım beraber çıkıyoruz başının çaresine bak mı? diyeceksin. mert haklıydı sana hissettiğimi düşündüğüm her şey sadece psikolojikti. ilk olması, heyecan verici olması kabul etmeliyim ki senin kadar güçlü ve yakışıklı biriyle olmasıydı kıymetli olan. bunlar gerçek hislerim değildi. ve biraz zaman geçince benim için tebessümle anacağım sade bir anı olarak kalacaksın." derken can da beni pizzacıdan çıkarmıştı arka bir kapıdan. dışarda motoru duruyordu. yedek kaskı çıkarıp bana uzattı kendi de kaskını taktı. deri motorcu montu üstündeydi. bunu görünce en başından beri beni oradan çıkarmayı planladığını anladım. topuklarımı yere vura vura bağırmak istiyordum. gene canın isteğine uymuştum. bu sırada kaskın önünü açan can bana "aslında buseye tam da dediklerini söyleyecektim tek farkla; seni ikna ederken onun da yanımızda olmasını isteyecektim. nasılsa bundan sonra ikinizle beraber olmaya devam edeceğim"dedi pis bir sırıtışla ve kaskın önünü kapatıp motora bindi. elimden tutup söylediklerini idrak etmeye çalışan beni de kendine çekti. arkasına oturduğumu fark ettiğimde gaza basmıştı bile. can güvenliğimiz için sessizce yolculuğun sonlanmasını bekledim. can beni bilmediğim lüks bir siteye getirdi. sitenin kapalı garajına motorunu park edip asansöre doğru beni de çekiştirerek yürümeye başladı. asansörde 11. kata bastı. "kimin evi burası?" diye sorduğumda rahat bir şekilde "benim. ve annemlerden ayrı yaşadığım bir ev burası. ikimiz buse gelinceye kadar yalnız kalacağız yani."dedi. gözlerim anında açıldı ve "100 cm'den yakın durmayacaksın bana." dedim. "yapabilirsem bakarız."dedi ve kapıyı açıp beni içeri itti. evden içeri girince koridorun ışığını yaktı. sonra da salona yönlendirdi beni. salona girdiğimizde evin balkon kapısının ve balkon duvarının camdan olduğunu gördüm önce. şehir ayaklarının altındaydı sanki. manzara muhteşemdi. sonra salonu inceledim. klasik yalnız yaşayan erkek eviydi işte. sade siyah mobilyalar açık hardal duvar kağıtları. beyaz televizyon ünitesi ve dev ekran bir televizyon. beyaz yemek masası ve sandalyeleri. duvarda istanbulun ve romanın siyah beyaz tabloları vardı. ilgimi çeken detay ise salondaki tek cam olan balkon camında perde bulunmamasıydı. "perde yok mu?"dedim doğal bir şey sorar gibi. "yok. sadece uzaktan kumandalı alüminyum güneşlikler var"dedi." zaten önü açık kimsenin görme şansı yok."diye de ekledi. "bazen çıplak geziyorum evde. güneşlikleri kapatma ihtiyacı bile hissetmiyorum."dedi ben tekli koltuğa otururken. can da "en çok da o koltukta çıplakken oturup giyinmeyi seviyorum"dediğinde "ne? ıyy iğrençsin can." dedim ayağa kalkarken. can ise bana kahkahayla gülüyordu o sırada. "mert delirdi seni hastaneye götürdüğümü söylediğimde. hangi hastane ise bana söyle, onu yatırdıktan sonra sen git ben ilgilenirim defneyle gibi şeyler geveledi. ben de çok istiyorsan ara bul deyip telefonu kapattım. şimdi hastane hastane seni arıyordur adamlarıyla."dedi. yaptığına inanamadım. "can ne oldu sana? sen soğuk adamın tekiydin. ne oldu da böyle oyuncu biri olup çıktın?"diye sordum ciddiyetle. o da bana ciddi bir şekilde bakıp "hayat insanı farklılaştırıyor defne. kendine bak. iki yıl önceki o ürkek defneyle sen aynı mısın? hepimiz yol alıp büyüyoruz. büyürken bazılarımız daha az bazılarımız daha çok sorumluluklar alıyor ve bunları yerine getirirken de değişiyoruz. ben de değiştim. sorumluluklarımla mücadele ederken biraz rahatlamaya ihtiyacım olduğunda oyuncu bir adama dönüşebiliyorum." dedi. düşündüm. ben de ailem tarafından pamuklara sarıldığım dünyamdan mert ve can sayesinde çıkarılmış, kendimle ve onlarla mücadele etmeye çalışırken de büyümüştüm. dedikleri mantıklıydı. özgürlüklerimiz kadar da sorumluluklarımız vardı aslında. bu sırada ikimiz de susmuştuk. sessizliği canın "kahve ister misin?" sorusu bozmuştu. "yanında yiyecek bir şeyin de varsa hayır demem."dedim. "durum anlaşıldı. sana sağlıklı bir sandviç yapacağım kahvenin yanına lütfen rahatına bak."dedi. ben de "tuvaleti kullanabilir miyim?"dedim. o da yerini gösterdi. aslında yalnız kalmaya ihtiyacım vardı ve en doğru yer de orasıymış gibi geldi. banyosu küçüktü. bir duşa kabin, bir tuvalet ve lavabo ancak sığmıştı. yine de çok şık duruyordu. aynada kendime baktım "ne yapıyorsun sen defne? annenler sana güvenirken sen bir erkeğin evindesin. hem de onlara meriçleyim diye yalan söyleyerek. meriçe de durumu anlatan mesaj çekmeyi de ihmal etmedin. ne zaman bu kadar sinsi ve yalancı birine dönüştün? can senin fabrika ayarlarını bozuyor resmen"diye konuştum. canım iyice sıkıldı düştüğüm durumdan dolayı. elimi yüzümü de yıkayıp lavabodan çıktım. can da elinde tabaklarla mutfak kapısından çıktı. ben de tabaklardan birini alıp salona geçtim. can kahveleri de getirince salondaki masaya oturup sandviçlerimizi yemeye başladık. yemeğimizi bitince can tabakları mutfağa götürdü. kalan kahvelerimizi alıp koltuklara geçtik sonra. "artık anlatsan diyorum can. çok vaktim yok. annemlere merçleyim dedim ve onlara yalan söylemeyi sevmediğimi biliyorsun. seni dinliyorum"dedim. "buse de geldiğinde anlatmak istiyordum ama başlayayım madem. aysunun başının dertte olduğunu ve mertin de ona yardıma gittiğini biliyorsun zaten. aysunun da dediği gibi adamlar tehlikeli tiplerdi. ben ne kadar bazı şeylere kızsam da mertin olayları kontrol etme ve yönlendirme yeteneğine her zaman hayrandım. insan duygu ve düşüncelerini çok hızlı analiz edip insanları yönlendirebilme gibi bir yeteneği vardı. fakat yurt dışındayken fark ettiğim bir şey oldu. mert kurguyu daha da karışık hale getirip neler yapabileceğini görmek istedi. bunu anladığımda üçümüzün de başının çok daha büyük bir belaya girmesi an meselesiydi. merte durması için baskı yapmaya başladım ama o büyük bir açlıkla olayların örgüsünü örüp sonuçlarını tahmin etmeye çalışıyordu. insanların davranışlarını hangi durumlarda hangi yöntemle kontrol etmenin mümkün olabileceği konusunda kafayı sıyırmış gibi makaleler okuyup senaryolar yazmaya başladı. o zaman mertin psikolojik sıkıntıları olduğunu ve tedaviye ihtiyacı olduğunu fark ettim. mert benim dostum değildi ama ortağımdı. ikimiz birbirimizin sağ kolu olmak zorundaydık. bizim şirkette her dönem sırayla bir ailenin en yetenekli çocuğu başkan oluyordu. bizler 27 yaşına geldiğimizde eğitimimiz ve iş tecrübelerimizle yöneticilik için hazır hale geliyoruz. bu bir gelenek. başkanlık da on yıl sürüyor ve sonra kuruldaki eş güçte olan üyelerden biri oluyoruz. ancak mert 13 yaşından beri şirket işlerinden çok psikolojik olaylarla ilgileniyordu. bize bağlı iki binden fazla çalışanımız var. dünyada bir sürü işsiz insan da var. dedelerimiz zorluklarla mücadele ederek bu şirketi kurmuşlar türkiyeye göç ettikten sonra. biz göçmen ailelerin torunlarıyız. o yüzden dedelerimiz her başkan adayının şirketi büyüterek hem ülke ekonomisine katkı hem de işsiz insanlara iş olanağı sağlayacak çalışma prensipleri belirlemesini istemişler. yeni yöneticinin de ilk görevi şirketin hacmini büyütecek programlar geliştirmek oluyordu bu yüzden. mertle bunu konuştuğumuzda beni ve dedelerimizi hırslı ve aç gözlü olmakla suçladı. kendisi yönetici olduğunda verim arttırma politikaları izleyeceğini söyledi. fikrine katılmasam da ilk önce kabul ettim. ancak mertin verim arttırma politikasının işçiler üzerinde yapılacak deneysel psikolojik bir proje olduğunu fark ettiğimde karşı çıktım. ben sekizinci sınıf olmama rağmen bunun yanlış olduğunu anlayabiliyordum. mertin iki yıldır da sürekli psikoloji ile ilgili makaleler okuduğunu biliyordum. zaten küçüklüğünden beri insanları doğal bir yetenekle ikna etme gücü vardı. yönetim kuruluna da bundan bahsettim ama mert parlak yönetici diye adlandırıldığı için onu kıskanmakla suçlandım. ben de bu durumda önce güç ve kanıt toplamam gerektiğini anladım." dedi. heyecanla anlatacaklarını bekliyordum. derin bir nefes alarak anlatmaya devam etti. " ben sekizinci sınıfın sonunda büyük bir kaza geçirdim. belki mert anlatmıştır."dediğinde başımı olumlu anlamda salladım."o zamanlar evden dışarı çıkamadım yedi ay falan. ilk üç ay yaralarım ağır olduğu için evde bile doğru düzgün yürüyemiyordum. fizik tedavi sayesinde dört ayın sonunda bacak kaslarım toparlamaya başlamıştı. evin içinde rahatça dolaşabiliyordum. evde egzersiz amaçlı dolaştığım günlerden biriydi. anneannemin odasının kapısı açıktı. anneannem zaman zaman bizde kalırdı. o yüzden bizim evde hazır bir odası vardı. ben kaza geçirdikten sonra bana destek olmak için de bizde kalıyordu o günlerde. neyse odasının kapısı açık olduğu için ağladığını duyabiliyordum. gizlice onu dinlemeye başladım. kendi kendine konuşuyordu çünkü.-neden böyle bir sır bırakıp göçüp gittin ki. ben ne yapacağım bu sırla. kızını, torununu düşündükçe boğazımı bir düğüm sarıyor. öyle suçlu hissediyorum ki onları ziyarete bile gidemiyorum.-gibi şeyler söylüyordu. usulca kapıdan içeri baktığımda anneannemin elinde bir defter tuttuğunu gördüm. defterin kapağını usulca sevdi ve komodinin çekmecesine koyup kilitledi. anahtarı da çalışma masasının çekmecesine sakladı. bu kadar gizli ne yazıyordu o defterde diye düşündüm. sonra annemin anneannemi çağıran sesini duyunca en yakın tuvalete saklandım. anneannem odasından çıkınca gizlice odaya girip defteri aldım. defter tanımadığım bir kadın hakkındaydı. onun hayatını anlatıyordu. önce bana bir şey ifade etmiyordu. sadece anneannemin yakın bir arkadaşı diye düşünmüştüm. ama ilerleyen sayfalarda gördüğüm bir isim durmamı sağladı. senden bahsediyordu. seninle aynı okulda olduğumuz için çok şaşırmıştım. gerçi sadece ara sıra kantinde karşılaşıyorduk. doğru düzgün tanımıyorduk birbirimizi. o güne kadar kaçıncı sınıfta olduğunu bile bilmiyordum. sonra senin isminde başka insanların da olabileceğini düşündüm. bu yüzden annenin ve anneannenin ismini öğrendim.defterdeki isimlerle uyuşunca geriye defterdeki dedenin kim olduğu kalmıştı ama o kadar kolay değildi onu bulmak; çünkü hala bulamadım. sadece çok güçlü bir adam olduğunu ve bizim şirketimizde söz sahibi olduğunu öğrendim. anneanneme kim olduğunu sorduğumda yemin ettiğini ve asla söylemeyeceğini söyledi. üç yıldır onu bulmaya çalışıyorum. çünkü bizim birçok güçlü insanla bağlantımız var. yabancı mı türk mü? hiçbiri belli değil. seninle ilgilenmemin sebebi mertin şirkete zarar vereceğini hissettiğimde yanımdaki güç olman ve dedeni bulduğumda onun desteğini almaktı. ayrıca seni izlerken seninle aramda fiziksel bir uyumun olduğunu hissetmiştim. okulun ilk günü mertin ilgisini çektiğinde seni kaybetmek istemediğim için de bu planı kurdum. seninle olma fikri beni rahatsız etmiyordu diğer kızların aksine. masum masum etrafına bakışın, özgüvenini sağlamaya çalışman bana eğlenceli geliyordu. ayrıca zeki ve iyi huyluydun. seninle evlenmek her açıdan karlı bir işti anlayacağın. ama işler her zaman istediğimiz gibi gitmiyordu. aysunun peşinden yurt dışına çıktığımızda mertin ruh sağlığını ne kadar kaybettiğini yeni yeni fark ettim. insan davranışlarına olan takıntısının yanında paranoyaları da oluşmaya başladı. zaman zaman bana -kimseye güvenmiyorum. dostlarım kim bilmiyorum. beni kıskanıyorsunuz. ilk fırsatta sahip olduğum her şeyi elimden alacaksınız. defne de bunun anahtarı. onu bu yüzden yanına çekmeye çalışıyorsun.- gibi saçma sapan bir sürü şey söylüyordu ve bu düşüncelere de inanıyordu. o an anladım ki seninle olmaya devam edersem mert kurduğu bu senaryoya daha çok inanıp bize düşman olacaktı. aysunun peşindeki adamlarla olan yanlış anlaşılmaları eski bir dostumuzun yardımıyla hallettim uzun uğraşlar sonrası. bize yardım eden ekrem beye borçlu kalmak istemediğim için yardım edeceğim bir konu olup olmadığını sordum. o da bir kızı olduğunu ama sosyal hayattan korktuğu için hep evde zaman geçirdiğinden bahsetti. ona arkadaş olup olmayacağımızı sorduğunda orada kalma süremizi uzatmasına rağmen teklifi kabul ettik. mert denek gibi gördüğü kızın yanına giderken çok heyecanlıydı. yerinde duramıyordu resmen. biz ekrem beylerin evine geldiğimizde hemen arabadan inip eve çabucak gitti. evin kapısı açıldığında aysu ve ben de merte yetişmiştik. kapıyı açan görevli bizi ekrem bey ve kızının olduğu salona getirdiğinde mert hemen yanlarına gitti ve önce ekrem beye sonra da ekrem beyin kızı buseye elini uzattı. buse merte bakmadı ve elini görmüyormuş gibi davrandı. mert de sirkte gösteri izler gibi izledi buseyi tüm gün. aysu ve ben biraz daha sınırlarına saygı gösterdik busenin. ilk haftanın sonunda buse de varlığımıza alışmıştı. mert bulduğu deneyin heyecanıyla gözleri kamaşmış bir şekilde yaklaşıyordu buseye ve busede yarattığı duyguları da fark etmiyordu. ama ben fark ediyordum. bu sırada küçüklüğünden beri merte hayran olan aysu da mertle geçirdiği vakitlerden sonra ondan soğumuştu. bu yüzden busenin duygularını fark etse de bir şey demiyordu. ikinci haftanın sonunda buse bizimle sohbet etmeye başlamıştı. bize güveniyordu artık. mert duygularını anlamasın diye bilerek ondan uzak duruyor ve bana yakınlaşıyordu. mert de onun bu davranışlarını yanlış anlayıp sürekli bizi yan yana getirmeye çalışıyordu. sanırım ekrem beylerde kalmaya başladığımız dördüncü aydı. buseyi mutfakta tek başına düşünceli bir şekilde bulduğumda yanına oturup neyi olduğunu sordum. o da -mert iyi değil. hasta bence. tedavi olması lazım. iyi bir psikiyatır mı bulsak? takıntılı şekilde davranışlarımızı izliyor. ikimizin arasını yapmaya çalışıyor. eğer ona istediğini vermezsek saldırgan davranmasından korkuyorum. arada defne diye bir kızdan bahsediyor. o kız her şeyin sebebi olacak canla olmaya devam ederse. ama beni kandıramayacaklar gibi şeyler söylüyor. mertin nesi var?- diye sorduğunda buseye dikkatlice bakıp ondan hoşlanıyorsun değil mi? diye sordum. hemen yüzü kızardı ve utanarak -yok öyle bir şey- dedi. anlıyorum buse ona olan duygularını sana yardım edebilirim dedim. sonra da buse ile bir plan yaptık. mertin buseyi de düşman gibi görmemesi için mertin istediği gibi buse bana aşıkmış gibi davranacaktı. böylece buse mertin yanında olmaya devam edecekti; çünkü mert bu şekilde seninle beni ayırdığını düşünüp güven duygusu hissedecekti. bu süreçte görüştüğümüz bir psikiyatri uzmanı arkadaşımız merti yakından takip etmemizi ve davranışlarını not almamızı istedi. mertin davranışlarını not edebilirsek ve fark ettiğimiz tuhaflıkları kanıtlayabilirsek de yönetim kurulu beni dinlemek zorunda kalacaktı. o süreçte de buse mertin yanında durup ona destek olup daha çok güvenini kazanacaktı. onu beraber psikiyatriye gitmeye ikna etmeye çalışacaktı."dedi. o kadar çok olay ve sürpriz haber vardı ki ne diyeceğimi neyi soracağımı şaşırdım. arkamızdan bir ses "bu yüzden de merte yakın ama güvenini kaybetmeyeceğim kadar da uzak olmak zorundaydım. seni korumak için de canla ayrılmışsınız gibi göstermeliydik. mert artık o kadar paranoyak olmuştu ki rızanın seni hala takip edip etmediğine kadar kontrol ettirir olmuştu. tesadüfen türkiyedeki işlerini yürüten yardımcısıyla bu konuyu konuştuğunu duyduğumuzda rıza seni takip etmeyi hemen bıraktı. ona inandırıcı olması için de bu oyunu kurguladık. ama canla ikimiz sadece çok iyi iki arkadaşız. ve bu süreçte can sinirden kaç kum torbası parçaladı bilemiyorum. hele ki o gökdeniz dediğin çocuğun sana sarıldığı an yüzünü görmeliydin. sinirden kıpkırmızı oldu. zaten sonra gökdenizi yerde gördük. bazen rıza meriçle ikinizin fotoğraflarını gönderdiğinde -sikicem bu çocuğu, ölümü elimden olacak. ne kadar arkadaşım da dese kıracağım defneye dokunan parmaklarını- şeklinde dünya kadar küfür duymak zorunda kalıyordum. sayesinde bayağı tecrübe sahibi oldum."dedi. busenin eve geldiğini duymamıştık. "geldiğini duymadık kusura bakma"dedi can. buse de bana bakarak "yanlış anlama lütfen. can evini bana bıraktı o burada kalmıyor. o yüzden yedek anahtarı bana verdi." deyip gülümsedi. "senden özür dilerim defne ama hem seni korumak hem de merti kaybetmemek adına bunu yapmak zorundaydık. aslında olayları bu kadar erken açıklamayı düşünmüyorduk ama sen bayağı inatçı çıkınca can kırmızı alarm verdi." dedi."ayrıca mert peşine birini taktı sürekli peşinde. bugün de pizzacıda sokakta bekliyordu. sizi görmedi. can arka kapıyı kullanmakla iyi yaptı. ayrıca iyi ki kamera kayıtlarını sildirmişsin can. merte gönderdiğin mesajdan sonra mert köpürdü. garsonu çağırıp güvenlik kayıtlarını istedi. garson kameralar bozuk kayıt alamıyoruz dediğinde fırtına gibi çıktı pizzacıdan. muhtemelen beni de takip ettirdi."dediğinde buse, mertin bu kadar hasta olduğunu nasıl fark etmediğimi düşündüm. ayrıca her şeye rağmen busenin merti ve can için de beni korumaya çalışması onu sevmem için yeterliydi. buse ve can ikilisinin iyi dostlar olmaları ve canla benim ayrılmadığım gerçeği içimde acıyan, kanatan o yere iyi gelmişti. ama anlattıkları şeylerle ilgili o kadar çok soru birikmişti ki zihnimde hangisinden başlamam gerek bilmiyordum. bildiğim şeylerin bilmediklerim karşısında bu kadar az olması beni endişelendirse de buseden bugün öğrendiğim şeyle canın yanında duracaktım. o aşkı uğruna ülke değiştirmiş sosyal ortam fobisine rağmen sevdiği adamı korumaya çalışan güçlü biriydi. ve fark ettim ki güçlü olmak bazen her şeye rağmen, tüm ters ipuçlarına rağmen sevdiğinize güvenmekti. "kendimi ve zihnimi topladığımda sormak istediğim çok soru var ama"deyip yavaşça canın yanına gittim ve ona sıkıca sarılıp "benden gitmediğine sevindim. mert haklı değildi benim için gerçekten önemlisin."dedim yüzüm boynundayken. can da saçımın üstünden öpüp "sen de benim için. sebebi her ne olursa olsun. ben yamuk biri değilim. ne yaşarsak yaşayalım sadece bunu hatırla. ayrıca koyduğun o 100 cm kuralı çevrendeki tüm erkekler için geçerli ben ve baban hariç"dedi. güldüm."sanırım bir de meriç"dedim. şeytani bir şekilde sırıtıp "o kuralı zevkle ben anlatacağım meriçe"dedi. bu sırada buse "artık çıkalım. senaryo şöyle; defne tuvaletten çıkınca bayıldı sen de onu doktora götürürken çantasının yanında olmadığını fark ettin ve benim kaldığım eve getirdin. doktor çağırdın ve beni beklemeye başladın. defne kendine geldiğinde ben de eve gelmiştim zaten. yemek yemediği ve ani hareket ettiği için tansiyonun düştüğünü söyledi doktor. vitamin falan verdi" ağzım açık buseye baktım"bir de beni zeki zannederlerdi. mertle yılın çifti olursunuz siz." dedim. o da gülümseyip "teşekkürler"dedi ve kapıya yöneldi. kapıyı açtığında duyduğumuz sesle yerimizde şaşkınca kaldık. polisin burada ne işi vardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kimsesiz yürek
Romancetamamlandı! kimdik biz seninle? dost? sevgili? eş? karanlığın sabahla buluştuğu kısacık zaman dilimlerinin isimsiz kahramanlarıydık belki. içimi en çok acıtan da; senden bahsederken artık hep -di'li geçmiş zaman dilimleri kullanıyor olmak. çünkü sev...