meriçe ona geleceğime dair mesaj atmıştım. evde beni bekleyeceğini söylemişti. bu yüzden ben daha kapıyı çalmadan meriç kapıyı açtı. onun da canı sıkılmıştı bu durumlara. hem merak hem de endişe dolu gözlerini bana çevirip "içeri geç evde kimse yok. sanırım hemen konuşmaya başlasak iyi olur. "dediğinde gözyaşlarım yine ve yine istemsizce akmaya başladı. yaşadıklarım mı çoktu yoksa ben zayıf mıydım? kestiremiyordum.
salona geçip üçlü koltuğa oturdum meriç de hemen yanıma oturdu. "meriç bana su getirebilir misin? ağzım kurudu ve kendim alabilecek kadar kendimi iyi hissetmiyorum."dediğimde meriç hemen bana su getirip tekrar yanıma oturdu. "olayların bir kısmını bildiğini varsayıyorum."dediğimde başını olumlu anlamda salladı. "canın konuşmaya gitmesi ve aslan beyin anlattıkları canın sinirle gitmesi bende bomba etkisi yaratan aslan beyin torunu olman gerçeği. benim için bile fazla ki seni düşünemiyorum."dediğinde ilk kez kendimi iyi hissettim demek ki güçsüz değildim. bu durum herkes için fazlaydı. "evet, benim için çok çok fazla her şey. en çok da canın benden gitmesi. sanki gerçekten de canım bedenimden ayrılmış gibi hissediyorum. ruhum ayrı, kalbim ayrı, bedenim ayrı acıyor. başından beri benimle büyük konuştu can. hepiniz onun sözlerinin arkasında sonuna kadar durduğunu ve güvenilir olduğunu söylediniz. ama benim dışımda olan anlamadığım bir sebepten dolayı can beni bırakıverdi. gururumu kaç kere ona olan aşkım yüzünden hiçe saydım bilmiyorum bile. tek yaptığım şey aptal gibi ona güvenmekti. ondan başkası olmasın istedim ne tenimde ne kalbimde. ama o değersiz bir eşyaymışım gibi elden çıkardı beni. en çok da ona güvenmek zoruma gidiyor meriç. ve her şeye rağmen bir kulağım telefonda bana gel demesini bekliyor kalbim." dediğimde meriç derin bir nefes alıp "korkuyor sana bağlanmaktan. can hayatında bugüne kadar kimseye veya hiçbir şeye bağlanmadı. buna sahip olduğu zenginlik de dahil. şirkete neden bu kadar taktığını çözmeye çalışıyorduk aslında. hiç cana göre davranışlar değildi. can da öyle ketumdur ki her zaman can ve biz diye hissederdik. ne kadar mertle sorunları olsa da en çok onlar birbirlerini anlarlardı. babam canın dedesinin aldatıldığını düşündüğü ve şirketteki itibarının azaltıldığını düşündüğünü, buna da anneannesinin sebep olduğunu söyledi. can için zor bir durum olsa gerek. hele ki dedesi için yapılan iyiliği duyduğunda savaştığı şeyin anlamsızlığıyla karşı karşıya kalmıştır. çünkü aslan bey yönetimdeki herkesi bu davranışın asilliği ile büyülemiştir. ayrıca can gerçekten de merti kıskanan büyümemiş bir ergen gibi görünmüştür herkese ki babasının attığı tokat da bunun kanıtı olmuş. seninle ilgili her şey can için cazipti. aslan beyin torunu olduğunu bilmiyordu ama güçlü bir müttefikin torunu olduğunu düşünüyordu. ailelerimizde itibar önemli ki bu durumda canın eksi puanı çoktur. deli çocuk okulda sorun çıkarırdı, serserilerle takılırdı. geçirdiği motor kazası son noktayı koymuştu zaten. inanılmaz tehditlerle biraz durulmuştu. sanırım tehditten çok anneannesi için bir şeyler yapma isteğiymiş onu serserilikten uzak tutan. şu an tam bir tehdit can. her şeyi yapabilir ve ön görülemez yapacağı şeyler. tam da mertin istediği gibi. sana çok belli etmiyordum ama mertin sana duyguları düşündüğünden daha yoğun." dediğinde dedemle olan anlaşma aklıma geldi ve hemen meriçe anlattım. meriçin yüzü sarardı bir anda. "ne yaptın defne? tamam deden olabilir ama eski kafalı ve mantık adamı. şimdi mertle olabilmen için olabilecek tüm adayları senden uzaklaştırması için ki; buna can da dahil, ona izin vermişsin resmen. kendini hazırla kızım. bu adam olaylara sessiz kalabilecek biri değildir. mert de dedesinin bu yapısını biliyor ve seni elde etmek için dedenizi bile kullanmış olabilir. hatta bence mert dedenden önce öğrenmiştir senin onun torunu olduğunu ve her şeyi tek tek planlamıştır. tabi ya, canı acele ettirmek için seni kullandı. seni korkutarak canın görüşmeyi erkene almasını sağladı. aptal kafam nasıl anlayamadım? mert bu işte. inanılmaz bir kumarbaz ve bugüne kadar kaybettiğini hiç görmedim. defne seni korkutmak istemem ama canla ikiniz mükemmel kurgulanmış bir senaryo sonucu bu durumda bile olabilirsiniz. acaba canla konuştuğu bir şeyler mi var seninle ilgili. canın seni gözünün görmemesini gerektirecek kadar büyük bir şey. belki de canın o günkü görüşmeden sonra her şeyin çözüleceğine inanmasının sebebi de budur. ama olaylar canın planladığı gibi değil mertin istediği gibi bitince can da her şeyden vazgeçti. inanamıyorum. kesinlikle ikisi arasında bir şey var defne. inan bana."dediğinde meriç, kapıda mertin dedikleri aklıma geldi. meriçin sözleriyle birleşince ne kadar da mantıklydı. gözlerimi kocaman açarak mertin kapıda dediklerini meriçe söylediğimde bana üzgünce bakıp "elimden geldiğince seni korurum ama mert bu. görünmez tehlike gibidir. sen de dikkatli ol." dediğinde boşvermek istedim her şeye. mert beni mi istiyordu alsın o zaman. ne diye bunlarla uğraşayım? yorgundum. incinmiştim. pes etmek istiyordum. meriç bakışlarımdan anlamış olmalı ki "sakın pes etmeyi düşünme. sen değil miydin kabuklarını kırıp gerçek benliğini bulmaya çalışan? tüm emeklerin zorlu bir fırtına çıkıncaya kadar mıydı?"dediğinde başımı sallayarak "gerçekten yorgunum meriç. ruhum da bedenim de yorgun. daha annemle yüzleştirmem gereken koca bir sır var. söyler misin kaç yaşında olursa olsun kolay böyle bir şey baş etmek? hayata gelme amacımız mutlu olmak değil mi? mutlu olmak bu kadar mı zor? yoksa mutluluğun ne olduğunu bilmediğimiz için hep onu başka şeylerde mi arıyoruz? belki beni hak eden de mutlu edecek de merttir. bak o can gibi kolayca vazgeçmedi benden. "dediğimde "sağlıklı düşünemiyorsun. dinlenmeye ve zamana ihtiyacın var. biraz durul. acele karar verme. önce annenin olayını hallet. sonra zaman geçtikçe sen daha mantıklı düşündükçe vereceğin kararlara saygı duyup seni destekleyeceğim. ama ne bu 20 yaş olayı ,kızım ? daha çocuk sayılırsın o yaşta bile. "dedi meriç. güldüm. "abartma meriç, 20 yaşında gayet de yetişkin bir kadın oluyorum." dediğimde gözlerini devirdi. sonra ciddileşip "anlaştık mı defne? acele karar verme lütfen." dediğinde haklı olduğunu biliyordum. sadece başımla onayladım. o da saçlarımı karıştırıp "aferin küçüğüme." dedi. canla ilgili dedemin dediği şeyi sormanın zamanı geldiğini düşünüp "şey meriç, aslan dede canla ilgili bir şeyler söyledi. arkadaşının açtığı mekana ortak olmak istiyormuş. ne de olsa 18 yaşını doldurdu. ama ailesinden maddi destek almak istemediği için motor yarışlarına katılacakmış ki bazıları gerçekten tehlikeli yerlerde yapılıyormuş. bunlarla ilgili bilgin var mı? bu kadar kısa sürede nasıl organize etti her şeyi?" diye sorduğumda meriç suçlu gibi gözlerini kaçırdı. "aslında yarışlara girme düşüncesi yeni bir düşünce değil. motor yarışları her zaman canın ilgisini çekmiştir. sadece cezalıydı ki 18 yaşını doldurduğunda ve o güne kadar da olay çıkarmadığı için cezası kaldırılmıştı. ama arkadaşını biraz tanıyorum mertle yaşıt. arkası sağlam biridir. ama karanlık bir tarafının da olduğunu hep duyardık. yaşı çok genç olmasına rağmen ailesinin ve camianın da desteğiyle burayı açtı. çılgın partilerin yapıldığı çok da normal olmayan bir yermiş duyduğuma göre. bazen insanın sinirlerini zorlayacak kadar gerilim dolu anlar bile yaşıyormuşsun. haftanın dört günü açık olup randevu alıp girebiliyormuşsun içeriye. diğer günler mekan parti temalarına uygun hazırlanıyormuş. mekanın sahibi tekin en başından beri canla ortak iş yapmak istiyordu. canın ne kadar gözü kara olduğunu en iyi bilenlerdendir o. bu iş canımı sıkıyor biraz. işler çok karışacak gibi." dediğinde endişelerim artmıştı. aptal gönlüme boyun eğip cana hemen mesaj attım"seninle mutlaka konuşmalıyız. gece evden gizlice çıkacağım sokağın başından beni tam gece yarısı al." diye. attığım mesajın kesinliğine ben bile inanamamışken tiklerin maviye dönmesini heyecanla gördüm. ama mesaj gelmedi. lavabo için giden meriçin gelmesiyle telefonu elimden bıraktım. konu can olunca bu kadar gurursuz ve zayıf olduğumu meriçe göstermek istemedim çünkü. "meriç ben kalkıyorum. her şey için teşekkür ederim."dedim."ne teşekkürü defne? biz yabancı değiliz. her zaman buradayım ve unutma ben senin tarafındayım." dediğinde sıcacık olan yüreğimle güldüm "biliyorum."deyip evden çıkıp bizim eve geçtim. okul formamı çıkarıp ev eşofmanlarımı giymek için odama çıktım. elimdeki telefonu komodinin üzerine bırakacağım zaman gelen mesajla heyecanlandım. mesaj candandı. "üstüne kalın bir şeyler giy ve ıslak saçla çıkma." yazıyordu. yüzümde gittikçe büyüyen gülümsemeyle "tamam" yazıp gönderdim. beni düşünüyordu işte. hasta olmamı istemiyordu. ne yaparsa yapsın benden vazgeçmiyordu. kafasını toparlayıp işleri yoluna koyduğunda emindim ki yanlışını anlayıp bana geri gelecekti. içimdeki umutlarla banyoya girdim. çıkınca hemen saçımı kurutup düzleştirdim. bizimkiler anlamasın diye ev kıyafetlerimi giydim. sonra aşağı indim annem sofrayı hazırlamıştı. sanırım yemekten sonra fazla bekletmeden olayı ona anlatmalıydım. ama anlatırsam da uyku tutmayacaktı annemi. biraz bencilce olduğunu bildiğim halde evden gece gizlice çıkabilmek için dedemle ilgili konuyu yarın anlatmaya karar verdim. merte benziyormuş gibi hissettim bir an ama canla gerçekten görüşmem gerekiyordu. olumsuz düşünceleri bir kenara bıraktım. birkaç saat sonra canla konuşabilecektim. bunun getirdiği mutlulukla son dönemdeki yorgun halimden eser kalmamış bir şekilde annemlerin etrafında boş boş konuşuyordum. bu halime gülen ailem "birileri çok mutlu sanırım." dediklerinde "iyi dinlendim. derslerim de iyi şimdilik. yorgun hissetmiyorum bu gün." dediğimde annem alnımdan öpüp "kendini çok yıpratmanı istemiyoruz. olduğu kadar kuzum. olduğu kadar bile sende çok iyi bir yer olur merak etme. hem sen hasta olduktan sonra kazandığın bölümün ne anlamı kalır ki?" diye sordu. içimden "ah annecim bilsen neler yaşıyor kızın. okul problem bile değil" diye geçirdim. ama "tamam annem sen beni merak etme. birazdan ders çalışmaya gideceğim. o zamana kadar biraz da siz kendinizden bahsedin. alıştın mı anne yeni şubene iyice? şöyle mesai çıkışı ifadesini almam gereken kıskanç kadınlar var mı seni rahatsız eden?" dediğimde annem kıkırdadı. "deli kız. merak etme hepsini topuklularımla döverim ben. sen anneni ne sandın? aslı sultanın kızıyım ne de olsa"dediğinde birden durgunlaştım. sadece babası değil ki annesine olan inancı da ilk kez zedelenecekti belki de annemin. ama gerçekleri bilmesi gerekiyordu ve acı bir şekilde öğrendim ki gerçeklerin acısını azaltacak hiçbir ifade bulunamamıştı daha. sadece onun yanında onu seven insanların olduğunu hissetmese gerekirdi. yaşadığım her kötü olaya, sevdiklerimden aldığım güçle karşı durabiliyordum. annemi sevgimle sarıp sarmalayacaktım. o benim ışığımdı belki de ilk kez ben ona ışık olacaktım. her zamana bir yolu vardır. bununla da baş ederdik. annemin elini sallayıp"hayırdır defne daldın ?" diye sormasıyla işi şakaya vurup "ne oldu misafir gelir diye mi korktun?" dediğimde gülümsedi ve "sen annenin misafirden korktuğunu ne zaman gördün? asıl onlar korksun benim yemeklerimden yemek zorunda kaldıklarında."dediğinde babamla göz göze gelip gülmeye başladık. o an bir kez daha anladım ki ailecek yenen sofralarda insanın sadece karnı değil ruhu da doyuyordu. "eee babacım satın alma işleri nasıl?" dediğimde babam "çok şükür her şey yolunda. yakında eğlence sektörüne de atılmayı planlıyorlar. ortaklardan birinin ele avuca sığmaz bir oğlu var. ismi can. hatta sizin okulda. o 18'imi doldurdum ve bu piyasaya gireceğim diye dolaşıyormuş birkaç gündür. ben de bugün bütün gün piyasa araştırması yaptım. ve dehşetle yaşlandığımı daha çok fark ettim. eğlence sınır tanımıyormuş günümüzde."dediğinde kalbim maraton koşusuna çıkıp bitişi görmüş gibi atıyordu. "evet bizim okulda tanıyorum." dediğimde babam da "nasıl bir çocuk?" diye sordu. "asi, ön görülmesi zor, soğuk ve zeki" sanırım babamı şüphelendirmeden verebileceğim en iyi cevabı vermiştim. "ben de öyle duydum. neyse yolları açık olsun." dediğinde konu uzamadığı için sevindim. çünkü babamla canı konuşmak kendimi çıplakmış gibi hissetmeme neden olmuştu. sonuçta canla ön sevişmem olmuştu ve düşüncesi bile anlamadığım bir şekilde kasıklarımda hoş bir sızıya neden oluyordu. "millet size doyum olmaz ama bu kızın da ders çalışıp hukuk kazanması lazım ki bir buçuk yıldan az kaldı sınava."deyip odama çıktım. zamanın geçmesi için gerçekten de ders çalışmaya başladım. bir saat sonra annem elinde meyve tabağı yanıma gelip "biz yatıyoruz. sen de çok gecikme."dediğinde meyve tabağından bir dilim elma alıp "meyvemi yeyip iki edebiyat testi çözeyim yatarım." dedim. annem de başımın üstünden öpüp "peki kuzum, ben yatıyorum. ve defne seni çok seviyorum."dediğinde biraz suçluluk duygusuyla anneme sarıldım ve "ben de seni çok seviyorum. ne olursa olsun bana hep inan. bir tek senin bana inancını kaybetmeni kaldıramam sanırım."dediğimde "o konuda endişen olmasın bütün dünya karşında dursa ben senin önüne siper olurum bebeğim. ama sen de zorlandığın veya yanlış yaptığını düşündüğün şeyler olduğunda önce bana geleceksin ki ben olayları senin dışında birinden duymayayım. onların çenesini kibarca kapatmam için hazırlıklı olmalıyım." dediğinde bunu kafamın bir köşesine yazıp "tamam."dedim. annem de yatmaya gitti. odalarına geçerken babam yaşadığı komi şeylerden bahsediyordu anneme. onların gülen sesleri daha enerjik hissetmeme neden oluyordu. gece yarısına yaklaşık 53 dakika kalmıştı. annemler önce 20 dakika kitap okur sonra da uyurlardı. sanırım bu süre bana yatardı. gördüğüm psikoloji dersinde uyku konusunda görmüştük. uyuduktan sonraki ilk dört dönem non rem dönemiydi. tahminimce derin uykuya geçerlerken beni duyma olasılıkları zayıftı. o yüzden rahatça evden çıkabileceğimi düşünüyordum. annemler yattıktan yarım saat sonra giyeceğim kıyafetleri dolabımdan çıkarıp giydim. dişlerimi fırçaladım. saçımı düzelttim. ilk kez hafif bir makyaj yaptım. parfümü sıktım. annemleri kontrol etmek için odalarına gdip kapıyı yavaşça açtım. her ikisi de sakin ve derin uyuyor gibiydi. bir dakika düzenli nefeslerini dinleyip sessizce "özür dilerim." dedim ve anahtarım cep telefonum ve montumla yavaşça botlarımı giyip dışarı çıktım. gece yarısına beş dakika vardı ve biliyordum ki can şimdiden gelmişti. yavaş adımlarla sokağın başına yürüdüm. karanlık da olsa gece lambalarının aydınlattığı noktanın daha karanlık bir kısmında can motoruyla beni bekliyordu. yanına vardığımda umursamazca beni süzdü ve elindeki yedek kaskı bana attı. bu kaskı tekrar takabiliyor oluşuma sevindiğime inanamıyordum. mutlulukla kaskı taktım ve motoruna binmiş beni bekleyen canı daha çok bekletmemek için tek bir soru bile sormadan arkasına oturdum. can fazla gürültü yapmadan oturduğumuz siteden çıktı. çıktığı gibi de hızlandı. o hızlandıkça ben ona daha çok sarıldım. kokusunu içime daha çok hapsettim. beni şehrin bugüne kadar görmediğim karanlık ve daha tenha bir kısmına getirdi. hangar gibi bir yerin önünde motoru durdurdu. ben şaşkınlıkla geldiğimiz yere bakarken "korkma güvenlidir burası. dünya kadar koruma var etrafta." dediğinde şaşırdım "ama sanki terk edilmiş gibi." dediğimde "bugün tatil günlerinden birindeyiz. yarınki büyük parti için hazırlıkları yaptık. ama sen göremeyeceksin çünkü seni benim odamın olduğu yere götüreceğim ve odanın girişi sokaktan."deyip elindeki anahtarı sallayarak yürümeye başladı. meriçin anlattıklarını hatırlayınca burasının ortak olmak istediği mekan olduğunu anladım. arkasından sessizce onu takip ettim. sokaktan girişi olan kapılardan birinin önünde durdu önce anahtarla dış kapıyı açtı. sonra tekrar bir kapı çıktı bu sefer de parmak izini okuttu. kapının açılma sesiyle kenara çekildi ve bana yol verdi. çekinerek de olsa içeri geçtim. o da kapıları kapatıp gelince ne yapacağımı bilemeden ayakta durmaya devam ettim. yol gösterir gibi gel içeride oturacak koltuklar var deyip bir kapıdan içeriyi geçti. ben de peşinden gittim. burası çok büyük olmamakla beraber ferah oturma odası tarzında bir yerdi. kahve ve çay makinelerinin bulunduğu bir tezgah ve dolapların olduğu açık bir mutfakla hoş bir dizaynı vardı. başka bir kapı daha vardı ama orada ne olduğunu görememiştim. bir koltuğa rahatça oturup kafasını bana doğru kaldırdı gözleri her zamanki gibi yıldızsız bir geceyi anımsatıyordu. "montunu çıkarmayacaksın sanırım"dediğinde hemen montumu çıkarıp koltuğun üstüne bıraktım. sonra yavaşça canın oturduğu koltuğun bir köşesine ilişip yüzümü cana döndüm" buraya ortak olacakmışsın. ama ailene olan kızgınlığından dolayı onlardan para almak istemiyormuşsun. o yüzden de motor yarışlarına katılacakmışsın ki bazıları çok tehlikeli parkurlarda yapılıyormuş. can delirdin mi sen? sen nasıl böyle yarışlara katılmayı göze alırsın? yaşamın bu kadar mı değersiz? seni anlayamıyorum. tamam anlamadığım bir sebepten beni terk ettin verdiğin o kadar söze rağmen. ama bu yaptığın ahmakça." dedim sinirlerime hakim olamadan. bu esnada konuşurken fark etmeden ayağa kalkıp canın önünde durmuşum. ifadesiz suratıyla beni biraz daha inceledi ve "seninle aramdaki sorun ne biliyor musun? bana hiçbir zaman güvenmedin. mertin aklını karıştırmasına izin verdin her defasında. o toplantıda babamın bana vurmasından çok senin gözlerinden geçen şüpheyi görmem beni üzdü. haksız mıyım? benden şüphe duymadın mı? söylesene."diye bağırdığında dolan gözlerimi gözlerine sabitledim "bir anlık şaşkınlıktı o, şüphe değildi."dediğimde güldü "evet bana o kadar güveniyorsun ki yarışları birinci bitirebileceğime inanmıyorsun. senin gözünde ben yarışlarda sakatlanabilirim, kendime zarar verebilirim. bana bu kadar inanıyorsun işte. gerçekten inansaydın o gün susmazdın, gerçekten inansaydın bugün bana sinirlenmez beni desteklerdin. başıma bir şey geleceğinden o kadar eminsin ki beni vazgeçirmeye geldin ve sen buna güven mi? diyorsun. benim kitabımda buna inançsızlık denir ve güvenle yakından uzaktan ilişkisi yoktur. ama güvensizlikle kardeştir. defne sana hep dedim seni istememin nedeni aşk değil ama sevgiye en yakın hissettiğim duygularla seni mutlu edebilirim diye. kendimi hiç saklamadım. evet dedeni söylemedim çünkü emin olmam gereken şeyler vardı. mertten yeterince korkuyordun. bir de bu durumla uğraşma bazı şeyleri ben çözeyim sen de bu gerçekle rahatça baş et istedim. senin aksine ben engellemem sadece sana engel olacak şeyleri ortadan kaldırmaya çalışırım. ben bana inanacak birini istiyorum yanımda. mert senin bana olan güveninin gerçek olmadığını, senin için bir alışkanlık ve birçok yaşadığı şeyin ilki olduğum için kıymetli olduğumu söylediğinde ona yanıldığını söyledim. defne ile benim aramda güvensizlik, şüphe olamaz dedim. bana her zaman inanır o dedim. onu üzecek bir şey yapmayacağımı bilir her davranışımın altında geçerli bir sebep olduğunu düşünür dedim. bana güldü ve sizin aranızda şüphe her zaman olacak çünkü sen güvenilir bir adam değilsin dediğinde kendime defnenin bana güvendiğinden daha az güvenirim. o yüzden ona karşı hiçbir zaman beni şüpheye düşüremezsin dediğimde bana bir teklif sundu. o zaman senin zor bir duruma düştüğüne tanık olduğu bir gün her şeye rağmen koşulsuz seni savunur ve senden bir kere bile şüphe duymazsa senin haklı olduğuna inanıp bir daha defne konusunu ağzıma almayacağım ve ondan vaz geçeceğim dediğinde sana o kadar inandım ki hemen kabul ettim. ama koşulu vardı eğer sen benden şüphe duyarsan ben de senden uzak duracaktım. ve ben sözlerimi tutarım. ama sen sana olan inancımı yitirmemi sağüladın o günkü toplantıda. geçmişte, bana tam manasıyla teslim olacaksın demiştim. sorgusuz sualsiz inanacaksın demiştim ve sen de kabul etmiştin. kahretsin ki aramızdaki her şey sahteymiş. duygularım konusunda ben seni kandırmadım ama sen beni kandırdın defne. sana o kadar kızgınım ki sana zarar vermemek için kendimi zor tutuyorum. mert, dedenle ikiniz arasındaki anlaşmayı bugün anlattığında sana olan inancım ikinci kez yıkıldı. gerçekten inanıp sevseydi bu teklif karşısında dik dururdu defne dedim. kendi kendime dedim ki siktir et her şeyi sahteymiş defnenin de duyguları. diğer yattığım sürtüklerden farkı yokmuş duygularının"dediği anda son dediklerine o kadar kırılıp sinirlenmiştim ki tokadı bastım suratına. sinirle ona dönüp "haddini bil. birincisi sürtük dediğin kızlarla bile isteye birlikte oluyorsun. her ikinizin de istediği şeyler aynı. peki neden onlar sürtük oluyor? ayrıca dediğin şeyi kulağın duysun. bugüne kadar kimseyi yanıma yaklaştırmadım senin dışında. seninle gönüllü olarak birlikte olmaya başladıktan sonra kimseyi geçirmedim kalbimden. en çok sana inandım açtım bedenimin gizli yerlerini sana. ve bundan da keyif aldım. sadece bedenen değil ruhen de keyif aldım. çünkü günü geldiğinde sevdiğim adamla yaşayacaktım her şeyin ilkini. herkesin tercihi kendinedir. benim tercihim de doğru insanla doğru yerde ve zamanda paylaşmaktı her şeyi. doğru insan olduğuna inandığım içindi her şey. yani sana güvendiğim içindi. kolay mı sanıyordun o odada dedemle tanışmak. şaşkındım sadece. hiçbir konuda bana yardım etmedin. yüzüme bile bakmadın. ne yapmamı bekliyordun? en güvendiğim yerle, seninle sınadın beni. sakın bana güven olayı falan deme. sen korktun. sen kırıldın ve bunun hırsını bizden çıkardın. senin bana döneceğine inandığım için dedemin teklifini kabul etmiştim. her şeye rağmen bize inandığım içindi. ama sen sen içime öyle bir boşluk koydun ki biz diye bir şeyin kalmadığını en iyi şimdi anladım. tamam senin istediğin gibi olsun her şey. yarışlara katılmamanı da sana güvenmediğimden değil oradaki insanların dürüstçe yarışmayacağına inandığımdan söyledim. sana inanmasam senin motoruna binmezdim. ama değmeyen şeyler için konuşmaya gerek yok değil mi can? mert benim için her zaman bir yerlerdeydi. buse için üzgünüm ki o da zaten babasının yanına dönmüş. ama merte sanırım şans vermeliyim. beni en iyi tanıyan o. sana rağmen beni sevmekten vazgeçmeyen de o. nasılsa ilişkilerde aşka gerek olmadığını birinci el, senden öğrendim. belki merte aşık değilim ama onu sevebilirim. bu kadar uğraşmaya, bu kadar zorluğa katlanmaya değmezmiş. beni sürtük gibi görmeyen tam tersi içindeki canavarı susturan, insan yanını güçlendiren bir şifacı gören adamla olmam çok daha doğru. tenimdeki tüm izlerini yok edeceğim önce. senden iz kalmadığında merte gideceğim. benim yaralarımın da sarılmaya ihtiyacı var. seninle aramızdaki her şeyi çözdüğümüze göre, bana taksi çağır ki buradan gideyim. ve yarından itibaren iki yabancı gibi hayatlarımıza devam edelim." deyip montumu elime aldım. can hala attığım tokadın şokuyla sanırım dümdüz karşıya bakıyordu. yanına gidip kolundan tuttup "hadi ara şu taksiyi de gideyim." deyip onu sarstım. yavaşça yüzüme baktı "hayrı, gidemezsin. bu gece buradasın ve sabaha karşı hava aydınlanmadan seni ben bırakacağım." dediğinde dehşetle yüzüne baktım "manyak mısın ya? sen çağırmazsan da ben bulurum deyip kapıya gittim. ama kapı açılmadı. zorladım yine açılmadı. "ben izin vermedikçe gidemezsin defne. seni istediğim kadar burada tutarım. odada ses yalıtımı var ve kimse seni burada bulamaz bile."dediğinde "saçmalama can. izin ver gideyim."dedim. ona çok kızgındım. daha da önemlisi artık gözden gelemeyecek kadar da gururumun sesine kapalı değildi kulaklarım. onunla aynı ortamda daha fazla kalmayı gerçekten istemiyordum. "demek merte gideceksin teninden izlerim silindiğinde. ya kalbin, oradaki izler de silinebilir mi?"dediğinde omuz silktim "aşka ihtiyacım yok. sevilmeye ihtiyacım var benim. aşk insanı insanlıktan çıkaran güvenilmez bir şeymiş. ve şu an en son ihtiyacım olan şey aşk. ayrıca tenimde yeni izler oluştukça eminim ki kalbimdeki izler de gittikçe silikleşir. sonuçta herkes ilk teni tenine değenle beraber değil. belki senden sonra daha mutlu olacağım mertle. senin sözünü tutmayan biri olduğunu öğrendim ne de olsa." dediğimde sertçe kolumdan tuttu ve "demek mertin teninde benim izlerimin yerine yeni izler bırakmasına izin vereceksin. demek aşkını önemsemeyip seni sevene vereceksin kalan ilklerini. benim olan benimdir. onunla veya başkalarıylaolmana izin verir miyim ? sanıyorsun. bu kadar saf mısın? ya benimsindir. ya da kimsenin değil."dediğinde güldüm. "senin miyim başkasının mı görürsün. delireceğim. üniversiteyi belki yurt dışında okur hepinizden kurtulurum." dediğimde "azrail canını alacağı kişiyi nereye giderse gitsin bulur güzelim. ben de seni bulurum. ama öncesinde kalan zamanımızı beni unutmaman için teninde yeni izler bırakmak için harcayalım." dediğinde korkuyla "can manyaklaşma. beni terk eden sensin. şimdi de bir şey olmamış gibi davranamazsın."dediğimde güldü. "canım nasıl isterse öyle davranırım."deyip beni kendine çekti. gözlerime derin bakan gözleriyle baktıkça, teninin kokusuyla, hızla çarpan kalbimin sarhoşluğu birleşince irademi ayakta tutmaya çalışıyordum. "en çok nerenden etkileniyorum biliyor musun?" deyip giydiğim kazağı kaldırıp bir anda üzerimden çıkardı. ve göğüs arama burnunu sokup kokladı ve "kokundan, göğüslerinin ve kalçanın dolgunluğundan. onlara arsız izler bırakmak istiyorum. her baktığında gücümü hatırlayacağın türden izler. ruhunun kaldıramayacağı şekilde seni becermek istiyorum ama saflığına kıyamıyorum. ama biraz daha büyüdüğünde her şekilde her bir noktandan benim olacaksın. aramızda ilişki olmayacak ama benim ten sevgilim olacaksın. bana karşı koyamayan vücudun bundan etkilenecek. zamanı geldiğinde varisimi doğuracağın zaman resmi nikahımız olacak. sen başkalarının ten izlerini unut yoksa ertelediğim şeyleri yapmak zorunda kalacağım. deden düşünsün biraz da. çok acı verdi birçok kişiye. biraz da o çeksin ve anlasın insanları çaresiz bırakmak ne demek, anlasın." dediğinde bu sefer de can için bir intikam aracı olduğumu fark ettim. bu can benim aşık olduğum candan çok farklıydı. ya da hep böyleydi de ben mi yanlış değerlendirmiştim onu. neden birilerinin intikam aracı ya da eğlencesi oluyordum ben? diye düşünürken canın elimden tutup daha önce içini göremediğim odaya beni sürüklemesiyle dengemi zor sağladım. " ne yapıyorsun?" dediğimde güldü ve "bundan sonra sık sık yatacağın yatakla tanıştırıyorum seni." deyip beni girdiğimiz odadaki yatağa doğru fırlattı. sertçe düştüğüm yataktan cana baktım. "gerçekten çok güzelsin ve benimsin." dedi transa girmiş gibi. çaresizce cana bakıp "lütfen can. sağlıklı düşünemiyorsun ikimiz için de geri dönüşü olmayacak bir hata yapma." dediğimde "hata ne biliyor musun? bu lanet olası adaletsiz dünya. zorunda bırakıldıklarımız. o yüzden sus ve sana dokunmama izin ver." dedi. inanamaz gözlerle ona baktım. "yapma"dedim ama dudaklarıma eğildi ağzımı ağzının içine alırken "özür dilerim." dedi ve önce usul usul öptü. sonra benden mi candan mı olduğunu bilmediğim tek bir gözyaşının aktığı öpüşme gittikçe vahşileşmeye başladı. sanki bende bitip bende başlamak ister gibiydi. aklım da kalbim de itiraz ederken bedenim çoktan açmıştı kollarını sevdiği adama.
zordu konuşmadan anlatmak anıların canda bıraktığı acıyı,
bir dokunuşun tüketircesine ruhunu yaktığını anlatmak zordu.
elleri ve kolları sıkıca sarmak isterken sevdiğini
onu kalbinden söküp atmaya çalışmak çok zordu.
elveda demek zordu kalbe, zordu bakışlarda erimeden çekip gitmek
ve zordu onlarca anıyı geride bırakıp küçücük bir bavulla terk etmek sevdiğin her şeyi
gittim, öldüm, tükendim, yitik bir beden, kaybolmuş bir ruhtum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kimsesiz yürek
Romancetamamlandı! kimdik biz seninle? dost? sevgili? eş? karanlığın sabahla buluştuğu kısacık zaman dilimlerinin isimsiz kahramanlarıydık belki. içimi en çok acıtan da; senden bahsederken artık hep -di'li geçmiş zaman dilimleri kullanıyor olmak. çünkü sev...