"Anlayacağınız boşanmak istiyor." Dedim tepe taslak anlattığım konuyu bu cümlelerle bitirerek. Kalbim ağrıyordu. Cümlelerimi noktalayan sözler yavaş yavaş beni de ruhsal olarak bitiriyordu. Aklımda sadece onun istediğini yapmasını kendime şartladığım gerçeği vardı. Aksini düşünmüyordum bile. Çabuk pes etmiştim. Etmesem ne olacaktı tahmin dahi etmek istemiyordum fakat belki daha güzeli olabilirdi diye düşünmeden de edemiyordum. Çelişkiliydim. Savaşım Hazar ile değil, asıl benliğimleydi. Ne istiyordum? İstediğim şeyler için neden savaşmıyordum? Bana engel olan şey neydi? Bunları kendime sorup sorup duruyor, daha sonra her şey olacağına varır diyerek kenara çekiliyordum. İşi Allah'a bırakıyor, diğer yandan da umut dahi etmiyordum. Yaradandan ümit kesilir miydi? Bu nasıl bir beklentiydi ki?"Ya sen?"
Baran'a, dostuma, kahramanıma bakarak duraksadım. Her şeyim olan adama. Şu dünya da kaybetmekten en çok korktuğum insan kendisiydi ve ben bunun acısını zaten bir kez yaşamıştım. Bir kez daha başıma gelmemesini umud ederek doya doya bakardım her baktığımda. Çok değil 1-2 saat önce görevinin bittiğine sevinerek gelmiş, artık yaşadığını herkese duyurabileceğini söylemişti. Özellikle de anne ve babasıyla hasret giderebilmek adına kavruluyordu. Akşama doğru arayıp gelmelerini söyleyeceğime dair ona söz vermiş ve çay demleyip, asıl merak ettiği konuyu anlatmaya başlamıştım.
Buse ile yanyanalarken.
Nasıl olmuştu kestiremiyordum fakat baya baya flört ediyorlardı. Baran'dan bahsediyorduk? Hani şu aşık olamam diyen adamdan. Yine de ses çıkartmadım. Acısını hatırlatıp, mutluluğunu bozacak değildim. Aksine mutlu olsun diye acısını yok saymalıydım.
"Ben istemiyorum elbette." Dedim itiraf ederek. İlk defa istemediğimi dile getiriyordum.
"Neden?"
"Nedeni mi var Baran? Ben Hazar'ı seviyorum. Ne yaparsa yapsın o benim oğlumun babası. Tabikide istemeyeceğim."
Dudaklarını büzüp arkasına yaslandığında şaşkınca ona baktım. Yorum yapmayacak mıydı? O kadar kızgındın hani ne değişti demeyecek miydi?
Her zaman ki gibi, yine ve yine ses çıkartmadım. Öylece oturdum ve çalan zilin melodisini dinledim. Sağolsun Buse kapıyı açmak için benden önce hareketlendiğinden ben hala oturuyordum. Mızmızlanan Baha'yı koltuktan alıp yüz üstü kucağıma yatırdığım da Hazar içeriye girmiş önce bana düz düz bakmış, daha sonra abisine dönerek gülümsemişti.
"Hangi ara geldin?" Dedi sıkı sıkı sarılıp. Gözlerinin içi gülmüştü resmen.
Benimleyken ne kadar gülemediyse, o kadar gülmüştü hemde.Yaralı olduğumu bile bile daha da yaralıyordum kendimi. Zaten ruhuma inen darbelerin çoğu benim yüzümdendi. Hatta neredeyse hepsi. Başkasında suç bulmam haksızlık olurdu.
Baha'nın sırtını sıvazlarken tekrar göz göze gelmiş, pırıltıların bir bir yok oluşunu izlemiştim. Bir insan benden ancak bu kadar rahatsız olabilirdi.
Sevdiğim adamın benden nefret etmesi..
"Oğlum." Dedi Baha'yı kucağımdan alıp kendi kucağına yerleştirirken. Gözleri yine gülmeye başlamış, oğlu ile oynamaya devam etmişti.
Gözlerimi onlardan çekip kaldırdığımda Baran ile göz göze geldim. Dikkatlice bana bakıyor, parmaklarıyla sakalını ovuşturuyordu. Hazar gibi düz bakışlarından ne düşündüğü kestirilemiyordu. Hoş bi bordo berelinin gözlerinden ne düşündüğünü anlayabilmek de zaten kolay değildi. Kaşlarımı kaldırıp, neden baktığını ima ettiğim de gözlerini yummakla yetindi.
"Boşanıyor muşsunuz?" Dedi Baran hiç beklenmedik an da. Lafı üzerine benim ağzım şaşkınlıkla hafifçe aralanmış, Hazar'da gözlerini oynadığı oğlundan kaldırıp abisine çevirmişti. Kafamı soluma doğru çevirip ona doğru baktığımı farketmiş olmalı ki, gözleri kısa bir anlığına beni bulmuş daha sonra tekrar önüne dönmüştü.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İncir
General Fiction"Gözlerin siyah olabilir fakat içinde yanan ateşi görebiliyorum." Dedi gülümseyerek. "Aynı şey gibi. Imm. İncir?" •••• Aşiret kurbanı iki insan. Fakat bu hikayede ne kuma ne de berdel yok. Mercan Salhan. Aslen yetimdir. Fakat sapık bir adamın eline...