ஜBölüm 40ஜ

6.2K 563 271
                                    

Korkmak mı daha kötüdür yoksa korkusuz olmak mı?

Aslında her şey dozunda güzeldir. Fakat bu iki seçenek arasında seçim yapacak olsam, korkusuz olmak daha kötüdür derim.

Çünkü korkak bir insanın tek zararı kendisinedir. Fakat korkusuzsan, değer verebildiğin kimse yok demektir. Bu nedenle kimin ne düşündüğü, ne yaşadığı umrunda olmaz. Hem başkasına zarar verirsin, hem de fark etmeden kendine.

Bu nedenle korkusuz olmak istemezdim. Kendimce korkularım vardı, kendimce sevdiklerim, benim için değerli olan şeyler... Onları kaybetmekten deli gibi korkuyordum.

Geçmiş kimseye zarar veremezdi. Çünkü yaşananlar çoktan yaşanmış, biz bu güne varmış oluyorduk. Ama ben o anda geçmişten korktuğumu da fark etmiştim. Normalde istemediğim korkusuzluktan istedim bir parça. Sadece küçük bir parça...

"Siz bu odada bekleyin lütfen. Bay Kim az sonra sizinle olacağını söyledi." Sekreter çocuğun yönlendirmesiyle girdiğimiz toplantı odasını kısa bir bakışla süzerek Jimin'e döndüm. Başını sallayıp çocuğu gönderdikten sonra elini belime yerleştirdi ve beni; kahverengi, büyük masanın etrafına dizilmiş olan dönen sandalyelerden birine doğru yönlendirdi.

Oda kahve ve krem renklerinin birleşimiyle harika bir modern çizgi yakalamıştı. Aslen küçük ama ilk bakışta gayet geniş görünüyordu. Ortada oval bir masa, masanın karşısına denk gelen duvarda ise büyük bir plazma vardı.

Jimin'le karşılıklı oturduğumuz deri, dönen sandalyelerde beklerken masanın üzerinde duran büyükçe sunum tabağındaki, tabağa tezat küçük kalan makaronlardan birini aldım ve ağzıma attım. Bir yandan da hafif hafif, bir sağa bir sola dönerek ondan saklamaya çalıştığım stresten kurtulmak için uğraşıyordum.

Söyledikleri bir noktada mantıklıydı. Kim Yugyeom babalarımla ilgili bir şeyler biliyor olabilirdi. Ama bunun yanı sıra son şansım da oydu. Bilmediği taktirde büyük bir arayışa girmem, ya da yolun başında pes etmem gerekecekti. Şu an tek umudum ise olumsuz bir yanıt almamaktı.

Birden bir kıkırtı işittiğimde ve dalıp gitmiş bakışlarım merakla karşımdaki bedenin gözlerine odaklandığında bana güldüğünü fark etmiştim. Kaşlarımı çattım ve "Neden gülüyorsun?" diye sordum öfkeli bir tavırla.

Gönderme yaparak "Gülmüyorum." dediğinde sinirli bakışlarım yavaşça önümdeki makaron tabağına kaymıştı ve neredeyse bitirmek üzere olduğumu görmüştüm. Gözlerimi kapatarak sakinleşmeye çalıştım. Stres yaptığım zamanlar mantıklı davranamıyordum...

Beklemekle geçen bir sürenin ardından kapının açılma sesini işittiğimde istemsiz olarak ayağa kalktım ve gelen kişiye baktım. Yirmilerinde görünen, beklediğimden daha genç duran, takım elbiseli, adeta dergilerdeki mankenlerden fırlama bir yüze sahip adam birkaç adımda içeriye girdi ve oturduğumuz masanın başında durdu.

Refleks olarak ayağa kalktığımda adamın yüzünde küçük bir tebessüm oluşmuştu. Resmi bir şekilde elini uzatınca başta afallasam da sonrasında hemen toparlamış, uzattığı elini sıkmıştım.

Tokalaşmamız esnasında "Hoş geldiniz. Ben Kim Yugyeom." diye kendini tanıttığında olayları yeni aktararak gözlerimi büyüttüm. Bu kadar genç birini beklemiyordum doğrusu. "Ayakta kalmayın, oturun lütfen."

Sessizce kalktığım yere geri yerleşirken adamdan alamadığım bakışlarım Jimin'in dikkatini çekmiş olsa gerek, yalandan boğazını temizleyerek kendisine dönmemi sağladı. Hemen ardından ise daha fazla bekletmemek adına konuya girdi.

"Aslında sizinle iş konuşmak için burada değiliz Bay Kim. Biz sadece birkaç soru sormak istiyoruz, tabi eğer izin verirseniz." Kim Yugyeom kolundaki saate baktıktan sonra "Sanırım bunun için kısa bir vakit ayırabilirim. Ama acele ederseniz sevinirim. Katılmam gereken bir seminer var." diye nezaketle karşılık vermişti.

Highly Regret≒JiKook [Completed]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin